Milletlerin tarihinde iz bırakan, adı altın harflerle yazılmaya değer insanlar vardır. Fikir hayatında, sanatta, edebiyatta, siyasette yeni bir çağa kapı aralamış, öncülük, önderlik etmiş insanlar…
Bizim tarihimizde de öyle insanlarımız var.
Sezai Karakoç onlardan biriydi.
Şiirleri dillerde, edebiyatın değişik alanlarında verdiği ürünler ellerde, fikir eserleri zihinlerdeydi Sezai Bey’in. 60 yılı çoktan aşmış verimlilik yıllarında çıkardığı dergi –Diriliş– ile, kurduğu yayınevinden yayınlanmış, bir kütüphaneyi tek başına dolduracak sayıda eserleriyle birkaç nesil gence yol gösterdiği gibi, bununla da yetinmeyip bir de parti –Yüce Diriliş Partisi– kurmuş, uyarılarını siyasi kimliğiyle geniş kitlelere ulaştırma çabasına da girişmişti.
Vefatı hiç kuşkusuz bütün bu alanlarda telafisi imkansız bir boşluk oluşturacaktır.
Allah’tan kendisine rahmet, sevenlerine ve yol arkadaşlarına sabır diliyorum.
Bir meslek anım eşliğinde bir fikir ve eylem insanı olarak Sezai Karakoç
Meslek hayatımın bir döneminde gazetede ‘Konuşa Konuşa’ genel başlığı altında haftalık mülakatlar da yapmıştım. Görüşeceğim kişiler listesinin en başında onun adı yazılıydı, ancak sorun vardı: Kendisine nasıl bunu kabul ettirecektim?
Hayatında verdiği mülakatların sayısı bir elin parmaklarını geçmez.
[Bir televizyon kanalı, on yıl kadar önce, onun hayatını anlatma iddialı bir belgesel hazırladı. İlk gösterimi özel davetliler huzurunda büyükçe bir salonda yapılan belgeselde pek az fotoğraf kullanılabilmişti, video görüntüleri ise kendisine haber verilmeden uzaktan çekilmişti. Fotoğraf çektirmez, görüntü vermez biri olarak tanınırdı Sezai Bey. Belli ki, belgeseli hazırlayan sevenleri kendisinden çekim izni alamamışlardı.]
Diriliş Partisi’ni kurduğu ilk yıl, kendisinin parti kurucularından olmakla onurlandırdığı bir dostumun delaletiyle randevu alındı. Mülakat için parti genel merkezine giderken zihnimi işgal eden tek konu vardı: Yayında kullanılacak fotoğrafı nasıl kotaracaktık? Görüşmemiz bittiğinde beni şaşırtan bir gelişme yaşandı. ‘‘Fotoğraf çekilebilir miyiz?’’ soruma zorlamam gerek kalmadan olumlu cevap verdi Sezai Bey.
Uzun yıllar kendisiyle ilgili yazı ve haberlerde o gün çekilen ve mülakat günü gazetede yayımladığımız fotoğraflar kullanıldı.
Bu yazımın başında ve içerisinde gördüğünüz iki fotoğraf o gün çekilmiş olanlardır.
Mülakatım da, sonradan, ‘Diriliş Yayınları’ arasında ‘Tarihin Yol Ağzında’ adıyla yayınlandı.
Aşağıda mülakatın giriş bölümünden iki soruyu aynen aktarıyorum:
Soru: Siz fikir adamı ve sanatçı kimliğinizle bilinip tanınıyorsunuz. Son bir kaç yıldır da bir siyasi eylemin içindesiniz, Diriliş Partisi Genel Başkanısınız. Fikir ve sanat adamlığından siyasi eyleme geçme süreciniz nasıl oldu?
Cevap: Kişilik bir bütündür; bunlar ayrı süreçler veya birbirinden kopuk dönemler değil, aynı kişiliğin çeşitli şartlarda ve çeşitli görevlerde aldığı tavırlardır. Hele bizim dünyaya geldiğimiz çağda, sanatçı kişiliğini dolaysız toplum görevi kişiliğinden ayırmak mümkün değildir.
Kanuni veya Harun Reşid devrinde, bir insan sadece şiir yazarak toplumdaki görevini yerine getirmiş olabilirdi; ama, toplumların, kritik dönemlerinde, şairle cephedeki insana mesafesi aynıdır. Şairin tavrı cephedeki insanın tavrından farklı değildir. Diyelim bir Mehmed Akif, hem cephede, hem de şiiriyle çarpışan bir insandı. Bu bakımdan, bizim de durumumuz Mehmed Akif’in durumundan farklı değildir. Mehmed Akif, biten bir donemin son savaşçısıydı, bizler de başlayan bir dönemin ilk savaşçılarıyız. Birisi bitmemek için yapılan bir savaş, öbürü de yeni bir dönemin, bir dirilişin başlayış savaşıdır. Bu iki savaş birbiriyle irtibatlıdır. Onlar savaşmasaydı biz belki bu başlangıcı yapamayacaktık.
Düşünceye gelince… Düşünce, sanatla eylem arasındaki köprüdür. Sanatla yola çıkan savaşçı insan, daha sonra otuz yılın olgunluğuna erince, düşünce döneminin büyük eşiğine ayak basacak, onun da arkasından eylem gelecektir. Çünkü, biz düşünce için düşünce üretmiyoruz; düşüncelerimiz toplumun sağlığı içindir ve tabii, bir gün, mutlaka uygulanmalıdır. Düşünceler uygulanmadığı zaman durgun suyun uğradığı akibete uğrarlar; bataklıklar oluşur ve sinekler ürer. Düşünce de, akan bir su gibi, toplumun ruhunda ve davranışlarında yeni arayışlar bulursa canlılığını koruyacaktır. O bakımdan, ben, milletimin hayat ve memat gününde, şiirimle, düşünce çalışmalarımla ve politik atılımımla aynı kişiliği sürdürdüğüm inancındayım.
Soru: Siyasi eyleminiz son zamanların gelişmesi. Bu günleri sizin için özel kılan ve siyasî eylem başlatmanızı gerektiren şartlar neler?
Cevap: Aslında eylemimiz yeni değildir. Aysberg gibi su altında oluşan bir tarafı vardır. 30 yıllık bir düşünce çalışması söz konusudur. Çıkardığım dergide, bütün yazdığım yazılarımda, hatta şiirlerimde bir dâvayı savunmuşumdur. Bu, demin de dediğim gibi, sırf teorik, bir felsefi problemi çözmek şeklinde ortaya konulmuş bir dâva değildir, bir toplumun hayat-memat dâvasıdır. Ancak bunu mutlaka benim uygulamam, öngördüğüm fikirleri veya düzeni benim ön plana geçip de tatbik sahasına koymam şart değildi. Düşünürler düşüncelerini söylerler, arkadan gelen bir nesil de onu uygular. Ancak süreç hızlanınca, memleketimizin, milletimizin çok kritik bir döneme girdiği görülünce bunu öne almak gerekti.
Otuz yıl içinde düşüncelerimiz toplumda yayılmış, gelişmeler olmuş, yeni bir nesil yetişmeye başlamış, ancak istediğimiz anlamda siyasi bir kadro yetişmemiştir. Fakat hadiseler o kadar hızlı akmıştır ki, bu siyasî kadronun yetişmesini veya faaliyete geçmesini çok hızlandırmak icabetmiştir. Bu sebeple düşünce alanından doğrudan politik alana geçme zarureti doğmuştur.