Fehmi Koru*
Can kayıplarının yüksekliği, yıkılan ve yıkılacak binalar yüzünden yerlerinden olanlar ile çadırlarda, derme çatma yerlerde yaşamak zorunda kalanların varlığı yüzünden bu günlerin unutulmayacağı sanılıyor.
Oysa doğal akışına bırakılırsa bu günler de unutulacak.
Tıpkı 20 bine yakın insanın hayatını kaybettiği, 100 binlerin uzun süre konteyner kentlerde yaşadığı 1999 Marmara depreminin, üzerinden bir süre geçtikten sonra unutulduğu gibi…
Seçimli bir yıl olmasaydı şimdilerde karşımıza çıkan gelişmeler çok daha farklı yaşanabilirdi; birkaç ay sonra sandık başına gidileceği için deprem sonrasının harareti bize bu günlerin uzun süre unutulmayacağı hissini veriyor.
Unutulacaktır, unutacağız.
Genç-yaşlı nesillerin el ele sergiledikleri dayanışma tabloları, kendi insanlarımız yanında dünyanın neredeyse bütün ülkelerinden yardımımıza koşan gönüllülerin fedakar çabaları, bu acılı dönemden zihinlerimizde mutlaka yer edecek.
Tabii bir de olumsuz görüntüler…
Eleştirilere küfürle mukabele edilmesi…
İleride hesabı sorulmak üzere olduğu anlaşılan notların kaydedildiği bir veya birden fazla defterin varlığı, yaraları sarmaya gelenleri ‘İngiliz casusu’ olmakla suçlamalar…
Sansür denemeleri…
Muhalif bilinen medyaya tehdit amacıyla sallanan parmaklar, muhabirlere çekiçle saldırılar…
Döneminde yeterli tedbirler almadığı depremde bütün açıklığıyla ortaya çıkan bir belediye başkanının, partisi lideri önünde seçmeni tarafından istifası talep edildiğinde, “Diğer on belediye başkanı istifa etsin ben de ederim” cevabını vermesi…
Aradan ne kadar zaman geçerse geçsin benim hafızamda herhalde bunlar bu dönemden kalacak izler olmayı sürdürecek…
Depremin sarstığı illerimiz ve yerleşim yerlerinde hissedilen acıları hafifletmek, başlarını sokacak bir çatısı bulunmayan, başka illerde kendilerini misafir edecek yakınları olmadığı için deprem bölgesinden ayrılamayan, içecek bir tas çorba, def-i hacet edecek tuvalet, yıkanmayı sağlayacak duş bulamayan depremzedelerin hiç değilse bazı temel ihtiyaçlarının karşılanması için seferber olan insanların dayanışma hassasiyeti bir yana…
Aynı dönemde, eski kötü alışkanlıklarına yenilerini de ekleyerek bildikleri kötü yoldan ayrılmayanların hoyratlıkları diğer yana…
Birilerinin ‘asrın felaketi’ adıyla anılmasını istedikleri depremi gerçek anlamda ‘felaket’ haline dönüştüren bence bu ikinci söylem ve tavırlar… Felakete maruz kalanların kaybettikleri yakınları, çöken evleri, temel ihtiyaç maddelerinden mahrumiyetleri ile, onlar üzerinden süregiden siyasi tartışmaların üslubu çelişiyor.
Kötülüğün sıradanlığı veya sıradanların kötülüğü…
İstifa bekleyenler daha çok bekleyecekler…
Nedeni istifası istenen belediye başkanının cevabında. Bizde samur kürk bile olsa kabahati kimse üzerine almaz. En fazla sorumlu olanlar, etraflarına baktıklarında kendilerinden önce hesaba çekilmesi gerektiğini düşündürecek başkalarını görür ve önce onların istifa etmesini bekler.
Onların istifasını bekledikleri de aynı düşüncelerle istifa etmezler.
Ta ki, metal yorgunu oldukları gerekçesiyle görevlerini başkalarına bırakmaları kendilerinden istenene veya görevlerinden af edildiklerini sürpriz şekilde haber bültenlerinden öğrenene kadar, bütün sorumlular yerlerinde kalmaya devam ederler bizde.
Çanakkale’nin iki yakasını bir araya getirecek köprünün inşaatında çalışan Japon mühendis, aslında başkasına ait bir kabahati üzerine alıp cezayı en ağır biçimde kendisine biçer, ama onu intihara sevk eden kabahatin yerli sahibi işine devam eder…
Hayat da böylece devam eder gider…
Geriye bir dizi yalan, akıl almaz propagandalar ve onlara eşlik eden hayali senaryolar kalır.
Bütün bunların sonucunda da, unutulmaz sanılan hatıralar, bir bakmışsınız, bir gün gelmiş ve unutuluvermiş…
Tam iki yılımızı evlere kapanarak, maskeli hayata zorlanarak geçirdiğimiz koronalı günlerde de az insanımızı kaybetmedik; kaybettiklerimizin acısını hisseden yakınları dışında hepimiz o günleri hafızalarımızın en gerisine itmedik mi?
Bugünlerde yaşadıklarımızı -daha doğrusu bizlere yaşatılanları- unutmayacağımıza nasıl inanabiliyoruz?
Eğer gerçekten de bugünleri iyi-kötü taraflarıyla unutmaz, onları hafızalarımızda olabildiğince canlı tutabilir ve bundan sonraki hayatımızı şu sıralarda gördüklerimiz, bilir hale geldiklerimiz, özümüzde hissettiklerimiz istikametinde kurma kararlılığı gösterebilirsek, geleceğimizden de o kadar emin olabiliriz.
Şimdilerde yaşadıklarımız belki o zaman bir kez daha yaşanmayabilir.
Şu sıralarda sağda-solda o kadar çok “Unutmayacağız, unutturmayacağız” ifadelerinin geçtiği metinle karşılaşıyorum ki, onların etkisiyle kendim de bu günleri unutmaya direndiğim gibi, unutturmak isteyenlerin bu niyetini kursaklarında bırakmak da istiyorum.
Zorluğunu bile bile…
Bu yazıyı da unutmanın kaçınılmaz olduğunu hatırlatarak o zorluğun üstesinden gelmek için yazdım.
Unutmak doğal ama unutturmamak için çok özel çabalar sarf etmek gerekiyor.
Varsanız ben de varım.