Fehmi Koru*
Yarından sonra girilecek 2023 yılı Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yıldönümü… 21. yüzyılın ilk çeyreğini geride bırakmaya pek bir şey kalmadı.
Böyle bir zaman diliminde siyaset arenasında istemeden tanık olduğum atışmalar bana “Fesüphanallah” dedirtiyor.
Şu sıralarda siyaset arenasında ileri-geri laflar ederek tartışanlar söylediklerinin ne anlama geldiği üzerinde pek kafa yormuyorlar galiba.
Onlar namına ben utanayım bari.
Kabile devletlerinde bile kabul gören temel bir hukuk kuralı vardır: Hiç kimse bir başkasının işlediği yanlış işlerden ötürü suçlanamaz. Buna ‘suçun şahsiliği ilkesi’ deniliyor. Anayasada da bununla ilgili “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz” bir madde (m. 38) yer alıyor.
Peki, nasıl oluyor da, Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzyılının geride bırakılacağı yeni bir yıla girilirken, koca koca sıfatları bulunan siyasiler, birbirlerini başka birileri üzerinden suçlayabiliyorlar?
Bir bakan yardımcısı suçlanıyor. Neyle? Kardeşinin FETÖ ile irtibatı bulunması iddiasıyla. Kardeşi yurtdışında yaşıyormuş ve bir listede FETÖ ile ‘iltisaklı’ görünüyormuş. Muhalefetin öndegelen bir ismi, bu sebeple bakan yardımcısını ve onu koruyan bakanı suçluyor.
Daha da tuhafı, bakan yardımcısı da, kardeşini uzun yıllardır görmediğini söyleyerek kendisini savunuyor.
Yardımcısı olduğu bakan da ona yine aynı gerekçeyle sahip çıkıyor.
Akıl alır gibi değil.
‘Suç’ ve ‘suçun şahsiliği’ gibi ilkelere ve anayasa maddesine aldıran yok.
Hukukta ‘suç’ ancak yargı kararı ile sabit olur. Mahkeme biriyle ilgili karar verene kadar o kişi ‘şüpheli’ veya ‘sanık’ olarak tanımlanır. Her yargılanan kişi ‘suçlu’ bulunacak değil; bildiğim kadarıyla, görülen davalardan yarıdan fazlası beraatle sonuçlanıyor ülkemizde.
Zaten bu yüzden de, mahkemeye sevk edilen kişilerin isimleri, haklarında mahkemece ‘suçlu’ olduklarına karar verilene kadar, açık biçimde yazılamıyor. Rümuz kullanılıyor.
Fakat, işte bu son atışmada, henüz yargılanmamış, dolayısıyla mahkeme tarafından ‘suçlu’ bulunmamış insanlar ulu orta ‘suçlu’ ilan edildikleri gibi, o kişilerin aile fertleri de, sırf akrabalık bağları bulunduğu için, suçlanabiliyor.
Ayıp ediliyor.
Türkiye bir darbe girişimine maruz kaldığı için oluyor bütün bunlar…
Her demokrasi, varlığına kast eden darbelere ve darbe girişimlerine en sert tepkileri verir. Vermelidir de. 15 Temmuz (2016) darbe girişimine planlama safhasından icra noktasına kadar katıldığı şüphesi duyulanların hesaba çekilmesini doğal karşılamak gerekir.
Ancak bunu yaparken de hukukun kabul edebileceği sınırlar aşılmamalıdır.
Nitekim, ABD’de, iki yıl önce, 6 Ocak 2021 tarihinde, Kongre binasını basma girişimi, o ülke tarafından ‘darbeye teşebbüs’ olarak değerlendirildi.
Öyleydi de.
Kongre binasını basanlar, eylemlerinden iki ay önce yapılmış seçimin sonuçlarını geçersiz kılmayı ve seçilmiş başkanın görevine başlamasını engellemeyi hedefliyorlar, bunu da milletvekilleri ve senatörleri rehin tutarak gerçekleştirmeyi planlıyorlardı.
Girdikleri her yeri tahrip ettiler, olay sırasında beş kişi hayatını kaybetti.
Eylemciler eylemlerini kameralar karşısında icra ettikleri için kolayca tespit edildiler. Haklarında davalar açıldı ve şu sıralarda o davalar mahkumiyetle sonuçlanmakta. Mahkemeler orada da cezalar veriyorlar. En ağır ceza 10 yıl hapis civarında.
Girişimde yer alanlar yargılanırken aile fertlerinden birileri de suçlanıyor mu?
Bırakın öyle bir suçlamayı, yargılanan insanların mensubu oldukları tespit edilen örgütler var; o örgütlerin üyesi olduğu bilinen ama eylemden uzak durmuş kişileri sorgulama ihtiyacı bile duymadı mahkemeler.
Kongre baskınının siyasi boyutları da yine Kongre’de kurulan bir komite tarafından sıkı sıkıya incelendi ve bir rapora bağlandı.
Bizde suçlanan bakan yardımcısının kardeşini ‘iltisaklı’ kılan ‘suç’ ne?
Söylenen, Bank Asya’da hesabı olması…
O yüzden yargılanıp ağır sayılabilecek cezalara çarptırılan kişiler var; var da öyle bir suçlama hukukun sınırları içerisinde kabul edilebilir mi?
Devlet görevini yerine getirmediği için özel yurtlara sığınmak zorunda kalmış öğrenciler, o yurttaki abiler ve ablaların kendi aralarında haberleşmeleri için olduğunu söyleyerek cep telefonlarına indirdikleri bir program yüzünden ‘suçlu’ görülebildiler…
Gencecik askeri okul öğrencileri, nereye ve ne amaçla götürüldüklerini bile bilmeden sürüklendikleri olay mahallinde bulundukları gerekçesiyle suçlanabildiler; galiba bu yüzden mahkumiyet alanları bile oldu.
Hayatı boyu demokrasiden yana tavır almış, darbelere karşı en sert tepkileri vermiş yazarlar bile ‘darbeci’ sıfatı kendilerine layık görülerek yargılanabildi.
Suçlanan kişilerle akrabalık bağı bulunan kişilere kadar ‘suçluluk’ yaygınlaştırılabildi.
Düne kadar bu yapılanlara itiraz ettikleri işitilmiş bazı siyasiler, laf olsun torba dolsun anlayışıyla, dünkü eleştirilerini bir tarafa bırakmış, bir bakan yardımcısı üzerinden bakan eleştirebilmek için, dün eleştirdikleri yanlışlığa kendileri alet oluyorlar.
Ne bakanla ne de bakan yardımcısıyla ne de ailelerinin bireyleriyle tanışıklığım var.
[Çataklı soyadı hiç yabancım değil ama. Bakan yardımcısının kardeşinin adı Osman Çataklı imiş. O ismi taşıyan birini biliyorum. Refahyol hükümetinin başbakanı Necmettin Erbakan’ın kız kardeşinin eşinin ismi Osman Çataklı’ydı. İTÜ profesörüydü. CHP-MSP koalisyonu döneminde Vakıflar genel müdürlüğü de yapmıştı. Rahmet-i rahmana kavuştu. Akrabalık bağı var mıdır, bilmiyorum.]
Yarından sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yıldönümü de olan 2023 yılına girilecek. Anlamsız atışmalarla sonradan pişmanlık duyulacak sözlerden sakınılması gereken bir zaman dilimindeyiz. Bunu yapmak yerine, çekmemesi gerektiği halde yakın geçmişin yanlışlarının çilesini çeken insanlar varsa, onları bu durumdan kurtaracak formüller üretilmesine kafa yormak lazım.
Üstelik kritik bir seçime de gidiliyor.
Türkiye’yi anayasasında sayılmış niteliklerden biri olan ‘hukuk devleti’ sıfatına layık bir ülke haline döndürmek siyasilerin görevidir.