Sibel Oral*
Fatma Esen’in hayatı el emeği. 45 yıl boyunca elleriyle kazanmış hayatı.
İnce ince dolma saran, torunlarının başını okşayan, içli köfte yapan elleri…
Genç kızken saçlarını tutam tutam ören, evlenince boncuk işinde, dantel yapan ve zafer işareti yaparken göğe uzanan kınalı elleri…
Secde ederken en sevdiği seccadesine kapanan, dua eden, Anneler Günü’nde aldığı ilk hediyenin yıllarca tozunu alan, komşularına gösteren, aile fotoğraflarını özenle albümlere yerleştiren elleri…
Evde, meydanlarda hayata ve özgürlüğe sahip çıkan, selamlayan elleri…
Onun hayatını dinlerken ve sonrasında düşünürken uzun uzun, hep elleri vardı aklımda. Gördüğüm ilk fotoğrafında elinde biber… Piknikteler mi yoksa bir evin bahçesinde mi, öğrenemedim. O biberleri cazır cuzur kızartırken “patlayan” biber tohumları yüzünden ellerine yağ sıçradı mı diye düşündüm. Sıçrasa da eminim yanmazdı elleri. Alışıktı, acımazdı. Sennur Sezer’in dizelerindeki gibi:
“Elim ateşten korkmuyor,
Ülkemin bütün kadınları gibi tırnaklarım küt
Ateşten sıcak bir tencereyi yanmadan alabilirim…”
Fatma Esen bende böyle kaldı işte, elleriyle...
“Uzun, iki yana örülü saçları vardı”
Siirt’in Eruh ilçesinin bir zamanlar Terhan olarak bilinen ama bugün resmî kayıtlarda Bayramlı olarak geçen köyünün bir evinde 1971 yılında doğmuş Fatma Esen. Dokuz kardeşin en büyüğü. Evde abla, anne yarısı; tarlada ailesiyle emekçi. Buğday biçer, odun taşır, sacda ekmek yapar, evin tüm işlerini görürmüş. O zaman devlet kayıtlarında Fatma Ete. Kayınvalidesi Perihan Esen’in hafızasında; saçları upuzun, iki yandan örülü Fatma. Binlerce kişinin kaldırdığı cenazesinde tabutuna kapanıp “Yeter, Bese” diye haykıran Perihan Hanım, o upuzun saçlarını anımsıyor: “Uzun, iki yana örülü saçları vardı, çok güzeldi. Ben gittim köye bin defa. ‘Bu kızı istiyorum’, dedim. Çok sevdim onu. Bir köylü diyordu ‘Bu kadın sürekli gidip geliyor, nedendir’. Çok sevdim ben Fatma’yı. Üzmedi beni hiç.”
Evlenmişler Mehmet Esen’le. Yılını hatırlamıyor Mehmet Bey, zaten evlilik cüzdanları da beş yıl sonra çıkmış. Esen ailesi o zamanlar Fatma’nın köyüne yakın olan, Kürtçede sebze ekilen yer anlamına gelen Pares köyündenmiş. Paris deniyormuş oraya, bugünkü resmî adı Üzümlük olan köyün halkı da baskılar nedeniyle göç etmeye başlamış. ‘90’ların başında Fatma’nın ailesi Mersin’e, Esen ailesi de gelinleri Fatma ile birlikte İstanbul’a yerleşmiş.
Sonrası İstanbul. İstanbul’da, Balat’ta bir sokakta, o sokakta bir evde başlamışlar yaşamaya. Bugün fotoğraflarda kalan mavi boyalı bir odadaki yer sofrası o günlerden bir hatıra. Fatma Hanım içli köfte yapıyor o sofrada, üzerinde cam yeşili bir bluz. Gülümsüyor. Zaten hep gülümsüyor. “Yaşamı boyunca hep şakalar yapan, güler yüzlü bir kadın oldu,” diyorlar onun için. Hem ne kadın... Güçlü kuvvetli. Ağır işlerden kaçınmıyor. Odun kesiyor, taşıyor, durmuyor. Gelini kızmış bir keresinde, “Oğlun, kocan varken sen kesme anne” demiş, dinletememiş.
Okumamış Fatma Esen. “Okuma yazması olsaydı Kur’ân-ı Kerim’i de okurdu,” diyor gelini Leyla. “Beş vakit namazını kılar, zekâtını verir, ibadetini yapardı. Hiç oruç borcu yoktu. İşte okuması yoktu, o yüzden Kur’ân okuyamadı ama iki çocuğuna okuttu. Şimdi her akşam onun için okuyorlar.”
Evde ve meydanlarda hep dimdik Fatma
Çocukları Yusuf ve Eylem… Yusuf, Fatma-Mehmet çiftinin ilk çocuğu. Şimdilerinde 28’inde, Abdulsamed ile Muhammed Barış adında iki oğlu var Yusuf’un. Kızı Eylem ise 16 yaşında. Torunlarını çocukları gibi sevmiş, kollamış Fatma Hanım. Zaten neredeyse ailesinde kendisinden sonra gelen tüm çocuklara o bakmış. Erkek kardeşleri, kız kardeşleri, çocukları, torunları. Hepsi onun güçlü ve şefkatli kollarında büyümüş. Çamaşır, yemek, odun, çarşı-pazar hepsi onda. Şikâyetçi de değil hani. Her şeye yetişiyor. Eve de, sokağa da, hakkını aramaya da… Albümlere yerleştirdiği fotoğraflardan birinde henüz bir yaşındaki kızı Eylem kucağındayken 8 Mart Dünya Kadınlar Günü yürüyüşünde görünüyor. Hep dik, dimdik duruyor mitinglerde. “Jin Jiyân Azadî” demek için, “Newroz Pîroz Be!” demek için. Elinin hamuruyla emek için yürüyor. Kazlıçeşme’de, Şişli’de, üzerinde yöresel kıyafetleriyle özgürlük için, barış için kalabalıkta duruyor Fatma Esen. Dimdik duruyor, gülümseyerek.
İlk torunu Barış. Gelini Leyla ne zaman kızıp eline terliği alsa kızarmış Fatma Hanım. Koynunda büyütmüş Barış’ı. Şimdi Leyla ne zaman Barış’a kızacak, eline terliği alacak olsa aklına o anlar geliyor, tutuyor kendini; ya görüyorsa, üzülür diye... Barış babaannesi Fatma’nın fotoğrafına bakıp “Dolma yapardı, bana dondurma da almıştı bir keresinde” diyor.
“Gitti gelmez, yok artık…”
Eşi Mehmet Esen anlatıyor arada iç geçirerek “Sacda ekmek yapardı eskiden, elinden her iş gelirdi. Sarma sarardı ama böyle ince ince. Acılı, salçalı böyle. İçli köfte, çiğ köfte çok güzel yapardı,” diyor, Leyla ekliyor: “Ankara’ya gitmeden evvel bir tencere sarma, dolma yapmış. Cenazesinden sonra yedik…” Mehmet Bey fotoğraflara bakarken mırıldanıyor:
“Gitti, gelmez, yok artık…”
Bodrum kattaki evde her şey ondan yadigâr. Plastik süs çiçekleri, danteller, kendi ördüğü mavi beyaz peçetelik, koltuk örtüleri ve tüm eşyalar. Emeği elinde bir kadınmış Fatma Hanım. Yaşamı boyunca evinde çalışmış. Atölyelerden el işi alıyor, kazak örüyor, dantel işliyor bu şekilde evine gelir sağlıyormuş. Kazandığı parayla eşine, gelinine, torunlarına pazardan kıyafetler alırmış. En son eşine dört pantolon ve çorap almış. Bugün Mehmet Bey, “Fatma’nın aldığı çoraplar”ı arıyor evin içinde, illâ onları istiyor. Aldığı sadece çorap olsa yine iyi. El işinden biriktirdiği parayla önce bilezik alıp, eşine vermiş, sonra o bileziklerin parasıyla bir arabaları olmuş.
Mehmet Bey biraz sinirli, heyecanlı ama Fatma Hanım öyle değilmiş, hep sakin, hep şakacı. Öyle komşu komşu ev gezmelerini sevmiyor ama Eyüp Sultan’a gitmeyi seviyor. Evde oturmayı seviyor ama öyle televizyonla pek arası yok. Arada Kürtçe kanalları izliyormuş sadece. Sevdiği de bir şarkı var. Seyda Perinçek’in bir şarkısı. En sevdiği şeylerden biri de düğünlerde oynamak, halay çekmek. Ailede kimse oynamayı sevmiyor ama Fatma Hanım onların yerine de oynarcasına, tüm kötülüklere, tüm zorbalara karşı oynuyor ve duruyor halaya…
Ve bir şey daha... Fatma Esen çocukluğunda kızamık olmamış. Bunu bilen gelini, torunları Abdulsamed ve Muhammed Barış kızamık olunca “Çocukları getirmeyeyim, 40 yaştan sonra kızamık çok tehlikeli diyor herkes,” demiş. Fatma Hanım bu, ikna olur mu? “Barış’ın kızamığından bana bir şey olmaz, öleceksem de Barış’ın kızamığından öleyim…” demiş.
Fatma Esen, 45 yaşında Barış Mitingi’nde hayatını kaybetti.
* Bu yazı, Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'ün, 10 Ekim 2015 Cumartesi günü Barış Mitingi'ne giderken katledilenlerin unutulmaması için hayata geçirdiği Barış Portreleri projesi kapsamında hazırlanan 101015ankara.org sitesinden alındı.