Gündem

Faruk Eczacıbaşı: Dikişler patlıyor

Türkiye Bilişim Vakfı Başkanı Eczacıbaşı: Başarılı bir kırılım teknolojisi yaratan şirketler, ekonomik piramidin en üstüne yerleşiyor. Hayatımız kolaylaşıyor, ucuzluyor, rahatlıyor ve kalitesi artıyor. Ancak, unutmamamız gereken bir şey var…

19 Nisan 2022 00:00

Faruk Eczacıbaşı*

Endüstri çağından sonra gelen döneme genelde verilen isim “bilgi çağı” oldu. 2000’li yılların başından beri kullanılan bu kavramın artık içinin boşaldığını düşünüyorum. Hem aradan geçen süre içinde yerli yersiz çok fazla kullanıldı hem “bilgi” kelimesinin anlamı değişti. Örneğin “yanlış bilgi” de aslında bilginin ta kendisi. Ben bugün bu çağa bir isim vereceksem “kırılım çağı” demeyi tercih ederim.

İngilizcede kullanılan “disruption” kelimesini Google Çeviri “bozulma” diye tercüme ediyorsa da, bence doğru kelime “kırılım”. Ani bir değişimle savrulmakla eş anlamlı diyebiliriz.

Yaşadığımız pandemi aslında “kırılımların anası” oldu.  Beklenmeyen bir şekilde geldi ve günlük yaşamı savurdu. Sahip olduğumuz birçok alışkanlığı hem kısa hem uzun dönemli altüst etti. COVID tamamen yok olsa bile, birçok alışkanlık farklılaşacak. Çalıştığımız ofislerle olan ilişkilerimiz, seyahat etme alışkanlıklarımıza kadar birçok değişiklik yaşayacağız.

Pandemi tabii doğanın bir musibeti. Zaten teknolojinin gelişmesiyle hayatımızda birçok farklı kırılımı bilerek veya bilmeyerek yaşıyoruz. Akıllı cep telefonları yüzünden, başta müzik olmak üzere, birçok endüstri şekil değiştirdi. 20’nci yüzyılın ikon şirketlerinden film üreticisi Kodak iflas etti. Her türlü mesajlaşmayı, fotoğraf çekmeyi veya müzik dinlemeyi artık akıllı cep telefonumuzla yapıyoruz.  

YouTube üstünden artık eğitim alınabiliyor. Uber, taksicilik alışkanlıklarını değiştirdi. AirBnB otelcilik kavramını savurdu. Belki de en önemlisi “sosyal medya”, hiyerarşik medyayı 10 yıl kadar kısa bir süre içinde tamamen köşeye sıkıştırdı. Blokzincir teknolojisi, finans dünyasını altüst etti. FitBit ve benzeri uygulamalarlarla sağlık kavramı, tedaviden bakıma kayıyor. Sağlık teknolojilerinde yaşanan diğer radikal kırılımları günlük yaşamımızda görmediğimiz için fark etmiyoruz bile.

Başarılı bir kırılım teknolojisi yaratan şirketler, ekonomik piramidin en üstüne yerleşiyor. Hayatımız kolaylaşıyor, ucuzluyor, rahatlıyor ve kalitesi artıyor. Ancak, unutmamamız gereken bir şey var: Toplumların düzeninin sağlanması için birtakım kontrol mekanizmaları var ki, onlar kırılım yaratan kavramlar gibi “kâr amaçlı” oluşturulmuyor ve bütün bu yenilikler bu altyapıların üstüne yük olarak biniyor. Örneğin Basın Kanunu, her biri iyi kötü bir yorum yazarına dönüşen sosyal medya kullanıcıları için yeterli olamıyor. Veya blokzincir ürünleri finans ve hukuk dünyasını zorluyor.

Bugün dünyanın neredeyse her tarafında yaşanan gerilimin, yönetişim alt yapısıyla, kırılımlarla gittikçe daha fazla dolan ve teknolojinin getirdiği gelişmelerle kendini devamlı yenileyen kavramların uyumsuzluğu olarak görmekte yarar var. Dünyanın ayrı köşelerinde iktidarlar bu gerilimle başa çıkamadığı için de gittikçe hoyratlaşıyor.

Kırılımlar eski yapıyı yok etmiyor ama seçenek yaratıyor. Diğer bir deyişle, her türlü denetimin etrafından dolanan seçenekler içinde yaşamaya başladık.

Seçenek yaratmak aynı zamanda kaçış yolu yaratmak demek. Tekno-sosyoloji gurularından Azeem Azhar’ın sözüyle toplumlar normlar, kurallar, değerler ve beklentilerle yönetilirler ama bugün artık teknolojik gelişmeler kurulmuş yapıları sorgulatıyorlar. Sağlıklı yönetimler için ortak paydada anlaşmış, esnek ve dayanıklı toplum yapılarına ihtiyaç var.

30 yıl kadar önce internetin hayatımıza girmesiyle küreselleşmenin vazgeçilmez yoluna girdik. Her ne kadar “neoliberal küreselleşme”ye kırmızı ışık yakılıyorsa da, eğer dünyanın herhangi bir köşesinde birinin nezle olmasından dünyanın öbür ucunda birisi anında haberdar oluyorsa küreselleşmenin zaten önüne geçemiyorsunuz demektir.

Ne kadar sıkarsanız sıkın, dikiş bir yerlerden patlıyor demektir. Sorumluluk taşıyan liderlerin bunu bilmelerinde yarar var.


* Türkiye Bilişim Vakfı Başkanı Faruk Eczacıbaşı’nın bu yazısı, Capital dergisinin Nisan ayı sayısından alındı.