İster Facebook'u ister Google'ı ya da başka bir platformu kullanalım, tercihlerimiz aslında gizli bir biçimde yönlendiriliyor.
Bilgisayar programlarının bize ne düşünmemiz gerektiğini söylediği bir çağda biraz modası geçmiş bir haber çıkmıştı: Kimseye hesap verme sorumluluğu olmayan bazı seçme bireyler neyin haber olup olmadığına karar veriyor.
Facebook'ta kullanıcıların hangi konuları görüp görmeyeceğini orada çalışan küçük bir grup belirliyor.
Bazıları Facebook'un muhafazakâr içerikli paylaşımları öne çıkarmadığını iddia ediyordu. Facebook bu iddiayı yalanlamıştı.
Grizmodo adlı teknoloji şirketi geçen Mart'ta bu iddiayı ortaya atarak Facebook'un bunu siyasi eğilimden bağımsız olarak iki nedenle bu durumu utanç kaynağı olarak görebileceğini belirtti.
Birincisi, öne çıkarılacak haberleri insanların seçiyor olması, haber sıralamasında tarafsız bir sürecin işliyor olması illüzyonunu ortadan kaldırıyor. İkincisi ise haberleri seçen bu insanların sadece sayısal hedef gözeterek ve editoryal sorumluluk duymadan bu işi yapıyor olmaları algısı.
Aslında sorun insan unsuru ya da ideolojik taraflılık değil. Esas sorun, dünyanın en güçlü bilgi paylaşım platformunun insanların Facebook hesabında ne göreceğine denetimsiz bir şekilde karar veriyor olması.
Facebook gibi platformlar "en çok paylaşılan" ya da "uygunluk" gibi cazip kategoriler halinde bizi yönlendirici bir şekilde haber sunuyor. Bu haberlerin ne şekilde filtreden geçirildiğini bilmiyoruz.
Oysa bize sunulan bilgide ufak tefek değişiklikler davranışlarımızı değiştirdiği için bu çok önemli.
Nedenini anlamak için, hükümetlerin çok kullandığı "dürtme" politikasına bakalım. Bunu bizleri belli davranışlara yöneltmek için fark ettirmeden yapıyorlar.
Örneğin, organ bağışını teşvik etmek için herkesin organ bağışı yapmak istediğini varsayıp yapmak istemeyenlerin bu sistemden çıkmak için ayrıca başvuru yapmaları yöntemini izlemek. Bu şekilde daha fazla insan organ bağışı için kayıt yapmış oluyor.
Dijital dünyada ise 'dürtme' şu şekilde oluyor: İnternette dolaşırken satın alacaklarımızdan inanacaklarımıza kadar sürekli belli tercihlerle karşı karşıya kalıyoruz. İşte burada tasarımcılar ve teknisyenler fark ettirmeden kararlarımızı etkileyebiliyor.
Bilgi seçme işini sadece Facebook da yapmıyor. Yapay zekâ alanındaki tırmanışta akıllı tavsiye sistemleri etkili oluyor. Gogole'dan Apple'a ve Amazon'a kadar bu işin içinde olan birçok şirket, 'bize özel' bilgi iletim sistemi adı altında internet dünyasında bizleri yönlendiriyor. Burada asıl sorun ise insan seçimi mi makine seçimi mi olmaktan çok, yönlendirme ve bilgili tercih arasında.
İhtiyacımız olan bilginin elimizin altında olması ve buna dayanarak daha iyi kararlar alma olanağı, pozitif bir güç olarak bilgi teknolojisinin temel ilkelerinden biri.
Dördüncü Devrim adlı kitabın yazarı ve teknoloji filozofu Luciano Floridi, bu süreci tanımlamak için "etikçi tasarım" tabirini kullanıyor. Bilgi sistemlerinin, bizi yönlendirmeye karşı durarak etik angajmanı sınırlamaktan ziyade genişletmesi gerektiğini savunuyor. Ona göre, örneğin organ bağışı insanlara sessizce bir davranışı empoze eden otomatik bir ayar şeklinde değil, sorunla yüzleşmeyi, sorgulamayı ve geliştirmeyi sağlayan bir tarzda ele alınmalı.
Burada ise bazı temel çatışmalar bulunuyor; rahatlık ile düşünme, kullanıcıların istediği ile onlar için daha iyi olan, şeffaflık ile ticari saik arasında olduğu gibi.
Ekranın ön yüzü ile arka yüzü arasındaki bilgi asimetrik hale geldikçe, yani sistemin sizin hakkınızda bildikleri sizin onun hakkında bildiklerinizden daha fazla oldukça, tercihleriniz de farkında olmadığınız dürtmelerin yönlendirdiği bir hal alacaktır. Bu asimetri ise giderek büyümektedir.
Bu sorunun basit bir çaresi yok. Giderek büyüyen veri dünyasında yolumuzu bulabilmek için bilgisayar programları ile insan seçimi içerik arasında zekice bir karma yapmak en doğrusu galiba.
Ama şunu da unutmamak gerekir: Kullandığımız teknolojinin tasarımını yapanların amaçları bizden farklı. Onlarla aramızdaki aracılar ister algoritma olsun ister bir insan editör, oralarda yolumuzu bulmak, insanın taraflılığından kaçış olmadığını kabullenmekle mümkün.