Ümit İzmen / Boğaziçi Üniversitesi
Kur savaşları korumacı ticaret savaşlarına yol açar mı?
Küresel kriz sonrasında düşen talep, rekabetçi kur politikaları tartışmasını gündeme taşıdı. Para birimlerinin değerlenmesini önlemek için başlayan tartışmalar önce kur savaşları biçimini aldı. Sonra tartışma, kur rejimlerini içine alacak biçimde genişledi ve Dünya Bankası Başkanı Zoellick’in açtığı altın standardı tartışması ile iyice dallanıp budaklandı. Merkez Bankaları’nın işinin çok zorlaşmış olduğu bu dönemde, konuyu bu sene Global Finance dergisi tarafından dünyanın en iyi Merkez Bankası Başkanı seçilmiş olan ünlü iktisatçı Stanley Fischer ile konuştuk. Fischer Türkiye’nin dalgalı kur politikasını terkederek serbest kur politikasını benimsediği 2001 krizi sırasında IMF’de 1. Başkan Yardımcısı olarak görev yapıyordu. Dünya Bankası’nda Başkan Yardımcısı ve Baş ekonomist, Citigroup’ta Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı olarak görev yapmış olan Fischer Mayıs 2005’ten bu yana İsrail Merkez Bankası Başkanlığı yapıyor. Fischer bugün tüm dünyanın yakından izlediği FED Başkanı Ben Bernanke’nin de doktora tez danışmanı idi.
Dünyada süren kur savaşları tartışmaları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bunlar bu hafta ya da haftaya çözülecek sorunlar değil. 19. yy başından beri kur sorunları hep yaşandı. Nasıl bir döviz kuru sistemi olursa olsun bir gün gelir, “keşke başka bir sistem olsaydı” denir. Her dönemde geçerli olan mükemmel bir kur sistemi yoktur. Her sistemin kendince problemli yanları vardır. Bazı dönemlerde sabit kur politikası uygulayalım denebilir. Mesela AB para biriminde oldukları için İspanya ve Yunanistan krizden çıkışta kur politikasını kullanamıyorlar. 15 yıl önce kur silahının kullanılamayacak olması ekonomiler üzerinde disiplin getireceği için çok olumlu karşılanıyordu.
Geçmişte ise sabit kurun dengesizliklere neden olduğu dönemler oldu. Ülkelerarası ticaret kavgalarına sebep oluyordu. Şimdi ne oluyor? Bugün olanlar daha önce yaşadıklarımızdan çok farklı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra küresel sistemin dayanak noktası gelişmiş ülkelerdi. Bu ülkelerin resesyona girseler bile hızlıca çıkacakları varsayılıyordu. Şimdi böyle olmadığını görüyoruz. Bu ikinci dünya savaşından bu yana yaşadığımız en büyük krizdir. Herkes bununla başa çıkmanın yolunu arıyor.
Bugüne kadar gelişmekte olan ülkeler batı ekonomilerinde yaşanan finansal istikrar sayesinde ihracatlarını arttırabilmişler ve bu durumdan yararlanmışlardır. Şimdi ABD’nin ödemeler dengesinde düzelme olması gerekiyor. ABD’ye büyümesi için fırsat verilmesi gerekiyor. Gelişmekte olan ekonomiler de para birimlerinin değerlenmesine izin vererek bu sürece destek olmalılar. Böylelikle ABD ihracatını artırabilir. Her ne kadar bu şimdiye kadar Çin’e yönelik bir argüman olarak dile getiriliyor gözükse de aslında diğer yükselen piyasa ekonomileri için de geçerli. Bu argüman, Kore, Malezya, Tayland, Brezilya, Arjantin için olduğu kadar Türkiye ve İsrail için de geçerli. Bizler de kurun değerlenmesine izin vererek küresel dengesizliklerin giderilmesine katkıda bulunmalıyız.
Fakat ne kadar? Kurun değerlenmesine ne kadar izin verilebilir? Bununla ilintili bir sorun da kurun düzeyinin ne olması gerektiği… Sermaye piyasalarında oluşan rakam her zaman doğru seviyeyi yansıtmayabilir. Küresel dengesizlikleri gidermek için belli oranda değerlenmeye izin vermeliyiz. Ama bu değerlenmenin boyutu sermaye piyasalarının söylediği kadar olmayabilir. İki konu önem kazanıyor: kuru sabitlemiyoruz ve küresel istikrara katkıda bulunmamız gerektiğini düşünüyoruz.
Küresel dengesizlikler azalıyor mu? Kur savaşlarının yerini ticaret savaşlarının alma riski var mı?
Son zamanlarda, Euro’nun durumuna bağlı olarak dolar biraz değer kazandı. Kur savaşlarında bu yüzden şimdi aynı noktada değiliz. Esas sorulması gereken soru sizin sorduğunuz küresel dengesizliklerin azalıp azalmadığı. Küresel dengesizlikler aslında bir miktar azaldı. Küresel dengesizlikler esas olarak birkaç ülkenin, özellikle de Çin’in muazzam cari fazlası ve ABD’nin muazzam cari açığı olarak ortaya çıkıyor. ABD’nin cari açığı bir miktar azaldı. Çünkü ABD’de büyüme düşük ve buna bağlı olarak ithalat düştü. Krizle birlikte çok yükselen emtia fiyatları düştü. Özellikle ABD’nin ödemeler dengesinin en önemli belirleyicisi olan petrol fiyatları düştü. Ama durumun tamamen düzeldiğini ve küresel dengesizliklerin ortadan kalktığını düşünmüyorum. Uzun dönemde dolar değer kaybetmediği sürece, Çin’de büyük cari işlemler fazlası ABD’de büyük cari işlemler açığı göreceğiz.
Küresel dengesizlikler nereye varacak? Bu noktada sizin gündeme getirdiğiniz endişe önemli. Kur savaşları korumacı ticaret savaşlarına yol açar mı? Sanmıyorum. Tüm dünya 1973’te ABD’nin ne yaptığını Japonya’ya karşı izlediği politikayı gayet iyi hatırlıyor. ABD diğer ülkeleri, kendi para birimlerinin değer kazanması konusunda ikna edemeyince, bu tür korumacı politikalara dönebiliyor. Hepimiz umudu bunun olmaması. Bunun için de küresel dengelerin şöyle ya da böyle, bir biçimde sağlanması gerekiyor. Çok uzun yıllar korumacılığın tırmanmasını önledik. Umarım bu durum devam eder. Ama eğer kurlarda gerekli düzeltme olmazsa, dünyada korumacılık yönündeki baskılar güçlenecektir.
Peki Euro’nun durumu ne olacak? Avrupa ekonomisindeki sorunlar Euro’nun geleceğini nasıl etkileyecek?
Avrupa’nın çevre ülkelerinin ekonomisinde sorunlar var. Bu ülkeler tekrar baskı altında. Neler olduğunu gördük. İrlanda şimdi büyük bir çaba harcıyor. İlginç olan nokta İrlanda’daki problem tamamen farklı. Sorun bütçe değil. Bütçe disiplini gayet iyiydi ve krizden önce bütçe açığı düşük bir seviyedeydi. Sorun tamamen bankacılık sisteminde. Vurgulanması gerek konu denetimin güçlendirilmesi gereği. Bu onların çözmesi gereken bir problem. Ama sorun piyasalar üzerinden diğer ülkelere de yansıyor ve böylece diğer ülkelerin de sorunu haline geliyor. AB’nin ve IMF’nin vereceği desteklerin bir araya gelmesi ile oluşacak fonlar, sorun yaşayan ülkelerin sorunlarla mücadele etmesi için yeterli olacak mı? Mesele bu.
Dünya artık tek rezerv paradan uzaklaşıyor mu? Çin ve Rusya kendi aralarındaki ticarette doları kullanmama kararı aldılar. Tek bir rezerv para yerine dünya çoklu bir sisteme doğru mu gidiyor?
Bir ülkenin parasının rezerv para olmasının koşulu başka ülkelerle ticareti nasıl yapacağı ile ilgili ikili anlaşmalar yapması değildir. Rezerv para olabilmesi için sermaye piyasalarının yeterince sağlam olmaması, yeterince serbestleştirilmiş olması gerekiyor. Rezerv para olabilecek bir paranın epey yaygın kullanılması gerekir ki, insanlar bu parayı talep etsinler. Çin’in durumunda; Çin finansal sektörünü ancak liberalleştiriyor. Çin parası bir gün rezerv para haline gelebilir. Ama bu kolay olmayacak. Çünkü sermaye kontrolleri, rezervlerin ihtiyaç anında kullanılmasını engeller. Paranızı almak istediğinizde “pardon şimdi rezervleri ülkeden çıkartmanız için uygun bir zaman değil” lafını duymak istemezsiniz. Doların farkı burada. Ne zaman ihtiyacınız olsa dolar bulabilirsiniz. Sterlin için de aynı şey. Euro için de aynı şey. Şu anda rezerv para olarak çoklu bir sistemin zaten olduğunu düşünüyorum. Uluslararası rezervlerde Euro’nun payı çok yüksek. Bu yüzden tek rezerv paranın olduğu bir sistemde değiliz. Bir tane çok güçlü bir rezerv paranın olduğu bir sistemdeyiz.
Dünya Bankası Başkanı Zoelick’in önerdiği altın standardı bir alternatif olabilir mi?
Zoelick’in önerisinin detaylarını inceleyemedim. Altın standardı daha önce çöktü. Bir kez daha çökmemesi için bir neden görmüyorum. Sanıyorum Zoelick altın fiyatlarından yararlanılmak amacıyla biraz daha farklı bir sistem öneriyor. Altın fiyatları belirsizliği ve korkuyu ölçer. Yukarı gittiği gibi aşağı da gider. Son 30 yıl boyunca altın tutan birisi aslında çok da iyi bir getiri sağlamamıştır. Son 2-3 yılda altın fiyatları çok hızlı arttı; bu doğru ama bu artışlar hep böyle devam etmez. Aslında neyi alırsanız alın, dönemi uygun seçerseniz benzeri bir sonuç elde edersiniz. Ama bu herhangi bir şeyi kanıtlamaz. Bu konuda çok şey söyleniyor, ama bunlar altının uzun süre elde tutmak için iyi bir araç olduğunu kanıtlamaya yetmez.
Yükselen piyasa ekonomilerinin birçoğunun para birimleri değer kazanıyor. İsrail Merkez Bankası olarak bu konuya yaklaşımınız nedir?
İsrail’de şekel küresel kriz öncesinde uzunca bir zamandır hızla değerleniyordu. 2008’in başında İsrail’e yüklü sermaye girişleri oldu ve reel kurda hızlı bir değerlenme görüldü. Bu paritenin ne olması gerektiği konusunda büyük bir tartışma başlattı. İhracatçılar ısrarla kurun aşırı değerlendiğini düşünüyordu. Gerçekten de, 2008 başından Ağustos ayına kadar şekel %20 değer kazanmıştı. Ancak biz İsrail Merkez Bankası olarak bir durgunluğun gelmekte olduğunu biliyorduk. Son 10 yıldır kura müdahale edilmemişti. 10 yıl boyunca bu çok iyi bir politikaydı ancak şimdi kur değerlenirken ve durgunluk yaklaşırken nasıl müdahale edebileceğimizi tartışmaya başladık. 2008 Şubat Mart aylarında banka içinde müdahale etmemiz gerektiğini düşünen arkadaşlarımız vardı. Mart 2008’de uluslararası rezervlerimiz sadece 27 milyar dolardı. Rezervlerin az olduğunu da düşündüğünüz zaman müdahale etme kararı çok kolay verildi.
Ben de prensipte müdahale edilmesi gerektiğini düşünüyordum. Ama ne zaman sorusu henüz cevap bulmamıştı. Kurun değerlenme hızı artmaya başlayınca bunun uygun bir zaman olduğunu düşündük ve müdahale etmeye başladık. Ağır bir şekilde müdahale ettik. Temmuz 2008’in sonunda her gün piyasadan 100 milyon dolar topluyorduk. Faizleri 0.5 puan indirdik. Ve kur 3.20’den 4’e yükseldi hatta 4.20’yi bile gördü.
2009 Nisan Mayıs’ı gibi dünya ekonomisinde artık büyüme sinyalleri almaya başlamıştık. 2009 Temmuz’da da artık tekrar büyüme sürecine girmiş olduğumuza emin olduk. İsrail’de 2008’in son çeyreğinde başlayan resesyon 2009’un ikinci çeyreğine girdimizde bitmişti. Yani resesyon çok kısa sürdü. 0.5 puanlık bir faiz indirimi resesyonu sona erdirmeye yetmişti. Dolayısıyla burada bir sorun olduğunu düşündük ve faiz artırımı kararı verdik. Enflasyon da yüzde 3 ile göreceli olarak yüksek bir noktadaydı. Dünyada faiz artırımını başlatan ilk merkez bankası olduk ve yaklaşık olarak iki ayda bir faiz artırımı yaptık. 2009 Eylülü’nden 2010 Ekim’ine kadar faizleri %2’ye çıkarttık. Kur da değerlenmeye başladı.
Kurun değerlenmesi ihracatı olumsuz etkiledi mi?
Yıl başından bu yana İsrail’de reel kurda yüzde 6 değerlenme oldu ama buna karşılık ihracat performansı iyi. Kur artışı bizi gergin yapıyor. Çünkü ihracatımız GSYH’nın yüzde 30-35’i.
İhracatçılar hem kurun değerlenmesine karşılar hem de enflasyonu aşağıda tutmamızı istiyorlar. Büyüme için faizi düşük tutmak gerekir ama bu sefer de enflasyonla uğraşırsınız. Bize faizi düşür diyenlere “Daha fazla enflasyon istiyor musunuz? Finansal istikrarı zora sokabilirsiniz” diye hatırlatıyorum. Herkes konunun sadece bir veçhesi üzerine odaklanıyor. Ama faizler, enflasyon, büyüme, kur, finansal istikrar bunların hepsi önemli. İşte bu yüzden, böyle zor karaları verebilsinler diye, merkez bankalarının bağımsızlığını hep savundum.
Kurlardaki değerlenmenin önüne geçmek için sermaye hareketlerine kısıtlama getirme konusuna nasıl yaklaşıyorsunuz?
Bu tür uygulamaların sonuçları karmaşıktır. Ama çoğu kez bu tür uygulamalar birkaç ay içinde etkisini kaybeder. Çünkü herkes bu kuralların etrafından dolaşmanın yolları bulmaya başlar. Şili’de sermaye akışına getiren kontrollerin en fazla KOBİ’lere zarar verdiği ortaya çıktı. Büyük şirketler sermaye kontrollerinden o kadar fazla zarar görmüyor. Onlar hem bu tür kuralların etrafından dolanmayı iyi biliyorlar hem de kendilerini başka enstrümanlarla koruyabiliyorlar. Bu nedenle biz İsrail Merkez Bankası olarak sermaye kontrollerinden yana değiliz. Yapmayacağımızı da açıkladık.
Fakat bu konuların çeşitli boyutlarının araştırılmasında fayda var. Cari işlemler hesapları hakkında bilgimiz var. Neyin iyi, neyin hatalı olduğunu, hangi politikanın ne sonuç verdiğini bilebiliyoruz. Ama sermaye hareketlerinin kısıtlanması, ya da vergilenmesinin sonuçları konusundaki bilgimiz pek yeterli değil. Bu açıdan IMF’nin sermaye kontrolleri üzerinde çalışmasının iyi olacağını düşünüyorum. Sanırım bu çalışmalar yapılacak.
Türkiye ve İsrail gibi paraları değer kazanan ülkelerin alabilecekleri önlemler var mı?
Türkiye hakkında yorum yapamam ama İsrail’de bizim şöyle bir sorunumuz var: Biz güçlü bir ekonomimiz olsun ama zayıf bir paramız olsun istiyoruz. İkisi bir arada olmuyor. Ekonomi güçlendikçe, geleceğe olumlu bakanların sayısı da artıyor. Yabancılar da böyle düşünmeye başlıyor ve güçlenen ekonomiye daha fazla yatırım yapmaya başlıyorlar. Bu da parayı güçlendiriyor. Hem Türkiye’nin hem İsrail’in ekonomik performansı yüksek. Her iki ülkede de büyüme iyi. Hatta Türkiye’ninki daha da iyi. Böyle olunca yatırımcılar buralara yatırım yapmak istiyor. Bu da paranın değer kazanmasına yol açıyor.
İsrail merkez bankasının önceliği nedir? Fiyat istikrarı mı? Büyüme mi?
Bizim kanunumuz açık öncelik fiyat istikrarı. Büyümenin desteklenmesi, fiyat istikrarı sağlandıktan sonra gündeme gelir. Enflasyon hedeflemesinin uzun vadede istikrar ve beklentilerin şekillenmesi açısından yararlı olduğuna inanıyorum.
Türkiye’de Merkez Bankası özellikle kur politikası nedeniyle eleştiriliyor. Siz de politikacılardan ve iş çevrelerinden eleştiri alıyor musunuz?
Çok şiddetli bir eleştiri ile karşılaşmıyoruz. Genelde izlediğimiz politikalara bir destek var. İsrail Merkez Bankası’nın şiddetli bir eleştiriye maruz kalmadı. Genelde kamuoyunun uyguladığımız politikalara desteği kuvvetli. Ama tabii ki her konuda eleştiri de olur. Ama bir merkez bankacısı eğer hiçbir eleştiri almıyorsa, esas o zaman endişelenmesi gerekir.
Ben Bernanke’nin tez danışmanıydınız. Eski bir öğrenciniz olarak Bernanke’yi başarılı buluyor musunuz?
Şunu söylemek gerekir Büyük Buhran’ı bu kadar iyi bilen, birisi tüm dünya için büyük bir şans oldu. 1930’ları çok iyi anlamış birisinin ABD’nin para politikasından sorumlu olması, dünyayı yeni bir Büyük Buhran’dan kurtardı. Bu sayede Büyük Buhran değil, sadece büyük bir durgunluk yaşandı. 80 yıl önce olanlar tekrarlanmadı. Bu büyük ölçüde Bernanke sayesinde oldu. Bernanke’nin parasal genişlemenin ikinci safhası nedeniyle eleştirilmesine de şaşırıyorum. ABD’nin büyümeye dönmesi için yapması gerekenleri riske atmaması gerekir. Parasal genişleme bununla ilgili.