Sistematik şiddet gördüğü eski kocası Özkan Kaymaklı'yı öldürdüğü gerekçesiyle 3 yıl tutuklu kaldıktan sonra "Meşru savunmada mazur görülebilecek sınırı aşması sonucunda eylemi gerçekleştirildiği kabul edildiğinden, ceza verilmesine yer olmadığına" kararı ile tahliye edilen Yasemin Çakal'a İsviçre'de 'politik oturum hakkı' tanındı.
Yasemin Çakal, İsviçre Göç Bürosu'na sığınma talebinde bulunmuştu. Türkiye'de şiddete uğrayan ve yıllarca hapis yatan Çakal İstanbul Sözleşmesi'nin yürürlülükte olduğu İsviçre'de bir mülteci kampında yaşıyordu. Feminist avukatlar adlı hesap, Yasemin Çakal hakkındaki kararı Twitter'dan duyurdu.
Çakal yaşadıklarını böyle anlatmıştı:
"Daha birkaç günlük evliyken şiddet görmeye başladım. Eski eşim çok sorunluydu, ne ararsanız vardı; şiddetin her türlüsünü yaşattı bana. Hakaret, dayak, işkence… Kapının önüne bile çıkmama müsaade etmiyordu. Kaç defa hastanelik olduğumu hatırlamıyorum bile. İlk hamileliğim gördüğüm ağır şiddet sebebiyle düşükle sonlandı. Olay, çoğu zaman polislerin “aile içi mesele”, “karı koca arasına girilmez” sözleriyle daha polis karakolunda noktalanıyordu. Eğer hastanede iyi bir doktora denk gelirseniz durum değişebiliyor ya da iyi bir polis, iyi bir savcı… Elbette iyiliği aşan durumlar da olabiliyor; mesela iki defa beni bıçaklaması gibi. Ölümden dönmüştüm. Hakim kararıyla kadın sığınma evine yerleştirildim. Eliniz kolunuz uzunsa ya da ailenizin devletle bağları güçlüyse olmayacak şeyler olabiliyor, abimin kadın sığınma evini öğrenmesi gibi… Suç işliyorlardı. Kadın sığınma evlerinin adresi kimseyle paylaşılmaz, paylaşılmamalı ama ne yazık ki bu da bizim ülkemizde yasadaki gibi uygulanmıyor. Zaten devlete güvenim yoktu, o olaydan sonra bu duygum pekişti. Bir hafta sonra abim kadın sığınma evinden beni gelip polis arkadaşlarıyla beraber aldı. Abim beni öldürebilirdi o gün. “Eğer kocan seni istiyor olmasaydı o gün öldürecektim” diyordu. Ailemin beni öldürmemesinin tek sebebi de bu. Eşimin “bulun Yasemin’i” demesi. Eşim beni geri istiyordu çünkü takıntılıydı, vazgeçmiyordu. Defalarca şikayetçi oldum ama her seferinde serbest kaldı. Ne sığındığınız polis karakolu, ne şikayetinizi alan savcı o günlerde kadın cinayetlerini ciddiye almıyordu, gerçi bugün de farklı değil ama o günler daha kötüydü. Kadın cinayetlerini meşrulaştıran bir dil bile kullanılıyordu. Bir kadın eşi tarafından öldürülüyordu ve herkesin ilk cümlesi “kesin aldatmıştır” ile başlayıp “kesin bir şey yapmıştır” la noktalanıyordu. Oysa çoğu kadın boşanmak istediği için öldürülüyor… Mahallenin baskısı da cabası. İnsanlar kadın hakkında çok rahat cümleler kuruyor. Ayrılan, boşanan, evi terk etmek zorunda kalan, hatta öldürülen kadın hakkında bile konuşabiliyorlar. Onlar, şiddet cenderesinde, istemediği hayatın içinde cebelleşen bir kadının yaşadıklarında pay sahibiler. Öldürülen yüzlerce kadın toplumun, mahalle baskısının sonucu o evde yaşamaya devam ederken canından oluyor. Sadece boşanmış bir kadın görünmemek için evliliği istemeye istemeye devam ettiren kadınlar var. Patronun, eşin, ailenin, toplumun, devletin, nereden geliyorsa şiddet, işte kabul etmemek gerekiyor. Ben de kabul etmek istemedim. Boşanmak isteğimi söylediğimde annem bana “gelinliğinle çıktın kefeninle dönersin” dedi. Ailemde zaten umut yoktu. Ne yaptıysam boşanamadım. Her günüm dayak her günüm işkenceydi. Olay gününe gelecek olursak zihnim sanki bana o günü unutturmuş gibi. Tam olarak hatırlayamıyorum şu an, ayrıntılar kayıp. Eşim o gece eve geç ve sarhoş gelmişti. Yine hakaret, bir yığın dayaktan sonra oğlumu ve beni odaya kilitledi. Oğlum karnı aç, ağlaya ağlaya kendinden geçti. Ben de kendi ağrımla sızımla uyuya kalmıştım. Sabah uyandığımda kapı açık oğlum yanımda yoktu. Önce çocuğumu alıp gittiğini düşündüm. Oğlum kucağında dışarıdan beraber geldiler. Daha kapıdan girer girmez bana “sen odadan neden çıktın?” diye bağırmaya, vurmaya başladı. Çocuğu kucağından almak istedim, kapıyı kilitledi ve anahtarı dışarı attı. “Bu gün ölümüz çıkacak buradan” dedi. Üçümüzü de öldüreceğini söylüyordu. Yerdeydim, kendimi toparlamaya çalıştım. O sırada masadan yere düşen bıçak elime geçti, can havliyle saplamışım. Nasıl oldu anlamadım. Şoktaydım, zaten sonrasını en iyi beni olay yerinden almaya gelen polislerin ifadesi anlatıyor. “Olay yerinde şoka girmiş bir kadın vardı, aldık ve polis merkezine getirdik.” Tutuklandım ve cezaevi günlerim başladı. Adli koğuşta kalıyordum ama fikirlerim de eylemim de siyasiydi. Kadına yönelik şiddet politikti ve her yerdeydi. Bunu feminizmi öğrenince fark ettim. Akla gelebilecek her türlü suçtan tutuklu, hükümlü yüzlerce kadın tanıdım, onları dinledim. Dinlediğim bütün kadınların hikayelerinde istisnasız bir erkeğin rolü vardı. Diyebilirim ki her kadın bir erkek yüzünden oradaydı. Feminist bilincimin gelişmesi de böyle başlamıştı. Bunlara bir de yargının eril zihniyeti, basının eril dili eklenince, bunca yaşadığının üzerine feminist olmayacaksın da ne olacak! Cezaevinden çıktıktan sonra çok tehdit aldım. Polisler tarafından, rahmetlinin ailesinden taraf, sürekli tehditler alıyordum. Kapımın önüne ismimin yazılı olduğu mezar taşı bile bıraktılar. Polisler iş yerime geliyordu, tehdit ediyorlardı, eylemlere katıldığımda kenara çekip, “git evinde otur, eylem eylem gezme” diyorlardı. Polis tacizi çok fazla oldu. Özellikle “ne işin var eylemlerde, siyasetle ne işin var” diyerek çok taciz ettiler. Ben hiçbir zaman cevap vermedim onlara ama yaptığımdan da geri durmadım. Ben mücadelemle zaten gereken cevabı veriyordum. O günlerde herkes yurt dışına çıkmamı öneriyordu, ama ben hiçbir zaman ülkeden ayrılmak istemedim. Dışarıya çıkmak için çok mücadele verdim yine mücadele ederim diye düşünüyordum. Cezaevinden çıktıktan sonra iki yılda dışarda benzer sorunlara direndim. Ama öyle bir olay oldu ki başka şans bırakmadılar bana. Ülkeyi terk etmeden üç ay önce oğlum bir saldırıya uğradı ve beyin kanaması geçirdi. Her kim yaptıysa, ki hala kimin yaptığı bilinmiyor, yakalanamadı! O günden sonra işi bıraktım, oğlum iyileşince de arkadaşlarımdan yardım istedim. Yine bir dayanışma ağıyla ülkeyi terk ettim. Yurt dışına çıkış yasağım yoktu, ama tanınan bir yüz olmamdan kaynaklı büyük bir riskti. Bunu da başardım. Şimdi İsviçre’de mülteci kampında tek bir odada oğlumla beraber kalıyoruz. Bundan sonrası için çok bir beklentim yok, içinde ölümün olmadığı, korkmadan bir yaşam sürdürmek istiyorum. İstiyorum ki tek derdim oğlumun ödevleri olsun, çocuğumun ergenlik sorunlarıyla ilgileneyim, normal yaşamın içinde insanların sorunları kadar sorunum olsun."
|