Eski AİHM yargıcı ve T24 yazarı Rıza Türmen, CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Bülent Tezcan'ın, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a söylediği, "faşist diktatör" sözlerine ilişkin olarak, "Olayda yanlış olan Bülent Tezcan’ın sözleri değil. Bu sözler kendi değer hükmünü belirtiyor" dedi. "Yanlış olan savcının soruşturma açması" diyen Türmen, "Ama günümüz Türkiyesi’nde başka türlüsü beklenebilir miydi?" diye sordu.
Cumhuriyet'te "Olaylar ve Görüşler"e yazan Türmen'in "Hakaret ve ifade özgürlüğü" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan Cumhurbaşkanı için “faşist diktatör” deyimini kullandığı için savcılık Cumhubaşkanı’na hakaret suçundan soruşturma başlattı. TCK 299. madde Cumhurbaşkanına hakaret suçunu düzenliyor. Bu suçu işleyenlerin bir yıldan dört yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılmasını öngörüyor. Ayrıca Cumhurbaşkanı, 50 bin TL’lik manevi tazminat davası açtı.
Bu konudaki tartışma bizi bir kez daha devlet başkanına hakaret ile ifade özgürlüğü arasındaki sınırın nereden geçtiği noktasına götürüyor. Anayasaya göre, ulusal yasaların üstünde olan AİHM kararları, bu konuya ışık tutmak bakımından yararlı.
Ayrıcalıklı değil
AİHM bu konuda verdiği kararlarda, ceza yasalarına konulan bir madde ile devlet başkanlarına ayrıcalıklı koruma sağlanmasını doğru bulmadığını belirtir. Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi’nin de aynı yönde kararları var. Günümüzdeki genel eğilim de, ceza yasalarında hakaret suçunu düzenleyen genel bir madde varken, devlet başkanları için ayrı bir koruma getirilmesinin ifade özgürlüğü ile bağdaşmadığı yolunda.
Colombani/Fransa (2002) davasında, Le Monde gazetesinde, Fas hükümetinin ve Kral’ın en yakınlarının uyuşturucu kaçakçılığından sorumlu olduğunu belirten bir rapor yayımlanır. Gazetenin genel yayın müdürü, Fas Kralı’na hakaret suçundan para cezasına mahkûm olur. AİHM, Fransa yasasında devlet başkanlarına özel bir hukuksal koruma tanınması nedeniyle, ifade özgürlüğüne ilişkin Sözleşme’nin 10. maddesinin ihlal edildiğine karar verdi.
Örnekleri çok
tegi Mondragon/İspanya (2011) davasının konusu, İspanya Kralı’nın Bask bölgesine yaptığı ziyaretle ilgili olarak bir Bask siyasetçisinin konuşmasında, Kral’ın başkomutan olması dolayısıyla “işkencecilerin” başı olduğu, monarşi rejimini şiddet ve işkenceyle halka kabul ettirdiği yolundaki sözleri. Bu sözlerinde dolayı Basklı siyasetçi 15 ay hapis cezasına çarptırılır. AİHM bu davayla ilgili kararında, ifade özgürlüğünün siyasetçiler bakımından özel bir önem taşıdığını, siyasetçilerin halkın seçilmiş temsilcileri olduklarını, onların çıkarlarını savunduklarını ileri sürer. Devlet başkanının saygınlığını korumadaki devlet çıkarının, onun hakkında bilgi vermek ya da görüş ileri sürmek hakkını ortadan kaldıramayacağını belirtir.
AİHM, İspanya’da Kral’ın devletin simgesi olmasının, siyasal tarafsızlığının, partiler üstü bir hakem rolüne sahip bulunmasının, onu eleştiriye kapalı bir duruma getirmediğini ileri sürer. Türkiye’de yapılan son anayasa değişikliğiyle, Cumhurbaşkanı parti başkanı olarak, anayasadaki partiler üstü, tarafsız, hakem konumunundan çıktı. Eleştiriye büsbütün açık bir duruma geldi.
Bu davada AİHM, başvurucuya verilen cezanın infazı ertelemiş olsa bile, cezanın doğuracağı caydırıcı etki nedeniyle, ifade özgürlüğüne ilişkin 10. maddenin ihlaline karar verdi.
Eon/Fransa davası (2013), Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin bir ziyareti sırasında “defol git, zavallı aptal” (aslında bu sözleri Sarkozy, başka bir ziyaret sırasında, elini sıkmayı reddeden bir köylüye söylemişti) yazılı bir pankartı taşıyan kişinin, cumhurbaşkanına hakaret suçundan 30 Avro para cezasına çarptırılmasıyla ilgili. AİHM bu cezanın demokratik bir toplumla bağdaşmadığı ve 10. maddenin ihlal edildiğine karar verdi.
Türkiye’den kazınılmış davalar
AİHM içtihadı, Türkiye’yi bu konuda mahkûm eden kararlar bakımından oldukça zengin. Pakdemirli kararında (2005), bir milletvekili olan Ekrem Pakdemirli’nin Cumhurbaşkanı Demirel için “yalancı”, “iftiracı”, “Çankaya’nın şişmanı”, “dar kafalı” yolunda sözler sarf etmesi nedeniyle büyük bir tazminata mahkûm etti. AİHM bu mahkûmiyetin 10. maddenin ihlaline yol açtığına karar verdi.
Meral Tamer Artun ve Güvener (2007) davasında, AİHM, Meral Tamer’in bir yazısında Cumhurbaşkanı Demirel’e “7.4’lük deprem Demirel’i sarsmaz”, “Enkazın baş sorumlusu kim?” gibi sözlerle yönelttiği eleştirilerden dolayı, bir yıl dört ay hapis cezasına çarptırılmasının, cezası ertelenmiş olsa bile, 10. maddeyi ihlal ettiği sonucuna vardı.
Erbil Tuşalp (2012) davasında, Tuşalp’ın Başbakan Erdoğan ile ilgili olarak yazdığı iki yazıdan birinde, “yalancı” demesi, öbüründe ise akli dengesinin yerinde olmadığını ima etmesi nedenleriyle tazminata mahkûm olmasını AİHM 10. maddenin ihlali olarak değerlendirdi.
Bu örnekler, AİHM’nin ifade özgürlüğü anlayışıyla, Türk yargısı ve devleti yönetenlerin anlayışı arasındaki farkı ortaya koyuyor. AİHM bakımından, devlet başkanına eleştiriyi de kapsayan ifade özgürlüğü devlet başkanının saygınlığından daha önemli. Türkiye’deki ifade özgürlüğü anlayışı geçmişte de AİHM’ye aynı noktada değildi. İfade ve basın özgürlüğünün demokrasinin temeli olduğu, şiddete teşvik, nefret söylemi gibi istisnalar dışında sınırlanamayacağı hiçbir zaman tam olarak kabul edilemedi. Özgürce eleştiri yapmanın, eleştirinin içeriğinden daha önemli olduğu anlaşılamadı.
Ama bugün ifade ve basın özgürlüğü ağır bir baskı altında. İfade özgürlüğünden söz etme olanağı kalmadı. Böyle olunca, AİHM kararları, Türkiye’de ifade özgürlüğünün korunması bakımından daha büyük bir önem kazandı.
Olayda yanlış olan Bülent Tezcan’ın sözleri değil. Bu sözler kendi değer hükmünü belirtiyor. AİHM’ye göre, değer hükümlerinin doğruluğunun kanıtlanması istenemez. Yanlış olan savcının soruşturma açması. Ama günümüz Türkiyesi’nde başka türlüsü beklenebilir miydi?