Ertuğrul Özkök, eşinin adına gönderme yapan "Tansu'ya Mektuplar" başlığı altında yazdığı ve "newsletter" olarak paylaştığı yazılarında bugün, özel jetle Ayasofya'ya namaz kılmaya giden, Roll Royce marka araçla Boğaz'da gezdiği videoları paylaşılan Miraç Orbay'a ilişkin olarak, "Ufukta bir imam burjuvazisi doğuyor.Bizde İran’daki gibi dini bir Clerge, yani ruhani bir sınıf yoktu. Ama galiba tam da Marksist anlamda bir sınıf doğuyor. Türkiye’nin İslam alemine hediye ettiği yeni bir kavram: Yükselen yeni imam burjuvazisi…" değerlendirmesini yaptı.
Özkök'ün "Menziline Rolls Royce'la giden yeni 'imam burjuvazisi" başlıklı yazısı şöyle:
Menziline Rolls Royce'la giden yeni 'imam burjuvazisi'
Menzil imamı, Tarkan’ın İzmir konserini bile sosyal medyanın gündeminde ikinci sıraya attı.
Gerçek bir “marketing uzmanı…”
Rolls Royce imamı, Fethullah Hoca Pensilvanya’da, 15 Temmuz’da ve öncesinde bu ülkeye verdiği muazzam zararın cezasını, iyice hafifletilmiş bir ev hapisi ile öderken, bıraktığı boşluğu hızla dolduran Menzil tarikatına mensupmuş…
Sağ şeritten hızla gelip Cübbeli'yi fena solladı
Sağ şeritten öyle büyük bir hızla gelip, jet-skili Ahmet Hoca'yı öyle bir solladı ki…
Günün değil, haftanın değil, ayın değil, yılın değil, yüzyılın imamlığına adını yazdırdı.
Kelimelerin müthiş cazibesine bakar mısınız…
“Menzil” tarikatına mensup ve menziline Rolls Royce’la, özel jetle gidiyor.
Aynı zamanda emlak simsarı…
Üstelik TOKİ konutları değil, lüks gayrimenkul pazarlıyor.
Beyaz Türkler gidiyor, beyaz imamlar geliyor
Cübbeli Ahmet’in cübbesi siyahtı onunki, beyaz.
Cübbeli Ahmet, havuzlu villalara terfi etmeden siyah cübbesiyle bu ülkenin “zenci Türklerini” temsil etme iddiasındaydı.
Zamanın ruhu değişti.
Beyaz Türkler out… Şimdi “beyaz cübbeli beyaz imamlar” geliyor.
“Ak” sıfatını çok sevip de “beyaz” sıfatından hiç hazzetmeyen bir neslin ahvadından biri olarak parlak bir dikey geçiş…
Tarikatının müritleri hâlâ siyahi bir yoksulluğu yaşarken, o bu fukara sınıfına beyaz Rolls Royce’la bembeyaz umutlar veriyor.
Diyor ki;
“Ey mümin, öteki dünyadaki cenneti hakettin, şimdi gel önce şu fani cenneti yaşa…”
Hiç de fena fikir değil…
Türkiye'nin İslam alemine yeni bir hediyesi: Beyaz imam
Ufukta bir imam burjuvazisi doğuyor.
Bizde İran’daki gibi dini bir Clerge, yani ruhani bir sınıf yoktu.
Ama galiba tam da Marksist anlamda bir sınıf doğuyor.
Türkiye’nin İslam alemine hediye ettiği yeni bir kavram:
Yükselen yeni imam burjuvazisi…
Menzil imamını yakında Rolls Royce’u ile gittiği bir müzayedede, elindeki sopayla bir Picasso tablosunu yükseltiyor görürsek hiç şaşırmayın.
Cübbesinin beyaz eteğini sıyırarak Rolls Royce’a binen imam onu da yapar.
Madem minareler süngümüzdü, Rolls Royce’lar niye müzayede vasıtamız olmasın ki…
Kardeşim Ufuk Güldemir'in "Büfe İslamı" yazısını hatırladım
Bu görüntüleri seyrederken sevgili kardeşim rahmetli Ufuk Güldemir’in efsane “Büfeci İslam” yazısını hatırlıyorum.
İsterseniz size de bir bölümünü hatırlatayım.
Ufuk Güldemir 14 Eylül 2006 günü HaberTürk’te şöyle yazmıştı:
“Beyaz Türk’ teriminin tesisine katkılarımı bilen bilir. Şimdi yeni bir terim daha tesis etmek istiyorum..
Türkiye’deki İslami hareket ‘dinsel’ değil, sınıfsaldır. İslam son 70 yıldır, bu coğrafyada zenginin değil, başörtülü fakir fukaranın dini olmuştur. Bugünkü iktidar da başörtülü fakir fukaranın seçimle işbaşına gelmesinden başka bir şey değildir. Demokrasilerde fukaralar da yönetime seçilebilir. Demokrasi, elit, aydın ve zengin tahakkümüne izin vermediği içindir ki de iyi bir rejimdir…”
Köylüler çok partili rejimle şehirlere gelince
“Dindar köylüler çok partili rejimle birlikte şehirlere göçüp ‘Büfeci’ olurken köylü İslam’ını da şehirlere getirmişlerdir.. Bugün Türkiye’de iktidarda olan da işte bu sınıftır. Bu sınıfın siyasi ideolojisine ben ‘Büfeci İslam’ı’ diyorum…. Büfeci, köylülükten kurtulmuş, ama daha iş adamı olamamıştır. Fakat önemli bir eşiktedir. İşadamı ‘evrensel’ bakar ‘sınıflarüstü’, ‘siyaset üstü” hatta ‘dinlerüstü’ düşünür. Büfeci akrabacıdır, klancıdır. Her şeyi 3 metrekare dükkânı kadar bilir. Muhasebesi 3 metrekaredir, siyaseti 3 metrekaredir, dış politikası 3 metrekaredir.”
“Yahudi sömürü, Arap din kardeşimizdir, Yunan düşmandır"
‘Serbest piyasa’ ekonomisini, ‘serbest bir ekonomik rejim’ zanneder, demokrasi ve insan hakları ile entegral irtibatını bilmez. Zanneder ki Amerika zengin olduğu için insan hakları vardır. Oysa insan hakları olduğu için zengin olmuştur . Amerika, çözemez . Dünya haritası çok sadedir büfecinin: Yahudi dünyayı sömürür. Araplar, din kardeşimizdir. Yunan düşmandır. Papa hıristiyan âleminin başkanıdır. Türkiye’miz çok güzeldir. Uğur Dündar araştırmacı gazetecidir. Kuşburnu şekere iyi gelir. Televoleler ahlakımızı bozar.”
Ama büfecilik kötü bir şey değildir. Bugün o, denize mayoyla girmese bile, zengin doğacak çocukları mayoyla denize girecek demektir. Gelişmeye, büyümeye en yatkın kesimdir büfeciler. Yatay değil dikey büyürler.”
Ufuk Güldemir haklıydı ama şunu bizim 'sapık muhayyilemiz' bile tahmin edemedi
Evet efsane bir makaleydi. Fehmi Koru’nun o yıllarda sırtımıza yapıştırdığı “pop sosyolojinin” eşsiz örneklerinden biriydi Ufuk’un yazısı…
Haklı çıktı.
İyi tahmin etmiş.
Büfeci İslam, bugün Ege’de Akdeniz’de Karadeniz sahillerinde denize giriyor.
Çocukları saçlarını hiphop tarzında kestiriyor.
Kasaba millî hissiyatının istibdadına boyun eğmeyen şehirlerde pop müzik, hiphop konserlerine hep birlikte gidiyor, eğleniyor…
Ama birer pop sosyolog olarak onun da benim de tahmin edemediğiniz şey, Rolls Royce’lu imam burjuvazinin doğuşuydu.
Bizim, onların gözündeki “sapık muhayyilemiz” bile hayal edemezdi…
Menzil tarikatının menziline artık Renault 12’yle değil Rolls Royce’la gitmeye başlaması, İngiliz aristokrasisinin en büyük cenaze törenine, havayı kirletiyor diye özel jetle gelinmesini yasakladığı şu fani dünyada; Menzil’in yeni imam burjuvazisi özel jeti de keşfetti ya…
İşte Yeni Türkiye tam da budur.
(*)Çok özel bir not: Üç kişilik bir izdiham
Rahmetli kardeşim Ufuk Güldemir bu efsane yazısının sonuna şöyle bir not eklemişti.
“Büfeci İslam’ terimini Giresun’un Alucra’sından Ankara’ya göçmüş öncü Türk büfecisi Mevlüt Amca’ya armağan ederken, kitap ve makaleleriyle beni aydınlanma köprüsünden geçiren sevgili hocalarım ve arkadaşlarım Prof. Şerif Mardin, Prof. Nilüfer Göle, Prof. Nur Vergin ve Doç. Dr. Ertuğrul Özkök’e de sevgi ve saygılarımı yolluyorum.”
Böyle bir yazının sonunda onun klavyesinden çıkan bu sözler, zaman zaman kendimi çok yalnız hissettiğim anlarda, yeterince bir kalabalığımız varmış huzurunu veriyor.
Çünkü öyle anlarda Ufuk gibi üç beş kişi bile bana güzel bir izdiham olarak görünüyor.