Gündem

Ertuğrul Kürkçü, Kızıldere'de yaşananları komisyona anlattı

Kürkçü, 'Diktatörlüğün takibinden kaçabilmek için bizim bulabildiğimiz son sığınaktı Karadeniz' dedi

20 Kasım 2012 21:51

 

Hülya Karabağlı

 

ANKARA

 

TBMM 12 Mart Muhtırasını Araştırma Alt Komisyonu raporunda Kızıldere olayına da geniş şekilde yer verildi. Olaydan sağ olarak kurtulan tek isim olan Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü, o gün yaşananları komisyona detaylı anlattı.

 

 

İşte Kürkçü’den Kızıldere olayları:

 

‘Deniz Gezmiş’lerin idamlarını seyretmemek’ 

 

“Bizi Kızıldere’ye getiren sürecin başında biz Kızıldere’ye gideceğimizi bilmiyorduk. Biz Ankara’da güvenlik güçlerinin, diktatörlüğün takibinden kaçabilmek için bizim bulabildiğimiz son sığınaktı Karadeniz. Orada 1969-70’deki fındık üreticilerinin eylemlerinden beri gelen ilişkilerimiz vardı yerel devrimcilerle. Ankara, İstanbul, İzmir, Adana’daki  dayanaklarımız takip ve tevkifat yoluyla çökertilince geri kalanlar, biz irtibatlarımızı kopartıp Karadeniz’e geçerek kendimizi hem güvenliğe almak hem de Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamdan kurtulmaları için bir hamle yapmadan bu idamları seyretmemek için orada, Ünye’de bulunduğunu bildiğimiz radar üssündeki  -o zamanki adla adlandırmamızla- ajanları almak için gittik fakat olaylar bizim kabiliyetlerimizden daha hızlı gelişti, çok büyük bir hızla Deniz’lerin idamı Yargıtay’da onaylandı, Meclisin önüne geldi, Meclis onayladı ve biz orada tam olarak kendi yerimize yerleşememişken harekete geçmek zorunda kaldık 26 Mart günü çünkü 26 Mart akşamı Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı, infazlar için darağaçlarının kurulduğuna dair bir bildiri yayınladı.

Bunun üzerine biz, 26 Mart gecesi Ünye’de NATO üssünde çalışanların kaldıkları bir apartmana girerek onları rehin almak üzere harekete geçtik fakat o akşam başarılı olamadık çünkü bizim aracımız yoktu, onlara ait olan bir araç ile gerçekleştirebilirdik eylemi ancak o araç da çok uzun süre görünmedi, tam biz harekete geçmeye çalıştığımız sıra teravih namazından insanlar çıkıyorlardı, o nedenle de akamete uğradı ve ertesi güne bıraktık.

Ertesi gün yani bu 25–26 Mart herhâlde işte 25 Mart gecesi, 26 Martta ertesi gün. Biz orada iken haber aldık ki Ünye ve Fatsa’ya Ankara’dan komando birlikleri sevk edildi, bizim orada olduğumuza dair istihbarat alındı, Fatsa’daki arkadaşlarımız daha sonra “Terzi Fikri”  olarak bilinen Fatsa Belediye Başkanı olan arkadaşımızın gözaltına alındığını öğrendik, avukatların gözaltına alındığını öğrendik ve şu ikilemle karşı karşıya kaldık: Aslında, daha önceden Kızıldere’ye saklanmaları için gönderdiğimiz arkadaşlarımızın yanına Deniz’lerin kurtarılması için takas edilmek üzere rehine alarak gitmekten başka bir yol kalmadı. Bunu aramızda tartıştık. Uygun olduğunu düşünenler oldu, düşünmeyenler oldu. Netice olarak buna karar verildi. Biz o akşam, işte, daha sonra çatışmada ölen Nihat Yılmaz arkadaşımız -aramızda tek şoförlük bilgisine sahip olan oydu- o gitti araç orada mı baktı, eğer oradaysa şapkasını çıkartarak evin önünden geçecekti, şapkasını çıkarttı, onun üzerine biz gittik eve, bir arkadaşımız subay kıyafeti giymişti Hüdai Arıkan. Ankara’dan makamlardan geldiğini kendi, önemli bir şey konuşacağımızı söyleyerek kapıyı açtırdık içeri girdik, herkesi teslim aldık, aralarından 3’ünü  rehin alarak araca koyup Kızıldere köyüne gittik.

O süre içerisinde, bizim bu faaliyetimizden, Kızıldere köyüne gittiğimizden kimsenin haberi yoktu, dolayısıyla burada bir hani ihbar o aşamada söz konusu değil fakat tabii, bu komando birlikleri, kontrgerilla ekipleri orada bize yardımcı olanların üzerine çöküp işkenceye başlayınca daha önce Kızıldere köyüne giden üç arkadaşımızı oraya götüren kamyona kılavuzluk eden bir insan, aslında tam olarak ne sorduklarını da bilmeden ama o köye insanlar götürdüğünü söylüyor ve onları ağıllara kadar götürdüğünü söylüyor. Bu bilgi, sorgulamalar sonrasında, bizim köye varmamızdan sonra ele geçmiş oluyor. Bu takip yoluyla Kızıldere köyüne ulaştılar. Biz de rehinelerle birlikte köye vardığımızda sabah gün ağarmak üzereydi, arabayla çıkmadık, arabayı iki arkadaşımıza, Nihat Yılmaz ve Ertan Saruhan’a verdik, onlar başka bir yere gidecekler, mümkünse Yeşilırmak’a devirecekler arabayı ve Ankara’ya gideceklerdi ancak onlar daha uzağa gitmeden Tokat çıkışında arabayı bırakıp tekrar geri bizim yanımıza gelmişler. Araba bulundu. Dolayısıyla bizim hangi yarıçaptaki bir alan içerisinde olabileceğimize dair pek çok belirti ortaya çıkmış oldu.

Daha sonra sorgular sırasında işte, bana hani bizi nasıl bulduklarını anlatırken övünerek işte Land Rover’ın karda bıraktığı izleri de gördüklerini, topçu uçağından, söylediler ama bu doğru mudur, değil midir onu bilmiyorum. Netice olarak bizi kendi irtibatlarımızın işkenceye dayanamayarak çözülmüş olması ele verdi ve o ağıllara geldiklerinde… Biz de sabaha karşı köye vardığımız için akşama kadar beklemek üzere o ağılda kaldık, konserve ve sigara izmaritleri ve artıkları orada müşahede edilince köyde olduğumuza dair kanaat uyanıyor, köyün etrafı çevreleniyor. Tabii, biz bir gece önce Niksar civarındaki hareketlilik hakkında bilgi sahibi olmuştuk, o evi terk etmek istiyorduk fakat tanıdığımız bir çevre değildi, hiçbir dayanağımız yoktu, köylüleri de tanımıyorduk, aslında bizi evinde barındıran insanı da tanımıyorduk. O, üç arkadaşımızı saklayacak diye işte, hatır gönül ilişkisi içerisinde onları almıştı, biz eve girince, bir anda evin içerisinde işte, biz 14 kişi olduk rehinelerle birlikte. 11 kişi biziz, 3 de rehine 14 kişi. Ev ahalisi de vardı 5–6 kişi yani 20 kişi, üç odalı bir evin içerisinde, olacak gibi değil.

Ev sahibi tedirgin oldu, işte o da istiyor biz gidelim fakat nasıl gidelim? Evden çıkamadık o gece. Ertesi gün işte bize at bulacaktı, biz onunla gidecektik fakat o da başına gelecekleri anlamış, işte bir kâğıt yazmış işte “Evime zorla girdiler.” diye, vermek için. Sabaha karşı -işte biz nöbet tutuyoruz- yani gün ağardığında bir arkadaşımız şey yaptı yani  “Askerler geliyor.” dedi, baktık hakikaten 2 asker eve doğru geliyor, biz daha yukarıdan bakıyoruz ve diğerleri de sürünerek evin etrafını kuşatma altına alıyorlar. Bunun üzerine ev sahibine dedik ki “Ya, git bak, ne oluyor?” zaten kapıyı çaldı askerler. O evden çıktı, bir daha da eve geri dönmedi. Askerlere teslim olmuş, mektubu da vermiş. Biz tabii, bunu bilmiyoruz. Biz kendi kaldığımız odanın da kapısını kapatıyoruz ve uzun süre yani işte, 15–20 dakika ses gelmeyince çıktık evin içine baktık, işte dışarıdan da sesleniyorlar megafonla. İşte 12–13 yaşlarında bir çocuk daha küçük 2 çocuğu almış camdan gösteriyor, işte dışarıdan resim çekiyorlar besbelli. “Vay vay vay çocukları da rehin almışlar.” falan diye laflar geliyor.

Ben anladım ki şey, hani mizansen kuruluyor, çocukları evden kovaladık, evin işte içerisini, kapıları tahkim ettik erzak çuvallarıyla yani çatışma anı geliyor, onu anladık. Bize telkin edildi yani işte “Teslim olun, etrafınız sarılmıştır.” falan diye ancak görüştük “Hayır, teslim olmayacağız.” dedik. Bunun üzerine, işte kuşatmaya alındı ev, birkaç kere işte “Görüşmek istiyoruz.” dediler. Bu, işte, toprak damlı bir ev fakat bir kiremit çatı da örtülmüş üzerine. O çatıdaki kiremitleri kırarak dışarıyı görüyoruz, insanlarla konuşuyoruz. Helikopterler inip çıkmaya başladı.

 

Mahir 'Bunlarla bir görüş ne istiyorlar' dedi

 

En son yani çatışmanın başlayacağı anda şöyle bir talep oldu, dediler ki: “İçinizden biri çıksın görüşmek istiyoruz.” Daha önce de bu İngilizleri görmek istemişlerdi, o zaman ben çıkartmıştım çatıya. Mahir “Bunlarla bir görüş, ne istiyorlar?” diye söyleyince ben de çıktım yukarı, çatıdan başımı çıkarttım, bir anda askerlerin makineli tüfek yuvalarına doğru girmeye başladıklarını, insan hareketlerinin yani insanların siperlere yatmaya başladıklarını görünce tedirgin oldum, geri çekildim. Ben tam geri çekilirken peş peşe herhâlde iki el silah sesi geldi. Şimdi tahmin ediyorum ki -yani daha sonraki bilgilerimden de- bu bir keskin nişancı atışıydı yani onlar Mahir’in çıkacağını ve bizi başsız bırakacaklarını onu vurarak düşünmüş olmalılar ki öyle ateş ettiler fakat o tutmadı ama hemen arkasından makineli tüfek ateşi başladı, biz kendimizi çatıya açılan delikten aşağıya attık, en son Mahir kalmıştı, onun kafasından vurulduğunu ben, aşağı düşünce anladım. Ondan sonra biz de işte dışarıya doğru ateş ettik fakat biz hedef göremiyoruz, zaten atış menzilinin dışında duruyorlar, bizim kimseye bir zarar vermemiz söz konusu olmadı, bütün çatışmadan 1 asker eli yaralanarak çıkmış, orada başka bir zayiat yoktu. İşte, bu makineli tüfek atışından sonra bir ateş kesildi. O arada İngilizler hayatlarını kaybettiler. İşte, 2 Kanadalı 1 İngiliz’di ya da tersiydi, şimdi çok iyi hatırlayamayacağım. Ondan sonra bize denildi ki “Ateşi kesin.” zaten ateş kesilmişti.

 

'Eve saldırı kaçınılmazdı'

 

Bir bekleme süreci başladı fakat biz anladık ki eve saldırı kaçınılmaz. İşte giriş kapısını çuvallarla tahkim ettik. Evin ateş geçirmeyen tek yeri ortadaki koridor çünkü kerpiç olduğu için duvarlar makineli tüfek ateşiyle delik deşik olmuş. Arkadaşlar o kapının girişine oturdular, ben de eve girilmesi ihtimali olan bir başka geçiş var arkada samanlıktan, helâdan geçerek eve doğru gelen bir yol var orayı tahkim ettik çuvallarla, ben de orada bekliyorum işte ve şey başladı, işte bir Saffet bizim aramızda, o teğmen, hava kuvvetlerinden yani onun deneyimi var diye, dedik “Nedir bu?” dedi “Havan atıyorlar.” İşte bir patlama oluyor ondan sonra bir süre sonra evin yanında, önünde patlamalar oluyor, sonunda evi buldu yani hedefi buldular ve eve doğru atış gelince arkadaşlar da ellerindeki el bombalarının pimlerini çektiler, ben de ön tarafta siper aldım işte oradan artık bu bombalama kesilir, eve girerlerse karşılık verilecek fakat şey daha uzun sürdü yani tam olarak sayısını bilemiyorum, 10’a yakın bu roketatar ya da havan topuyla atış oldu. Arkadaşların bulunduğu bölüme sonuncusu geldi ve topluca bir infilak oldu, ben kendimi yere yapıştırdım. Hemen arkadaşların yanına koştum, bombalamalar devam ediyordu. Aralarından hiç kimsenin sesi… Yanıt alamadım çağrılarıma. Bunun üzerine ev çökecek diye yan tarafa geçtim, orada işte bir orta direği var saman deposunun, onun arkasına siper aldım ve bekliyorum fakat bir süre sonra içeriden silah sesleri kesilince ya da bir karşılık alamayınca bunun üzerine eve girmeye karar vermişler. Tahmin ediyorum ki, daha sonra iddianameden gördüğüm, bir şekilde kendi olanaklarıyla evin içini de dinlediklerini anlıyoruz.

 

'Mermiler dizlerimin altından geçti'

 

"Eve girmeye karar vermişler. Ben o samanların arasında büyük orta direğin gerisinde beklerken eve yakın olan geçişten içeri 2 kişi girdi ve işte birisi dedi ki: “Ya, samanların arasına girmiş olabilirler, çatıya çıkmış olabilirler.” Öteki de dedi ki: “Ya, yangın çıkar diye girmezler, sen yine de bir tara.” Taradı, benim dizlerimin altından geçti mermiler ve derhâl içeri girdiler. Birisi bağırıyordu işte “Var mı lan canı bağışlanacak?” diye fakat tabii ki bence -ben o bölümü görmüyorum artık- öyle bir yanıt yoktu fakat daha sonra ben yakalandıktan sonra beni yakalayan askerler dediler ki: “Saffet Alp sağdı yani yaşıyordu, konuşmak istiyordu ancak onu alnından vurdular.” Bana böyle söylendi fakat o askerin adını hatırlamıyorum, o zaman bir görevli astsubaydı. Saffet’in kardeşi Fikret Alp, yıllardır bu meselenin aydınlanmasını ister, bunun için çaba gösterir fakat bir sonuç bugüne kadar almadı.

Şimdi, benim buradan hâlâ fark edilmemiş olmamın sebebini tabii ki daha sonra ben anladım. Ev sahibi evdekilerin sayısını 13 olarak bildiriyor. 10 tane bizden var, 3 tane de rehine var. Hâlbuki biz 11 kişiyiz. Onlar evde 10 ağır yaralı ya da ölü bulunca herkesi ele geçirdiklerini düşünüyorlar. Benim onlar arasında olmayabileceğimi düşünmedikleri için birini bana benzetmeye çalışıyorlar ve Nihat Yılmaz’ı bana benzetmişler. Nihat Yılmaz da o zaman arananlar listesinde yok. O, ne olduğu ve kim olduğu bilinen yani kayıtlara geçmiş bir arkadaşımız değil ve Nihat Yılmaz…"

 

'Babam cenazemi almak için yola çıktı'

 

"Şimdi, yani bana doğru hiç kimse yönelmediği için onu kullanmak zorunluluğu da doğmadı ve ben bekliyorum yani zaten gelecekler diye fakat bir türlü gelmiyorlar çünkü anlıyoruz ki onlar, orada beni ölü bulduklarını düşünüyorlar ve zaten o akşam ilan edilmiş bu. Babam işte bunu haber alınca yola çıkıyor yani oğlunun cenazesini almak için. Daha sonra hani, babamla konuştuğumda bana anlattığı: Nihat Yılmaz’ın cenazesini ona vermek için çok ısrar ediyorlar, o da diyor ki: “Hayır, bu benim oğlum değil.” “Ya nasıl değil senin?” Onlar bunun gerçek olabileceğine yani benim ölmemiş olabileceğime inanmıyorlar, babamın onları kandırmaya ya da bu ölümü kabul etmemeye çalıştığını düşünüyorlar. Babam direniyor, çok zorluyorlar, tehdit ediyorlar. Bunun üzerine eve “Bir kere daha eve bakın.” diye Niksar Jandarma Komutanlığından bir müfreze yolluyorlar. Belki de benim bugün hayatta olmamın nedeni kontrgerillacıların değil de o sıradan jandarma müfrezesinin köye gelmiş olmasıdır çünkü onlar olmuş olsaydılar herhâlde diğer arkadaşlardan bana farklı davranmazlardı fakat ötekiler usulen bir arama yaptıklarını düşünüyorlardı hatta ben onlar gelince iyice gizlendim, komutanın sesini duyuyorum, diyor ki: “Karıştırın da aradığımız belli olsun.” yani sonradan “Aradınız mı, aramadınız mı?” derlerse hani bir şey olsun diye. Sonra da bir asker geldi, bir yabayı bana tam saplıyordu ki olduğum yere, ben doğruldum, o yabayı attı kaçtı. Çağırdı, dışarıdan dediler. “Çık, teslim ol.” ben de bıraktım silahı, çıktım. Şimdi, benim yakalanmam böyle oldu”

Komisyon üyeleri Niğde Kapalı Cezaevi’ndeyken Uğur Mumcu’ya da anlattığı , “yabancı teknisyenleri kaçırma planı öncesinde daha ses getirici bir eyleme girişmeyi düşündükleri; bu sebeple, AP lideri Süleyman Demirel ismi üzerinde durdukları” konusunu da sordular.

Kürkçü ise bu konuda şunları söyledi:

"Evet, biz bunu düşündük fakat buna gücümüz ve imkânımız yetmedi. Hem iyi korunuyordu hem de biz onun için yeterince donanımlı değildik fakat tabii bununla ilgili bir tane anekdot daha önce de başka yerde anlatmıştım, ben sorgudayken o zaman, şimdi hayatta mı değil mi bilmem, MİT’çi İstanbul Bölge Başkanı Eyüp Özalkuş bana dedi ki: “Ya, madem Demirel’i kaçıracaktınız -siz hiç siyasetten anlamıyorsunuz- bize bir haber uçursaydınız bir şekilde biz korumayı kaldırırdık.” Yani Demirel’den kurtulmak istediklerini ima ediyor fakat bunun ben tamamen bir şaka olmadığını ben de bir fantezi olmadığını… Böyle bir zihniyetin, böyle bir düşüncenin ortada olduğunu şuradan da tahmin ettim ki, mesela Gürler’in Cumhurbaşkanı seçilmesine Demirel itiraz ettiğinde Demirel’in evinin etrafındaki korumalar kaldırılmıştı. Yani demek ki bir Demirel’in başına bir şey gelsin isteği onun rakipleri arasında vardı besbelli fakat biz onu başaramadık. Bizim de bunu yapmak istememizin sebebi Meclisteki oyların sahibi o olduğu için hani arkadaşlarımızın idamı için oy kullanmamaya arkadaşlarını teşvik edeceğini, bunun sağlamak için bir çare olduğunu düşündüğümüzden."