Sanatçı Erol Evgin, demokrasinin eğitimli ülkeler için iyi bir çözüm olduğunu savunarak, "Bir manken kızımız 'Dağdaki çoban ile benim oyum bir mi?' olacak demişti hatırlarsanız. Hoş değil o tanım ama şunu düşünüyorum; Okuma yazma bilmeyen, oyuna parmak basan bir kardeşimizle, ablamızla, annemizle 3 üniversite bitirmiş birinin birer oy hakkı olması adaletli mi geliyor size sorarım. Hiç hakça değil" dedi.
"Türkiye kutuplaştı, ayrıştı. Sanatçının yapması gereken tek şey birleştirmek, ötesi yok" diyen Evgin, "Çünkü bu şarkılar herkese aynı duyguları yaşatıyor, herkesin gözünden yaş getiriyor. Herkes şarkılarımla hisleniyorsa daha ötesini niye karıştırayım? Benim görevim bu şarkıyı söylemek ve insanları o duyguda birleştirmek" ifadesini kullandı.
Habertürk'ten Balçiçek İlter'e konuşan Erol Evgin'in açıklamaları şöyle:
-Neden kadınlar? Düetler?
Altın Düetler’e bir kadın dokunuşu olsun istedim. Türk pop tarihine geçmiş, 40 yıldır yorumladığım altın şarkılar bunlar, yakın tarihimize fon müziği olmuş şarkılar. Aşklarımıza, ayrılıklarımıza, hayatımıza fon müziği olmuş şarkılar. Kadın-erkek seslerinin kontrastına çok güvenirim, severim... Bütün şarkıların sözleri de kadınlar tarafından yazılmış.
-Kadının olmadığı yere gitmezmişsiniz, erkek erkeğe hiç çıkmaz mısınız?
Doğru gitmem. Kahveye hiç gitmedim örneğin. Erkek erkeğe çok az çıkarım, kadınsız mekânlarda olmayı sevmem. Batı uygarlığına baktığınız zaman neredeyse bin yıldır kadın erkek beraber yaşıyor ve orada müthiş bir uygarlık gelişmiş. Bir yumuşaklık, bir hoşgörü, bir kendini beğendirme arzusu hâkim...
-Kadının olduğu yerde erkek de farklı davranıyor?
Evet davranışlar ona göre değişiyor. Bakın doğada bütün canlıların süslüsü erkektir. Aslan, tavuskuşu... Erkek dişisine kendini beğendirmek ister. Kadın ise seçicidir. Kadın cinsini en iyi devam ettirecek en kuvvetlisini seçer.
-Peki siz ilk ne zaman beğendirme güdüsünü yaşadınız?
Çocuklukta bir ikilemim var. Moda’da kızların içinde büyüdüm, ama sonra İstanbul Erkek’te yatılı okudum. Çok erkek erkeğe kaldık. İlk bir haftası çok zordur. İlk gece ağlar erkek çocuk yalnız başına kalınca. Ama sonra alışırsınız. Müthiş dostluklarım var. Bugün düşündüğüm gibi konuştuğum insanlar yalnızca yatılı okuldan.
-Artık düşündüğümüz gibi konuşamıyoruz değil mi?
Hayır konuşamıyoruz, tartıyoruz, biçiyoruz, çeviriyoruz, kesiyoruz.
-Hayaliniz neydi o zamanlar?
Ünlü bir ses sanatçısı olacağım. 3-5 yaşından beri başladı bende. Tangolar vesaire. Başka hiçbir şey düşlemedim, sınıfta tektim tabii. Babam altın bilezik meselesi konusunda ısrarcıydı. Doktor, mimar, mühendis... 5 kardeşiz biz, varlığımı ailemin kız arayışına borçluyum. Dördüncüyüm ben (gülüyor). Kimse çocuğu müzisyen ya da futbolcu olsun istemezdi. Ben de müzik okumadım, mimarlık okudum ailemi mutlu etmek için, ama sonradan mesleğimi çok sevdim. Estetik kavramını müthiş öğrenirsiniz, neden sonuç ilişkisini de net biçimde ortaya koyan bir meslektir. Ben de bunu müziğe taşıdım. Örnek yok, ekol yok, okul yok, o yüzden mimarlıktan çok faydalandım.
-O dönemde kadın vokalistler ağırlıkta....
Türkiye’de özellikle öyle. Dünyada bunun tam tersi, starlar çoğunlukla erkektir. Alıcı 13-15 yaşından başlayan kızlar ve kadınlar. Tabii bizde kadına açlık var. Güzel kadın olunca, sahnede biraz da dekolteli, ilgi uyandırır. Gazino kültürü yaygındı. Şimdi durum değişti tabii.
-Gece hayatı kuvvetli bir adam portreniz yok...
Sevmiyorum çünkü. O zaman ben gri elbiseler giyerdim, kravat falan. “Senden star olmaz, boşuna uğraşma’’ derlerdi. Çok moralim bozulurdu.
-Komşunun oğlu durumu...
Aynen, öyle bir durum. Ama sonra bu durum avantaja döndü. İnsanlar beni öyle sevdiler. Ailelerin şarkıcısı oldum. Kızlarına aradıkları düzgün damat adayı modeli gibi. Bunu isteyerek yapmadım, zaten tipim öyle.
-İlk alkış arayışı? Anne?
Çok şefkatli, hiç eleştirmeyen bir annem vardı. Tabii ki onun alkışı önemliydi. Sonra plaja giderdik voleybol oynayan çocuklar vardı, güçlü kuvvetli, yapılı. Ben çelimsiz bir tip tabii, kızlara kendimi nasıl beğendireceğim? Bir gün gitarımı götürdüm plaja, alkışı kaptım.
-Bu kadar naif, bu kadar düzgün... Rekabetle nasıl başa çıktınız?
Evet doğru. Arkamdan çok iş çevrildi, evet. Görüyorsunuz, bilmezden geliyorsunuz. Ünlü olacağımdan çok işimi iyi yapmaya odaklandım. O zaman ün sizi gelip buluyor.
-İşini her iyi yapan ünlü olamıyor ama...
Doğru. Akıllı da yapmak lazım. Kendinize güvenmek lazım, kimse paye vermez, siz alırsınız. Yaptıklarınız kadar yapmadıklarınızla da var olursunuz. Seçici olmak zorundasınız. Reklam geliyor, iş geliyor, hatta öyle parasız zamanlarınızda geliyor ki reddetmek zor. Reddediyorsunuz. Çünkü bana uymuyor. Yıllar sürüyor, dik durmak, direnmek lazım. Sızlanmamak lazım. Zaman zaman bu iş olmayacak diye düşündüm. “İşte Öyle Bir Şey’’ zamanı, müthiş şarkılar TRT genel kurulundan “Yayınlanamaz’’ diye karar geldi.
-Neden?
Türk musikisine özeniyormuşuz. “İktibas’’ diye bir madde vardı. İşte o zaman umutsuzluğa düşmüştüm, sene 1976. TRT’de olmadığınız zaman yoksunuz çünkü. Hileye başvurduk, biraz değiştirdik, hallettik. Hiçbir konuda denetim sevmem o yüzden. Kol kırılır yen içinde kalır. Çok parasız kaldım ben. Dairemi sattım, arabamı sattım, dostlarımdan borç aldım. Ama bütün bunlara rağmen beni aşağı çekecek olan lokallerde çalışmadım, her şarkıyı söylemedim. İnanmadığım hiçbir şarkıyı söylemedim. İlkeli olmak lazım. İnsanların gözbebeğine bakarak söyleyemeyeceğiniz şarkıyı söylemek bana göre değil.
"Sanatçının yapması gereken birleştirmek"
-Şarkı söylerken ne hissediyorsunuz siz?
Özgürlük hissi, uçuyormuşum gibi....
-Yaşlanmıyorsunuz da. Hep aynısınız sanki...
Yaşlı değilim de ondan. Geceleri saymazsanız 35 yaşındayım. Şaka bir yana 10 kilo verdim, akıllı besleniyorum, her gün yürürüm, yazın her gün yüzerim. Buğdaydan uzak duruyorum. Ayrıca ruhumu hoş tutan şeyleri tercih ediyorum.
-Haber bülteni izlemiyorsunuz yani? Beni izlemiyorsunuz.
İzlememek lazım aslında ama olmuyor tabii, sizi izliyorum. Bu ülkede demokrasinin en iyi çözüm olduğu konusunda şüphelerim var.
-Ne olmalı peki?
Daha iyisi yok maalesef, bulunamadı ama... Galiba eğitimli ülkeler için iyi bir çözüm demokrasi. Bize fazla geliyor. Bir manken kızımız “Dağdaki çoban ile benim oyum bir mi?” olacak demişti hatırlarsanız... Hoş değil o tanım ama şunu düşünüyorum; Okuma yazma bilmeyen, oyuna parmak basan bir kardeşimizle, ablamızla, annemizle 3 üniversite bitirmiş birinin birer oy hakkı olması adaletli mi geliyor size sorarım. Hiç hakça değil.
-Hak tam da bu değil mi? Eşitlik?
Bana adaletli gelmiyor bu durum. Herkes seçebilmeli tabii. O parmak basan ablamız muhtarını seçsin, biraz daha iyi eğitim alanı belediye başkanını seçsin.
-Çok seçkinci bir tavır değil mi bu? Eşitlik nerede kaldı?
Neyin eşitliği? Öbür tarafta eşitlik oluyor mu? Hakça bir durum mu? Bu ülkede eğitim açısından eşitlik var mı? İnsanlara aynı imkânları sunabiliyor muyuz? Bakın kadınların gücüne... Siyasetçiler bunun önemini kavrasalar, siyasetin merkezine oturtsalar müthiş başarılar kazanacaklar. Ama yapmıyorlar. Neden? İktidarları, güçleri ellerinden gider diye yapmıyorlar. Cehaletin korktuğu kadındır. Kadın öğrenirse çocuğu da öğrenir. O yüzden kadınları cahil bırakmak birilerinin işine geliyor. Eğitimde eşit fırsat yaratmazsanız eşitlik nerede kaldı? Önce herkesi eğitelim sonra “demokratız” diye ortaya çıkalım.
-Sanatçılar olan bitene tepkisini koymalı diyen bir anlayış var, rengini belli etmeli...
Zaten Türkiye kutuplaştı, ayrıştı. Sanatçının yapması gereken tek şey birleştirmek, ötesi yok. Çünkü bu şarkılar herkese aynı duyguları yaşatıyor, herkesin gözünden yaş getiriyor. Herkes şarkılarımla hisleniyorsa daha ötesini niye karıştırayım? Benim görevim bu şarkıyı söylemek ve insanları o duyguda birleştirmek. Siyasal ayrıntıları bana sormayın ve söyletmeyin. Hiçbir tarafçı değilim. Muhalefet de iktidar da iyi değil. Senin sanatçı olarak müthiş bir gücün var, bunu insanları ayrıştırmak için kullanma.
-Hükümetin kahvaltılı toplantılarına çağrılmıyor musunuz?
Çağırdılar gittim bir kere. Bir vakfın onursal başkanıyım, sanatçıların sorunları konuşulacak diye gittim ama öyle olmadı, Kürt açılımı falan konuşuldu. Ben de bir daha gitmedim. Hiçbir çağrıya gitmiyorum artık. 80 öncesi Mehmet Ali Aybar’a sormuştum endişeyle “Ne olacak bu memleketin hali?” diye. O da bana “Büyük devletlerde bu inişler çıkışlar olur” demişti. Bugün de öyle. Güzel günler göreceğimize inanıyorum.
"Siyaset de çok erkek erkeğe"
-Sizin parladığınız yıllar Türkiye açısından zor yıllar... Darbe öncesi...
Ondan öncesi de zor. 77-78 yıllarında Anadolu turneleri yapardım. Cem Karaca’ya solcular dolardı. Barış Manço’ya sağcılar giderdi. Onlar güvenlik içinde söylerlerdi. Benim konserler karışık, sağcısı da var solcusu da... Bazen bakarım iş karışacak, biri kurt rozeti takar bana, diğeri sol yumruklu rozet, hemen başlarım Kurtuluş Savaşı’nı, Atatürk’ü anlatmaya... Başka türlü olmazdı.
-Peki sizin renginiz neydi o zaman? Sağcı mı solcu mu?
Sosyal demokrattım. Evimizde İnönü çok sevilirdi ve CHP ekolü vardı. Ben de onların devamıydım ama bu hiç belli olmadı çünkü hiçbir partiye üye olmadım. Siyaset hep düşük düzeyde yapılıyor, sevmiyorum, beğenmiyorum, çok erkek erkeğe...
-80 sonrası “Suya sabuna dokunmayan, siyasetten uzak şarkılar söylediler’’ diye sanat dünyasında eleştirilenler çoktur, siz de onlardandınız, aşk şarkıları söylüyordunuz...
1960 ihtilali günü “Bir şey olsa da sınav olmasa’’ diye düşündüğümü hatırlıyorum. Sonrasında da sevindik. Maalesef hiç hoş bir şey değil tabii. 20. yüzyılın ikinci yarısında bir başbakan asıldı, olacak iş değil. Radyodan dinlerdik ailecek “Sanıklar geldiler, bağlı olmayarak yerlerini aldılar, müdafiler hazır!” Ne kötü dönemler. Nasıl bir travma? Ben aşk şarkısı söylemeyeyim de ne yapayım? Siyaset pislik, aşk çok güzel bir şey. Menderes için çocuğunu kurban etmeye kalkan adam biliyorum ben, asıldığı gün kimse yoktu, kimse kendini yakmaya kalkmadı örneğin. İşte bu yüzden 80 sonrası da siyasetten uzak durdum. Bu kadar ikiyüzlü dünyaya niye şarkı yazayım ben?