Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Fırat Kalkanı Harekâtı'na ilişkin olarak, "Ne yazık ki PYD’ye, YPG’ye silah desteğini verenler bu güçlerdir. Hepsinin elimizde belgeleri var. DEAŞ’a silah desteğini verenler yine bu güçler" iddiasında bulundu. "DEAŞ’la mücadeleyi verenler biziz. Ama Batı Türkiye DEAŞ’a destek veriyor diyor" diyen Erdoğan, "Mücadeleyi veren biziz. Şu anda Suriye’de şehitler verdik, ÖSO şehitler verdi. Ama bizler Suriye’de 3000’e aşkın DEAŞ’lıyı da öldürdük. Ve buna devam edeceğiz çünkü bunlar bizim için tehdi oluşturuyor" ifadesini kullandı.
Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda düzenlenen Ombudsmanlık Sempozyumu'nda konuştu.
Erdoğan'ın açıklamalarından satır başları şöyle:
Bu yıl dördüncüsü yapılan uluslararası Ombudsmanlık Sempozyumu’nun başarılı geçmesini diliyorum. Kamu başdenetçimize ve çalışma arkadaşlarına bu önemli sempozyum için teşekkür ediyorum. Yurt içinden ve yurt dışından katılan tüm değerli dostlarımıza hoş geldiniz diyor; teklifleri, eleştirileri ve katkıları için şimdiden şükranlarımı sunuyorum.
Şüphesiz bu tür sempozyumlar genel bir değerlendirmeye imkan vermesi yanında farklı ülkelerin tecrübelerinin de edinilmesine katkı sağlıyor. Burada iki gün boyunca yapılacak tartışmaların, sunumların, fikir teatilerinin kamu denetçiliğimizin her açıdan güçlenmesine vesile olacağına inanıyorum. 2012 yılında hayata geçirdiğimiz kamu denetçiliği kurumu devletle vatandaşı kucaklaştırma irademizin en somut tezahürlerindendir. Esasında ombudsmanlık müessesesini çok daha önce ülkemize kazandırmak istiyorduk. 2006’da TBMM’de kabul ettik ancak bu kanun dönemin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. Bu sebeple kuruluşu daha sonraki yıllara kaldı. Gecikmeyle de olsa ilhamını ve köklerini kendi tarihimizden, Osmanlı’dan alan bu kurumun hizmete sunulmasından büyük memnuniyet duyuyorum.
Ancak dikkat ile ifade etmek istiyorum, kamu denetçiliğinin kuruluşu eski Türkiye alışkanlıklarında kimin nasıl konumlandırıldığının tespiti açısından çok önemli. Bu hadise Türkiye’deki yönetim şeklinin değiştirilmesi açısından kritik önemdedir. 2006’da AYM’ye gidenlerin yaklaşımı cumhurbaşkanlığı sistemiyle önüne geçmeye çalışmamızın bir ifadesidir.
Hukuk, anayasa ve yasalar tamamen statükocu ve ideolojik bir bakış açısıyla yorumlandı. Geriye doğru baktığımızda bu anlattıklarımız yıllar önce yaşanmış uzak hadiseler gibi görünüyor olabilir. Bilhassa yabancı misafirlerin anlamakta zorluk çektiğinin de farkındayım. Ancak bu yaşadıklarımız meçhul bir tarihin, uzak geçmişin değil, sadece 3-5 yıl öncesinin olaylarıdır. Emin olun, dik durmasaydık bu ülkede yapılanların onda birini dahi gerçekleştiremezdik.
Hamdolsun çabalarımız ve milletimizin güçlü desteği sayesinde Türkiye bu alanlarda da bir değişim, dönüşüm geçirdi. Türkiye son 14 yılda devletin maslahatını vatandaşın menfaatlerinin önüne koyan bir anlayıştan vatandaşı önceleyen bir sisteme geçti. Asıl olan bu. İnsanımızın devletten korktuğu, ürktüğü atmosferin yerine 15 Temmuz darbe teşebbüsünde olduğu gibi devletini canı pahasına sahiplendiği bir iklim oluşturuldu.
Hizmet, eğitim diyerek çocukların rızkını gasp eden bir çete 80 milyonun direnişi karşısında hezimete uğradı. Milletimiz demokrasi destanını kanıyla, canıyla yazmıştır. Kararlı adımlar atıyoruz. Tüm zorluğuna rağmen inşallah bu süreci hukuk içinde sürdüreceğiz. FETÖ’nün ve vesayet odaklarının tamamının tasfiye edilmesiyle inşallah Türkiye’nin yolu ve bahtı daha da açılacaktır.
"Bu insanları evimizde
misafir etmeye devam edeceğiz"
Bugüne kadar kuruma yapılan başvuru sayısı 25 bine yaklaştı. 23 bini neticelendirdi. Her geçen gün kurumun yaptırım kapasitesinin arttığını görüyoruz. Bu oranın daha da artması için elbirliğiyle çalışmayı sürdürmeliyiz.
Bu yılki sempozyumun temasının göç ve mülteciler olmasının son derece anlamlı bulduğumu ifade etmek isterim. Dünyanın hemen her bölgesi göç ve mülteciler meselesiyle mücadele ediyor.
"Aylan bebekleri ölüme getiren meselenin..."
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi gereği hep birlikte sahip çıkmamız gerektiğine inanıyoruz. Güçlü olan ülkelerin bu konuda duyarlı olmadığını ifade etmek istiyorum. Öncelikle bu sorunu ortaya çıkaran, insanları sevdiklerini, evlerini terk etmeye zorlayan bu saikleri ortaya koymak şart. Ortada bir sebep yokken kimse kendisini, ailesini, evlatlarını azgın dalgaların arasına atmaz. Sahil Güvenlik Komutanlığı son 2 yılda 130 bin göçmeni denizlerde boğulmaktan kurtarıp ülkemize getirdi.
Varil bombalarından, silahlardan kaçan bu insanları evimizde misafir etmeye devam edeceğiz. Bunu insani bir görev telakki ediyoruz. Onlar bombalardan kaçarken, Batı tel örgülerle kapısını kaparken aynı şeyi biz yapamayız. Buna ne vicdani, ne İslami, ne insani hiçbir anlayış yer vermez. Aylan bebekleri ölüme getiren meselenin tespitini yapmadan bu meselede yapılacakları da doğru tahmin edemeyiz.
Tartışma başlıklarının belirlenmesinde, kamu kurumlarının yanında insani yardım kuruluşlarının katkılarının alınmasını da çok değerli buluyoruz. Bu kuruluşların temsilcileri çocukların umutlarını karartan uçaklara, varil bombalarına, hapishanelere ilk elden şahit oluyorlar.
Anadolu, şu topraklar bir göçmen yurdudur. Yüzyıllardır bu topraklar ülkelerinde şiddet gören mazlumlar için güvenli bir liman olmuştur. 500 yıl önce Musevilerden, Hristiyanlara, Çerkeslere tüm ezilenler bu ülkede korunaklı bir çatı bulmuştur. Belde-i emindir Türkiye, mazlumlar için güven yurdudur. Burası göze sezdirmeden gözyaşı silen dostların ülkesidir. Bizim milletimiz dil, din, etnik ayrım gözetmeden bağrına basmıştır. Biz yaşamanın, ayakta kalmanın yolunun yaşatmaktan geçtiğine inanıyoruz. Bu anlayışla 6 yıldır Suriye ve Irak’tan gelen komşularımıza sahip çıktık.
"Hamdolsun, Suriye'de 3 bini
aşkın DEAŞ'lıyı öldürdük"
Üzülerek belirtmek istiyorum. Türkiye’nin çabalarının onda biri maalesef gelişmiş ülkeler tarafından gösterilmedi. Her fırsatta ülkemize hukuk dersi veren ülkeler Suriye gibi ülkelerde en temel insan hakkının ihlal edilmesine niye sessiz kalmıştır. Ülkemizin yıllardır ısrarla dile getirdiği güvenli bölge teklifi duymazdan gelinmiştir.
İkili yaptıkları görüşmelerde “Gayet güzel fikir” diyorlar. “Hadi yapalım” dediğimde unutturma politikası güdüldü. Ne yazık ki PYD’ye, YPG’ye silah desteğini verenler bu güçlerdir. Hepsinin elimizde belgeleri var. DEAŞ’a silah desteğini verenler yine bu güçler. DEAŞ’la mücadeleyi verenler biziz. Ama Batı Türkiye DEAŞ’a destek veriyor diyor. Mücadeleyi veren biziz. Şu anda Suriye’de şehitler verdik, ÖSO şehitler verdi. Ama bizler Suriye’de 3000’e aşkın DEAŞ’lıyı da öldürdük. Ve buna devam edeceğiz çünkü bunlar bizim için tehdi oluşturuyor.
Bu tamamen İslam dışı bir örgüttür. Bazı dostlar İslami radikalizm, İslami terör diyor. Lütfen, İslam’la terörü kimse yanyana getirmesin. Zira İslam barıştır. Kelime anlamı itibariyle silm kelimesinden gelir, bu da barışı ifade eder. Acının rengi yoktur. Kaderimiz ve kederimiz ortaktır, sorunlar görmezden gelinerek görülemez. Şayet huzur istiyorsak, barış istiyorsak yönümüzü kriz ve çatışmaların olduğu yerlere çevirmeliyiz. Kendi güvenliğimizin komşularımızın emniyetinden geçtiğini unutmamalıyız. Halep, Bağdat, Musul yanarken, Antep, Brüksel ve Berlin’in huzur içinde olamayacağını göstermiştir. Öyleyse yapılması gerekenler bellidir. Akdeniz’in büyük bir kabristana dönüşmesini engelleyecek adımlar ortadadır. Yükler paylaşılmadan, kurulan kanlı düzen değiştirilmeden mülteci ve göç sorununun üstesinden gelinemeyeceğini söylüyoruz.
Misafirlerimizin kendi ülkelerinde gördükleri, yaşadıkları deneyimleri de her açıdan önemsiyorum. Özellikle Afrika’daki deneyimleri çok çok anlamlı buluyorum. Sempozyum boyunca tüm bu tecrübelerin tartışılacağına inanıyorum.