Ekonomi

'Erdoğan başkanlık sistemine geçmek için ekonomi politikasını değiştirmek istiyor'

Prof. Dr. Seyfettin Gürsel, 'Başbakan Erdoğan'ın 2015 genel seçimlerinde 330 milletvekili hedefine ulaşmak iin ekonomi politikasını değiştirmek istediğini' öne sürdü

10 Ağustos 2014 21:32

Zaman gazetesinin yeni yazarı ve Bahçeşehir Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Seyfettin Gürsel Başbakan Erdoğan’ın ekonomi politikasını başkanlık sistemine göre  düzenlemek istemesinin Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ile anlaşmazlığa neden olduğunu söyledi.

2015 genel seçimlerinin hayati bir seçim olduğunu belirten Gürsel, “Başbakan bu seçimde referandum çoğunluğunu hedefliyor. 330'u geçecek diye düşünüyor ki, istediği gibi anayasayı monte etsin, referanduma gitsin ve böylece başkanlık sistemi gelsin. Ekonomi politikasını başkanlık sistemi için değiştirmek istiyor. Başka yolu yok. Dolayısıyla 330'u aşması için yüzde 50'nin üzerinde oy alması lazım. Ama Babacan’ın desteklediği gibi kamuda harcamalarını kısmak zorunda kalırsa, kişi başına düşen gelir yüzde 4'lerden yüzde 1 civarına düşerse, ne kamu hizmetlerinde iyileştirmeye gidebilir ne de yoksulluğu aşağıya çekebilir. Bu da oy kaybı demek” ifadeleriyle durumu değerlendirdi. 

Zaman gazetesine konuşan Seyfettin Gürsel’in söyleşisi şöyle: 

Şimdilerde sadece siyasi olarak ülkenin gidişatı değerlendiriliyor. Ekonomi olarak ne durumdayız?

Biraz daha öncesine giderek bugünleri anlatmak lazım. 2008-2099 yılındaki kriz döneminin Türkiye'ye etkilerini saymazsak, ilk on yılında AKP nispeten yüksek bir büyümenin gerçekleşmesinde doğru  iktisat politikaları uyguladı. Bunların meyvelerini de topladı. Birkaç rakamla bu ilk 10 yılı özetleyeceğim. Gayri safi yurt içi hâsıla büyümesi yüzde 6  civarında oldu. Nüfus artışını dikkate alırsak bu yüzde 4'ün  üzerinde kişi başına düşen reel bir gelir artışı demek. 10 yılda yüzde 40'ın üzerinde  kişi başına refah bir gelişme oldu.

Peki, bu büyüme kime yaradı?

Gelir eşitsizliği az da olsa azaldı. Hangi ölçütü dikkate alırsanız alın, yoksullukta dikkate değer iyileşmeler oldu. Bu büyüme yoksul kesime ve orta sınıfa yaradı.

İlk 10 yılda bu başarıyı sağlayan hangi politikaydı?

Mali disiplin politikasıydı. Bütçe açıkları azaltıldı. AKP, iktidarı devraldığında bütçe açığı yüzde 12 civarındaydı. Bununla birlikte yüzde 70'in üzerinde olan kamu borcu da büyük bir süratle düşürüldü. Bu hem enflasyonu geriletti hem de güven geldi. Tüketimi arttırdı, muazzam bir finansal kredi genişlemesi oldu. Buradaki anahtar mali disiplindi. Türkiye ilk 10 yılda kemer sıkmadan mali disiplini sağlayabildi. Bunun yanı sıra AKP iktidara geldiğinde IMF sözleşmesini önünde hazır buldu. 2007'e kadar bu anlaşma devam etti. Ve anlattığım bütün bu başarılı sonuçlar, IMF gözetimi altında gerçekleşti. Bu bir paradoks gibi gözükebilir. Çünkü IMF'ye atılıp tutuyorlardı. Unutmayalım ki  AKP'nin ilk 5 yılı IMF gözetimi altındaydı. Dolayısıyla bu başarı da aslında IMF'in başarısıdır. Sadece mali disiplinde değil özellikle güvenin tesisinde IMF önemli rol oynamıştır.

Dolayısıyla sadece kişi başına gelir artışı değil. Kamuda ciddi bir kaynak sağlandı. AKP bu kaynağı eğitim ve sağlık reformlarında kullandı. Kemer sıkmadan kamu harcamalarının reel olarak arttığı bir dönem yaşandı. Bunun sonucunda kamu hizmetlerinde iyileşme oldu. Bu anketlere de yansıdı.

AKP'nin 2011 seçimlerindeki başarısının sebebi ekonomik kalkınma mıydı?

Başka türlü AK Parti yüzde 30'lardaki oyunu 2011 seçimlerinde nasıl yüzde 50'ye çıkarabilirdi ki?  Bazı AK Partili danışmanlar bu başarıya kutsiyet atfediyor. Ama burada bir sihir yok bu ekonomik kalkınmanın başarısıydı. Bütün bunlar madalyonun bir yüzü.

Merkez Bankası üzerinden kavga, hükümet içi bir kavga
Madalyonun diğer yüzüne gelecek olursak…

Son aylardaki para politikası ve bundan sonra yaşanacakları madalyonun bu yüzü gösteriyor. 2011'in sonbaharında önemli bir dönüm noktası vardı. Türkiye iktisat tarihinde, ilk defa iktidardaki bir hükümet ‘Ya bu gidişat, gidişat değil. Çok hızlı büyüyoruz. Bu sonuçla ciddi bir cari açık yaşandı. Bu sonuç sürdürülemez. Sonunda kamyon duvara çarpacak ve bir kur şoku ile karşı karşıya kalacağız. TL'de hızlı bir değer kaybı olacak ve devalüasyon ortaya çıkacak. Biz bunu bu şekilde götüremeyeceğiz.” dedi. Merkez Bankası üzerinden yürütülen kavga da bu, hükümet içi bir kavga aslında.

Bunu kim dedi?

Bunun mimarı Ali Babacan ve Hazine ekibiydi. Merkez Bankası ekibiyle de tam bir görüş birliği içindeydiler. Kalkınma Bakanlığı da bu görüşe katılıyordu. Kısacası bu ekip, ekonomi yönetimiydi. Ekonomi Bakanlığı'nın bu yönetime itirazı oluyordu. Ama başbakanın ilk başlarda pek itirazı yoktu. Bu kadar yüksek büyüme iyi, güzel ama çok fazla cari açık ortaya çıktı. Taşıma su ile değirmen dönmeyeceği için dengeli bir büyüme rejimine geçmek istediler.

Dengeli büyümeden kasıt nedir?

Üretim faktörleri donanımı ve kabiliyeti açısından Türkiye'nin bir potansiyel büyümesi var. Dolayısıyla iç talep ve net ihracat yarı yarıya katkı yapacak. Net ihracattan kasıt, ihracatın ithalattan daha hızlı artması. Bu ihracat ithalattan çok olacak anlamına gelmesin. Zaten bu mümkün değil. Yeter ki ihracat ithalattan daha hızlı artsın. O zaman hem büyümeye katkı yapmış oluyor hem de cari açığı düşürüyor. Ekonomi yönetimi ve tüm iktisatçılar 2012'den beri bu dengeli büyüme rejimini öngörüyor.

İki yıldır ne oluyor peki?   

2012'de çeşitli önlemler aldılar. Kredilere kısıtlama getirildi. BDDK da Merkez Bankası'na yardımcı oldu, kredileri dizginlendi. TL'nin aşırı değer köpüğünü almak için faizler düşürüldü. TL'ye kontrollü bir şekilde değer kaybettirildi. Ama bu önlemler tam istenilen sonucu vermedi. İthalat düştü. Büyümeyi net ihracat omuzladı. Büyüme 2012'de 8 buçuktan 2 buçuğa düştü. Kişi başına gelir artışı yüzde yarım puan oldu. 2013'te iç talebi gevşetme kararı aldılar. Bu kez genişleme fazla oldu, net ihracat geriledi. Büyüme yüzde 4'e çıktı ama cari açık tekrar yükselmeye başladı. 2012 ve 2013'te denge tam olarak sağlanamadı. 2014'ün ilk çeyreğinde büyüme yüzde 4.3 oldu. Beklenenin üzerindeydi ama dengeliydi.
 

 

Son iki faiz indirimini destekledim. Sanılmasın ki faiz lobisinin bir parçasıyım

 

Buna rağmen ekonomideki huzursuzluğun sebebi nedir?

Başbakan'ın bu yılın başından beri hop oturup hop kalkması ve Merkez Bankası'na‘Faizi düşürün' diye yüklenmesi. Halbuki TL'ye yönelik  spekülasyonu önlemek için Merkez Bankası faiz arttırmak zorundaydı. Siyasi baskılar yüzünden para politikaları toplantısı kurulunda yapamadı. Ama bir hafta sonra olağanüstü toplanmak zorunda kaldı. Dolar 2.40'a dayanmıştı. Daha nereye gideceği de belli değildi. Faizleri artırdı. Sonra “Nasıl yükselttiyseniz öyle indirin” dedi başbakan. Çünkü referans noktası olarak politika faizi dediğimiz repo faizini alıyor. Tabii orada yanılıyor. 4,5'dan 10'a çıkarttı Merkez Bankası para politikası faizini. Ama fiilde bu faizi kullanmıyordu, günlük faizi kullanıyordu. Günlük faiz de yüzde 8'e yakındı. Dolayısıyla Merkez Bankası “Faizi 4,5'dan 10'a çıkarıyorum ve bundan sonra böyle para vereceğim.” dedi. Ama aslında Merkez  Bankası fiilen günlük faiz kullandığı için faizi zaten 7 buçuktu. Yani yüzde 7 buçuktan yüzde 10'a çıkmış oldu bu durumda. Fakat başbakan bu incelikleri yeterince takip etmiyor. O sebeple o günden bugüne kıyamet kopuyor.

Ali Babacan, ekibi ve başbakan hangi noktada çelişiyor?

Ekonomi politikası noktasında. Başbakan ve partide onun gibi düşünenlerle, Babacan ve ekibi arasında bir görüş ayrılığı var. Babacan'ın ekibi de  iktisatçılar da dengeli büyümenin daha sağlıklı olacağı kanaatindeler. Başbakan'ın ikilemi ve çıkmazı burada. Bir taraftan harcamaları artırarak devam ettirmek istiyor, ama öbür tarafta mali disiplini bozmadan bu harcamaları artırma olanağı kalmadı. Büyüme oranları düşük, vergi gelirleri reel olarak artmıyor, hatta azalıyor.

Başbakan bunu mu kabullenemiyor?

Evet, kabul etmek istemediği nokta bu. 2015 Cumhurbaşkanlığını bir şekilde kazandı diyelim. Ama 2015 genel seçimi hayati bir seçim. Başbakan bu seçimde referandum çoğunluğunu hedefliyor. 330'u geçecek diye düşünüyor ki, istediği gibi anayasayı monte etsin, referanduma gitsin ve böylece başkanlık sistemi gelsin. Ekonomi politikasını başkanlık sistemi için değiştirmek istiyor. Başka yolu yok. Dolayısıyla 330'u aşması için yüzde 50'nin üzerinde oy alması lazım. Ama kamuda harcamalarını kısmak zorunda kalırsa, kişi başına düşen gelir yüzde 4'lerden yüzde 1 civarına düşerse, ne kamu hizmetlerinde iyileştirmeye gidebilir ne de yoksulluğu aşağıya çekebilir. Bu da oy kaybı demek.

O halde, Erdoğan'a göre sorun Merkez Bankası'nın faiz politikası…

Öyle olduğunu düşünüyor. Ama ciddi şekilde yanılıyor. “Enflasyonu düşürmek için faizleri de düşürmek gerek” diyor. Temmuz ayı son enflasyon rakamları açıklandı. Bunlar bize enflasyonun düşeceğini ama az da olsa yükseldiğini gösteriyor. Piyasaya gösterge faizi yüzde 9. Şu anda Merkez Bankası'nın politika faizi 8,9. Büyük tasarruf cari açığı olan ve dış tasarrufa ihtiyacı olan bir ekonomi olarak bunu sürdürmeyi nasıl düşünüyor bilmiyorum. Ben son iki faiz indirimini destekledim. Sanılmasın ki faiz lobisinin bir parçasıyım. Başbakan hiçbir bedel ödemeden faizleri düşürüp, negatif yaparsak, enflasyon da bunları takip eder, kura da bir şey olmaz ve iç talep canlanır diye düşünüyor. Başbakan'ın istediği para politikası bu. Buna geçildiği takdirde Türkiye ekonomisinin çok ciddi bir durgunluk riskiyle karşı karşıya kalacağını düşünüyorum. Türk Lirasında hızlı bir değer kaybolur.

 

Erdoğan'ın para politikasıyla istikrar sürmez

 

En son TL değer kaybettiğinde, iktidar 17- 25  Aralık operasyonlarıyla paralel yapının ekonomiye darbe vurduğu iddiasını ortaya attı. Bu iddiaları nasıl yorumluyorsunuz?
26 Ocak'ta yılın sonuna doğru Türk Lirası değer kaybetmişti. O arada 17 Aralık yolsuzluk operasyonu olmuştu. Oysa dünyaya baktığımızda bu operasyonların Türkiye açısından son derece sınırlı olduğunu gördük, iktidarın iddiasının aksine. Bu değer kaybı FED'in bol kepçe ucuz para politikasını kesin olarak değiştireceğinin sinyallerini vermesiyle alakalıydı. Çünkü bize benzer cari açık veren  bütün ülkelerin paraları değer kaybetti. Buradan biliyoruz. Eğer 17- 25 Aralık rol oynamış olsaydı, hainler, dış mihraklar, faiz lobileri olsaydı Brezilya Hindistan, Endonezya'nın da parası niye değer kaybetti? Oralarda da mı 17-25 Aralık operasyonları oldu? Olmadı. Dolayısıyla bu doğru değildi.

 

Peki Erdoğan'ın para politikasıyla istikrar sürer mi?

 

Tabii ki sürmez. Tam aksine 10 yıldır sağlanan makro ekonomik istikrarın tekerine çomak sokuyor. Onun için büyük anlaşmazlık var Babacan, Merkez Bankası yönetimi ve iktidar arasında.

Ali Babacan ve Erdem Basçı, ekonomiyi ayakta tutan iki isim olarak biliniyor. Bu isimlerin görev süresi biter ve ayrılırlarsa ekonomi sarsılır mı?

Benim tanıdığım Babacan bu tartışmalarla beraber sahayı terk etmeye hazırlanıyor. Babacan yeni dönemde olmayacak. Derin bir görüş ayrılığı var. Babacan'ın bu sorumluluğu daha fazla taşımak istemediği kanaatindeyim. Babacan arka çıkıyordu Merkez Bankası'na. Babacan'ın gitmesi durumunda başbakan bir şekilde baskıyla Erdem Başçı'yı istifaya zorlar. Başbakan kendi para politikasının uygulanmasını, iç talebin canlandırılmasını istiyor. Bunu da yapmak isteyecektir. Ama Başçı da yanlış olduğuna inandığı bir para politikasının sorumluluğunu almaz, bırakır o koltuğu. Ciddi bir güven bunalımı ortaya çıkar. TL değer kaybeder. Bundan da büyük ihtimalle dış mihraklar, Türkiye'nin düşmanları ve paralel yapı sorumlu tutulur.

 

'Devletin Bank Asya'yı  siyasi düşman belleyip batırmaya kalkması çılgınlık'

 

Türkiye'nin dış borcunun Arjantin'den fazla olduğu söyleniyor. Türkiye için benzer durum söz konusu mu?

Arjantin'deki batma hikâyesi yeni değil 2001'e dayanıyor. O yüzden bizi onlarla karşılamak doğru değil. Bizdeki en büyük risk Başbakan'ın izlemek istediği para politikası. İlk 10 yılındaki gibi eski usulü getirmek istiyor. Yeni Türkiye Yeni Türkiye deyip duruyor. Aslında bu Eski Türkiye'ye dönüştür. Bunun Yeni Türkiye ile bir ilgisi yok. Başbakan'ın para politikası 90'lara geri dönüştür.  Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler arasında 2015 ekonomi açısından çok kritik bir yıl olacak. Şu anda ekonomi olarak süper falan değiliz.

Başbakan'ın talimatıyla Bank Asya'yı batırma girişimleri gündemde. Devlet eliyle şirket batırmanın faturası ne olur?

Her devlet batmış bankayı kurtarmaya çalışır ki, banka sistemine zarar vermesin diye. Biz de batırmaya çalışıyor. Devletin bir bankayı siyasi düşman belleyip batırmaya kalkması tam bir çılgınlık. Hem ekonomiye hem ülkeye ihanet. Başka ne denilebilir ki.

‘Bunların okullarına, dershanelerine gitmeyin, gazetesini almayın' da diyor…

Bunlar ekonomiyi ve ülkeyi uzun vadede etkiler. Piyasa ekonomisi bunu kaldırmaz. Çünkü giderek hukuk devletinden uzaklaşıyorlar. Hukuk devletinden uzaklaşıp, piyasaya partizan muamele yaptıkça orta ve uzun vadede de ciddi sorun olur. 28 Şubat'taki ekonomiden bile daha iyi bir durumdayken şu an o yıllara dönmek istedikleri görülüyor.

Babacan'ı ve rasyonel politikalarını tasfiye etmekte kararlılar
Ali Babacan bir röportajında, Ziraat Bankası'nın Bank Asya'yı satın alma konusunda görüşmeler yaptığını söyledi. Bu açıklamaları nasıl yorumluyorsunuz?

Ali Babacan, kamu bankalarının katılım bankalarına sahip olması kararı doğrultusunda Ziraat Bankası'nın bu alanda büyük deneyime ve pazar payına sahip Bank Asya'yı satın almak üzere görüşmeler yaptığını söylüyor. Ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısı olarak görüşmeler hakkında bilgi vermesi gayet normal. Dünyanın her yerinde büyük merger görüşmeleri belli bir aşamada ilan edilir. Bunun amacı piyasaları bilgilendirmek ve  içerden bilgi yoluyla spekülasyonu engellemektir. Bank Asya'nın görüşmeleri reddetmesini ciddiye almıyorum. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Benim tanıdığım Babacan da olmayan bir şeyi  oluyormuş gibi göstermez.

Başbakan'ın Ekonomiden Sorumlu başdanışmanı Yiğit Bulut, “ ‘Ziraat, Bank Asya'yı alacak' spekülasyonu çıkınca, Bank Asya'nın hisseleri yüzde 10 arttı, prim yaptırdılar, SPK'yı göreve çağırıyorum.” dedi. Bunun üzerine Babacan gözden çıkarıldığı için, Yiğit Bulut üzerinden yıpratıldığı yorumları yapıldı…  

Ne zamandır yazılarımda ve katıldığım TV programlarında AKP iktidarının içinde ekonomi politikaları konusunda derin görüş ayrılıklarının ortaya çıktığını söylüyorum. Yiğit Bulut'un Babacan'a yönelik ağır suçlamaları bu derin görüş ayrılığının yeni bir tezahürü. AKP içinde Başbakan'ın liderliğini yaptığı bir grubun Babacan'ı ve temsil ettiği rasyonel politikaları tasfiye etmekte ne kadar kararlı olduğuna bir kez daha şahit oluyoruz. Eğer Erdoğan cumhurbaşkanı seçilirse, faiz konusunda yaptığı son açıklamanın da teyit ettiği gibi ekonomi yönetimi ve ekonomi politikaları değişecek. Ekonomik istikrar için AKP'yi destekleyen çok sayıda aklı başında insanın bu gidişattan büyük endişe duyduklarından eminim. Kimin haklı olduğunu zaman gösterecek. Ancak ekonomide zamanın çok hızlı çalıştığını hatırlatmak isterim.