Erdem Gül*
Yanlış anlamadınız. Aynen başlıktaki gibi seslenmek istiyorum size. Resmen teessüf ediyorum. Bizim 92 günlük hapisliğimiz vardı. Başkaca da bir numaramız yoktu. Dünya alemin dilindeki en büyük hikâyemiz de buydu. Biz hapisten çıktıktan sonra bu 92 günden çok bahsetmezdik. Soran olursa da 92 günü, yıllar sürmüş vurgusuyla söylerdik. Ve üstelik bize üç aşağı beş yukarı bir hasiplik takvimini Akın abi vermişti. Üstelik hapishanedeki daha ilk görüşmelerimizde takriben ne kadar yatabileceğimizi bize söylemişti.
Akın Abi “üç yatarsınız işte” demişti. Bizim mahpusluk süremiz için üç ay civarı tahmininde bulunmuştu. Bülent Utku ve Mustafa Kemal de meseleye bizlerden farklı olarak avukat gözüyle bakıp bizim olsa olsa 3-5 ay yatabileceğimiz görüşüne destek vermişlerdi. Onlar bize bir yandan, “Sıkın dişinizi. Şunun şurasında ne kaldı” mesajı veriyorlardı ama diğer yandan da “Öyle uzun boylu edebiyatını yapacağınız bir hapisliğe sahip olamayacaksınız. Olsa olsa bir mevsimlik yatarsınız. Bütün sermayeniz bu olacak” demeye getiriyorlardı.
Haklı çıktılar. Öbür pazartesilere haksızlık etmişiz dedirten alındığınız o gerçek bir sendrom olan pazartesi sabahından bu yana asıl gün sayan bendim. 1. 2. 3. 4. gün.. Bir hafta. Bir ay. Sonra 45 gün. 50 gün...
Avantaj kaybettim
Yine bir sorun yoktu. Ama ikinci ayı da gecince beni bir telaştır aldı. Çaktırmadan bir cinliğe de başvurmadım değil. Gözünüzden kaçmamıştır ama itiraf edeyim, ücüncü aya doğru gelirken ben artık sizin 5 günlük emniyet bölümünü tutukluluk hesabından çıkarmıştım. Yani sadece cezaevine konulduğunuz günden başlatıyordum artık kronometreyi. Tüm efelenmem buraya kadarmış. Sizin okuduğunuz bu satırları yazarken 92 günlük hapislik avantajını karşınızda kaybetmiş bir adamın ruh hali içindeyim.
Şimdi artık siz bize, “Görmemişin 92 günlük hapsi olmuş....” diyebilirsiniz. Şu ana kadar farkettiniz mi bilmem ama Ahmet’ten hiç söz etmedim. Tabii ki bilerek. Bizim gazetenin tepesindeki her günkü tabela dün sizin için 91. günü, Ahmet için 35. günü gösteriyordu. Ahmet 35. gün olsa sizi bir tarafa bırakıp göğsümü gere gere onunla kıyaslardım bizim mahpusluk süresini. Ama bırak 35 günü, Ahmet’in elinde kapı gibi 375 gün hapislik vardı ki bizim skorun sözü bile edilemez.
Belki yarından da yakın
O arada 92 günü belki de yarı süresine indiren imkanlarımız da vardı. Murat kardeşim o yarı sürenin yarısını tek başına indirmiştir mesela. Nasıl mı? O zaman arkadaş görüşü diye 3 isim bildirirdik cezaevine girerken. Murat bizim üç arkadaşımızdan biri olarak her hafta gelip, çok ciddi ve inandırıcı jest, mimik ve ses tonuyla, “Çıkıyorsunuz. Bitti. Belki yarın, belki yarından da yakın” diyerek haftanın yarısında eşyalar toplanmış oturturdu bizi koğuşta. Kadri’nin, Uluslararası Basın Enstitüsü ile sınırlı kalmayan bizi dünyaya anlatan ilişkileri de 92 günün belki bir ayını kuş gibi hafif geçirmemizi sağlamıştır. Şimdi başta Kadri ama hepiniz, “Adamlar sadece 92 gün yattı. Dünyadan acaip ilgi vardı. Bize aynı oranda ilgi yok galiba” diye düşünürseniz yanlış yaparsınız. Var da bunu haber yapacak yerler az. Artık televizyonlar katliam olsa bile “Son Dakika” yapamayacak biliyorsunuz. Yapamayacaklar diye“ Son Dakikalık” olaylar olmuyor bu ülkede mi diyeceğiz?
Bari fark atmayın
Bu son dakika yasağı önemli. Orada bunun ne anlama geldiğini ve sonuçlarını size aslında Güray Abi anlatmalı ama gazete ombudsmanı olduğu için televizyondaki gelişmelere yüz vermez sanırım. Ama Musa Kart bu yasağı kantinden alabiliyorsanız kağıtlara, yoksa gazetelerin üzerine çizerek anlatır sanırım. Hakan Kara’nın da bu konuda söyleyecekleri olduğuna eminim. Önder Abi ise hâlâ bırakmadığını düşünüyorum, sigarasını tüttürerek, kısa ama okkalı bazı laflar edecektir ki çıkınca bizzat kendisinden duymak isterim. Bu arada Turhan abinin de kafasındaki olası kitap projelerinde 92 güncük olsa da biz de yer almak isteriz. Son söz, sizi tutanlara. Derhal bıraksınlar sizi de bize fark atma mutluluğunu yaşatmasınlar. Baki selam.
Sen gittin haber de gitti
Biz Ankaralı gazetecilerin en afili arkadaşı. En afili ki Barkın Şık deyince durup bir düşünürsünüz. İki yıl oldu kendine başka bir yer arayalı. Sen gitmeye karar verdikten sonra şaşırtıcı bir şekilde bir sürü şey de gitmeye başladı. Ve biz bir süre sonra bakınca hep bizden gittiğini gördük. Değerler, iyilikler, sevinçler nedense bir gitme eğilimi içine girdiler. Ve şaşırtıcı bir şekilde bizim kendi iş dünyamızın en önemli maddesi de gitti. Haber diyorum, haber de gitti. Artık haberi manşet olmayınca sinirlenip, “Gidip seyyar satıcılık yapacağım” diyen gazeteci sayısı çok azaldı. Azalsın. Mesele yok. Ona çözüm buluruz. Meselemiz başka Barkın. Sen iyiysen sorun yok. Ama biz iyi değiliz ve o yüzden serzenişimiz sana. Sen nerdesin?