1979 ila 1989 yılları arasında 10 yıl boyunca Türkiye'nin Washington Büyükelçisi olarak görev yapan Şükrü Elekdağ, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkan Donald Trump'ın Suriye'den çekilmeye yönelik açıklamalarıyla ilgili olarak "Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin mali yükü paylaşmayı kabul etmeleri, buna ilaveten İsrail ve ABD derin devletinden gelecek kuvvetli baskılar sonucunda, Trump'ın kararını değiştireceğini tahmin ediyorum. Yani, Fırat'ın doğusunda PKK/PYD'nin kontrol ettikleri coğrafyada ABD himayesinde bir Kürt federe devleti kurma projesi sürecektir" diye konuştu.
Sözcü'den Uğur Dündar'a konuşan Şükrü Elekdağ, Orta Doğu'daki İran nüfuzuna dikkat çekerek "ABD, İran'ı vurmak zorunda kalırsa, hava bombardımanlarıyla nükleer tesisleri imha etmeye ilaveten, yine havadan ekonomik ve askeri gücüne de darbe vurarak, ülkeyi 15-20 yıl kötürüm hale sokacak bir plan uygulayabilir. Ancak, bu ağır riskler içeren bir girişimdir. Zira, İran'ın elinde çok sayıda kısa ve orta menzilli füze vardır ve ABD'nin hava bombardımanıyla ülkenin geniş arazisine dağılmış olan tüm füze rampalarını imha etmesi mümkün olmayacaktır. Bu durumda İran, elinde kalan orta menzilli füzelerle bölgedeki ABD ve müttefiklerinin hedeflerine misilleme yapma ve bu suretle ABD ile İsrail'e bedel ödetme imkânına sahip olacaktır" dedi.
Uğur Dündar'ın Şükrü Elekdağ'la yaptığı söyleşi şöyle:
Sevgili okurlarım,
ABD Başkanı Trump'ın mart sonunda Ohio eyaletinde bir mitingde yaptığı “Çok yakında Suriye'den çıkacağız. Artık başkaları bununla ilgilensin” açıklamasının Türkiye ve dünyadaki yankıları sürerken, başkent Ankara da önemli gelişmelere sahne oldu.Önce Rusya Devlet Başkanı Putin'in katıldığı bir törenle Akkuyu Nükleer Santrali'nin temeli atıldı. Törenin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Putin ve İran Cumhurbaşkanı Ruhani'nin katılımıyla Suriye'nin geleceğinin tartışıldığı üçlü bir zirve gerçekleşti. PYD'yi terör örgütleri arasında saymayan zirve sonuç bildirgesinin açıklandığı gün, ABD Ulusal Güvenlik Konseyi'nin Suriye'deki Amerikan askeri varlığına son vermeyi öngören bir karar aldığı açıklandı.
Tüm öngörüleri doğru çıkan bilge diplomat, emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ'la bugünkü söyleşimizde, uygulandığı takdirde Türk-Amerikan ilişkilerinin düzelmesine yol açacağı ve Suriye'deki güç dengesini çarpıcı biçimde değiştireceği öne sürülen bu kararı ve olası yansımalarını konuşacağız.
* * *
UĞUR DÜNDAR (U.D.): Sayin Elekdağ, ABD Başkanı Trump'ın bu kararı hangi sebeplerden kaynaklanıyor?
ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (Ş.E.): Trump, “önce Amerika” (America First) konseptine göre hareket ettiğini söylüyor. “17 yılda Ortadoğu'da 7 trilyon dolar harcadık, karşılığında hiçbir şey elde edemedik” diyerek, bundan böyle Amerika'nın kaynaklarının kendisini “yeniden imar” ve gelişmesi için sarf edilmesi gerektiğini vurguluyor. Trump bir ara, ABD askerlerinin Suriye'deki mevcudiyetinin ağır mali yüke yol açtığını, Suudi Arabistan ile diğer Körfez ülkelerinin bu yükü hafifletme yoluna gittikleri takdirde Suriye'den çekilme fikrinden vazgeçebileceğini açıklamıştı. 4 Nisan'da yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısından sonra Beyaz Saray tarafından yapılan yazılı açıklamada, “ABD'nin Suriye'de IŞİD'i yok etme askeri misyonu, IŞİD'in nerdeyse tamamen ortadan kaldırılmasıyla hızlı bir şekilde sonuna geliyor. ABD ile müttefikleri, Suriye'de henüz ortadan kaldırılmamış küçük IŞİD kalıntılarını yok etme göreviyle bağlıdır. Suriye ile ilgili gelecek planları hakkında müttefik ve dostlarımızla konuşmaya devam edeceğiz” denildi.
Tehdit gibi algılandı
(U.D.): Ama bu açıklamada geri çekilmeden bahis yok…
(Ş.E.): Toplantının ardından bir üst düzey Beyaz Saray yetkilisi basına şu bilgileri vermiş: “Başkan Trump spesifik bir çekilme takvimini onaylamadı. Zira Başkan, IŞİD'in yenildiğinden emin olmak istiyor, bu nedenle bölgedeki diğer ülkelerin ve Birleşmiş Milletler'in Suriye'de adım atmasını ve istikrar çalışmalarına katkı sağlamasını istiyor. Hemen çekilmeyeceğiz, fakat Başkan uzun vadeli bir taahhüde istekli değil.” Hiç kuşkusuz ABD'nin Suriye'den çekilmesi Türkiye'nin lehine bir gelişme!.. Ancak, bu gelişmede bir garabet göze çarpıyor mu? Daha birkaç hafta öncesine kadar eski Dışişleri Bakanı Tillerson “ABD'nin Suriye politikasının kilit hedefi İran yayılmacılığını ve etkinliğini azaltmaktır”diyordu. İran'nın, Lübnan ve Suriye'den başlayıp Körfez'deki Irak ve Bahreyn'e oradan da Kızıldeniz'de Yemen'e uzanan bir nüfuz alanı kurmuş olması, ABD ve İsrail tarafından ulusal çıkarlarına bir tehdit olarak algılanıyordu. ABD, bu tehdide karşı koymak için 4 bin TIR, 2 bin uçak dolusu silahla PYD için 40-50 bin kişilik bir kara ordusu donattı ve eğitti. Sonra da, bu orduyu arkada bırakıp çekip gidiyor…
ABD'nin tek yolu var
(U.D.): Yani Trump'ın kararı, ABD'nin kurulu düzen (müesses nizam) stratejisine aykırı mı diyorsunuz?
(Ş.E.): Evet! ABD'nin 2017 yılı başında ilan ettiği yeni “Ulusal Güvenlik Stratejisi” belgesinde ABD'ye ve müttefiklerine yönelen tehdidin merkez üssünün İran olduğu belirtiliyor. Belge, aynı zamanda, İran'ın “Dünyanın teröre en büyük devlet desteğini veren ülke olduğunu” vurguluyor. ABD'nin İran'a yönelik stratejisinde Suriye'nin çok önemli bir yeri var. Belgeye göre İran, Suriye'de artan askeri ve siyasi gücüyle İsrail ve Suudi Arabistan için ağır bir tehdit kaynağı. Suriye savaşı, Hizbullah güçlerinin savaş deneyim ve kapasitesini artırmış, envanterine ileri teknolojili silahları koymasına imkan sağlamış ve İsrail'le yeni bir hesaplaşma için fırsat kollar hale getirmiş durumda. Yabancı kaynaklara göre Haşdi Şabiler'le birlikte İran'ın Suriye'de 30 binin üstünde savaş deneyimli gücü mevcut. Bu durumda, İran'ın Suriye'deki nüfuzunu ve savaş gücünü kırmanın ABD için sadece bir yolu kalıyor. Bu da PYD/PKK'ya dayanmak ve esas bileşeni YPG (PYD'nin silahlı kolu) olan Suriye Demokratik Güçleri'ni (SDG) ileri teknoloji silahlarla donatıp ordulaştırmaktır. Bu suretle, Fırat'ın doğusunda PKK/PYD kontrolündeki bölgenin savunulması ve siyasi bir kurumsal yapı kazanması sağlanacaktır. Bu şekilde oluşturulacak “garnizon devlet” ve onun ordusu ABD'nin İran stratejisinin temel taşını oluşturacaktır.
(U.D.): Şunu mu demek istiyorsunuz: “Hegemon bir devlet olarak yükselen İran, ABD ve İsrail tarafından bertaraf edilmesi gereken bir tehdit kaynağı olarak algılanıyor. Ulusal stratejisi gereği olarak da ABD'nin Suriye'deki mevcudiyetinin esas sebebi bu tehdide karşı koymak ve etkisiz hale getirmektir. Bu durumda, Washington açısından, ABD'nin Suriye'den çekilmesini makul ve akılcı bir hareket olarak görmek mümkün değildir.”
Trump vazgeçecek
(Ş.E.): Doğru!.. Bu nedenle ben, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin mali yükü paylaşmayı kabul etmeleri, buna ilaveten İsrail ve ABD derin devletinden gelecek kuvvetli baskılar sonucunda, Trump'ın kararını değiştireceğini tahmin ediyorum. Yani, Fırat'ın doğusunda PKK/PYD'nin kontrol ettikleri coğrafyada ABD himayesinde bir Kürt federe devleti kurma projesi sürecektir. CENTCOM Komutanı Orgeneral Votel'in “sahadaki ana ortağımız” diye övdüğü PYD de ABD nazarında stratejik ortak ve Ortadoğu'da kayda değer bir denge unsuru olma niteliğini muhafaza edecektir. Türkiye açısından ciddi sakıncalar yaratacak nitelikteki bu gelişmeleri belirtmekten maksadım, uyanık olmamız ve bu riskleri karşılamak için zamanında hazırlık yapabilmemiz içindir.
(U.D.): İran'ın ABD'nin hedef tahtasında olduğunu söylüyorsunuz. ABD'nin İran'la hesaplaşması ciddi bir olasılık mı?
(Ş.E.): Şahinlerden oluşan Trump hükümeti içinde iki kişi, Savunma Bakanı Mattis ile Beyaz Saray Genel Sekreteri Kelly, Başkan Trump'ın yakın çalışma arkadaşlarıdır. Her ikisi de Irak'ta savaş görmüş, deniz piyadesi emekli orgenerallerdir. Şimdi yeni tayinlerle bunlara, dış politikada sertlik yanlısı olmakla ün yapmış ve İran'a karşı güç kullanma saplantısında olan ve medya tarafından “süper şahin” olarak tanımlanan iki kişi daha katılmıştır. Bunlardan, yeni Ulusal Güvenlik Danışması olan John Bolton, ABD'nin İran nükleer anlaşmasından çekilmesi taraftarıdır. Ayrıca, İran rejiminin değiştirilmesi ve İran nükleer tesislerinin askeri güçle imhası hususunda ısrarlı görüşlere sahiptir.Dışişleri Bakanı olarak atanan Pompeo da aynı görüşleri savunmaktadır. Bolton ve Pompeo ülkemize ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'a da iyi gözle bakmıyor ve Türkiye'yi“İslami diktatörlük” olarak tanımlıyor. Bu kişilerin Trump hükümetine katılmalarından sonra ABD ile İran arasında çatışma ihtimali artmış ve İran, ABD tarafından bir hamle bekler olmuştur. O kadar ki, İran Riyal'i değer kaybetmiştir. Bu durumdan büyük endişe duyan Irak Başbakanı İbadi, en büyük korkusunun ABD ve İran'ın Irak topraklarında çatışması olduğunu açıklamak ihtiyacını hissetmiştir.
(U.D.): Peki, sizce ABD'nin İran'ı vurma olasılığı var mı?
İran'ın elindeki koz!
(Ş.E.): Türkiye'den iki misli büyük bir coğrafyaya yayılan ve 80 milyon nüfusa sahip olan İran'ın ulusal gücünü oluşturan unsurlar meyanında askeri gücü de dikkate alındığında, bu ülkeyi konvansiyonel bir savaşla dize getirmenin gayet güç olduğu anlaşılır. Bu bakımdan ABD, İran'ı vurmak zorunda kalırsa, hava bombardımanlarıyla nükleer tesisleri imha etmeye ilaveten, yine havadan ekonomik ve askeri gücüne de darbe vurarak, ülkeyi 15-20 yıl kötürüm hale sokacak bir plan uygulayabilir. Ancak, bu ağır riskler içeren bir girişimdir. Zira, İran'ın elinde çok sayıda kısa ve orta menzilli füze vardır ve ABD'nin hava bombardımanıyla ülkenin geniş arazisine dağılmış olan tüm füze rampalarını imha etmesi mümkün olmayacaktır. Bu durumda İran, elinde kalan orta menzilli füzelerle bölgedeki ABD ve müttefiklerinin hedeflerine misilleme yapma ve bu suretle ABD ile İsrail'e bedel ödetme imkânına sahip olacaktır. İran'ın elindeki bu koz, ABD'nin İran'a karşı hava bombardımanına girişmesini önleyebilecek ciddi bir caydırıcılık faktörüdür. Bu durumda ABD'nin elinde İran'ı cezalandırma seçeneği olarak, ülkeyi içeriden istikrarsızlığa sürüklemek, ağır yaptırım ve ambargolarla İran'ı ekonomik açıdan çökertmek kalmaktadır.