Gündem

Ekrem Dumanlı: 150 civarında polis memuru daha görevden alınabilir

Ekrem Dumanlı, Emniyet'teki görevden almaları 'cadı avı'na benzeterek, görevden almaların daha da artarak devam edebileceğini söyledi

23 Aralık 2013 14:29

Zaman gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, yolsuzluk operasyonunda AKP hükümetinin soruşturmaya müdahale olarak algılanan, emniyet şube müdürlerinin görevden alınması ve savcı atamalarını eleştirerek, "Emniyet görevlilerini ve yargı mensuplarını sindirmeye yol açacak bir furya başladı ve hiçbir somut suçlama yapılmaksızın insanlar görevlerinden alındı, sürgün edildi. Manzaraya bakar mısınız: Görevinden alınan polis memuru sayısı 135’i bulmuş. 7 emniyet müdürü, 13 emniyet müdür yardımcısı, 101 şube müdürü, 14 daire başkanı. Sırada 150 civarında polis memuru olduğu söyleniyor" dedi.

Dumanlı yazısında, dünyanın diğer ülkelerinde de yolsuzluk hadiseleri yaşandığına dikkat çekerek, "Mesela İspanya Başbakanı Mariano Rajov yurtdışı seyahatindeyken polis, iktidar partisinin genel merkezine baskın yapıyor, 14 saat boyunca binada delil arıyor. Neyin delili? Yolsuzluk suçlamasının. Peki ne yapıyor o ülkenin Başbakanı? “Edepli ol edepli!” diye gazeteleri mi azarlıyor, polisleri görevinden mi alıyor, global bir tuzaktan mı bahsediyor?" ifadelerini kullandı.

Ekrem Dumanlı'nın Zaman gazetesinde "Adalet olmadan asla" başlığıyla (23 Aralık 2013) yayımlanan yazısı şöyle:

Bak şu kaderin cilvesine! Ülkemizde daha önce görülmemiş çapta bir yolsuzluk/rüşvet soruşturması sürerken dünyanın dört bir yanında da benzer hadiseler yaşanıyor. Yaşanıyor ama buradaki gibi değil...

Bizdeki durum malum. 4 bakan ve çocuklarının suçlandığı, somut bilgi ve belgelerin tüyler ürpertici bir manzara arz ettiği soruşturmaya, müdahale üstüne müdahale yapılıyor. Daha ilk gün emniyet yetkilileri alelacele değiştiriliyor, yeni savcılar atanıyor, emniyetteki görev değişiklikleri bütün Türkiye’ye teşmil ediliyor, soruşturmanın üzerine giden herkese (medya dahil) baskı uygulanıyor, suçsuz günahsız insanlara hakaret ediliyor, onlara “çete” suçlaması yapılarak “yolsuzluk”un üzerine kara bir perde çekilmek isteniyor…

Tam bu tuhaf manzara Türkiye’nin üzerine kâbus gibi çökerken kader hükmünü icra ediyor ve dünyada da benzer hadiseler yaşanıyor. Mesela İspanya Başbakanı Mariano Rajov yurtdışı seyahatindeyken polis, iktidar partisinin genel merkezine baskın yapıyor, 14 saat boyunca binada delil arıyor. Neyin delili? Yolsuzluk suçlamasının. Peki ne yapıyor o ülkenin Başbakanı? “Edepli ol edepli!” diye gazeteleri mi azarlıyor, polisleri görevinden mi alıyor, global bir tuzaktan mı bahsediyor? Tam aksine, AB zirvesi için gittiği Brüksel’den, endişe içinde olmadıklarını söylüyor ve “Soruşturma için gereken kolaylığın gösterilmesi talimatını verdim.” diyor. Böyle dedi diye Başbakan’ın itibarı mı sarsılıyor; ya da hükümet mi zarar görüyor? Demokratik-hukuk devletinde yapılması gerekeni yapmış oluyor İspanya Başbakanı.

Olacak ya! Hafta içinde bir yolsuzluk hadisesi de Japonya’da yaşanıyor. Tokyo valisi Naoki Inose’nin, vali yardımcılığı sırasında bir şirketten 500 bin dolar rüşvet aldığı iddia ediliyor. Vali, geçen sene şahsî ihtiyacı için kredi çektiğini ancak bunu tamamıyla ödediğini, ilgili şirkete herhangi bir imtiyaz tanımadığını söylüyor. Söylüyor ama istifayı da basıyor ve bunun sebebini, “olimpiyatlar için büyük yatırım yapan Japon hükümetini rahatlatmak” şeklinde özetliyor. E bu erdem değil de nedir Allah aşkına?

Bitmedi. Yunanistan Başbakanı Antonis Samaras, lüks cipini sahte plaka ile kullandığı gerekçesiyle eski ulaştırma bakanını gözaltına alan polisleri tebrik ediyor. Ve ekliyor: “Kim kanunları çiğnerse tutuklanır ve cezalandırılır.” Üstelik Yunan Başbakanı bunu nerede yapıyor biliyor musunuz? Brüksel’de düzenlediği basın toplantısında. Yaklaşık bir hafta sonra Avrupa Birliği dönem başkanlığını devralacak Yunanistan’ın Başbakanı böyle yaptı diye dünyanın gözünden mi düşüyor?

Birkaç gün önce Uruguay’da ibretlik bir hadise daha yaşandı. Ekonomi Bakanı Fernando Lorenzo istifa etti. Sebep, rüşvet iddiaları. Geçen sene gerçekleştirilen havayolları ihalesinde iddialar ortaya atılınca ‘yargının önünü açmak için’ bakan istifayı basıverdi. Uruguay Devlet Başkanı Jose Mujika, bakanın ahlakî bir davranış sergilediğini söylüyor ve ekliyor: “Mahkemeden aklanacağı ana kadar arkadaşımız ile hükümetimizin ilişkisi kesilmiştir.”

Her ülkede birtakım suiistimallere rastlanabilir, bazı kişiler denetimsizliğin verdiği cesaretle yanlış işlere bulaşmış olabilir. Bu tür durumlarda “Bizden hırsız/rüşvetçi çıkmaz” demek yerine, olayların üzerine gidilmesi, ucu kime dokunursa dokunsun gerçeğin ortaya çıkarılması gerekir. Somut bilgi ve belgeler eşliğinde rüşvet suçlaması yapılınca komplo teorilerine sığınmak ve herkesi korkutmak istercesine bağırıp çağırmak meseleyi çözmez. Hatta yargıya müdahale edildikçe ve hukuk çiğnendikçe iddialar pekişir.

Kaldı ki İslamî hassasiyeti olan kişilerin yolsuzluk ve rüşvet gibi konularda muazzam titizlik içinde olması gerekir. Allah’a ve ahirete inanmanın gereği budur çünkü. “Hırsızlık yapan kızım Fatıma bile olsa cezasını veririm.” diyerek gökleri inleten Hazreti Muhammed (sas) bu emanetle ayrılmıştır aramızdan. Hutbesine “Ey cemaat! Dinleyin ve itaat edin.” diye başlayan Hazreti Ömer’e cemaatten bir fert “Ya Emirel Mü’minin! Şu sırtındaki gömleğin hesabını vermezsen ne dinleriz ne de itaat ederiz.” demişti. Hazreti Ömer, kumaşın bir gömlek için yetersiz kaldığını; ancak oğlu Abdullah’ın payına düşen kumaşı ekleyerek yeni bir gömlek diktirdiğini söylediğinde camideki sade bir vatandaş “Şimdi dinleriz de, itaat de ederiz!” demişti. Bunlar, masal mıydı, menkıbe miydi, hikâye miydi? Haşa!

Allah aşkına insaflı olalım; mevzuu mecrasından saptırmayalım. İktidar partisine verilecek bir zarar “cemaat”e nasıl bir yarar sağlayacak ki? Hayalî komplolar üretileceğine İslamî olana, insanî olana, hukukî olana yönelmek gerekiyor. Aslı faslı olmayan iddialarla tribünler bir miktar oyalanabilir; ancak ortaya çıkan somut bilgi, belge ve olguları vicdanlarda taşımak imkânsız. Öfkeyle suç icat etmek, suçlu devşirmek ve devlet gücünü hayalî “iç tehditler”e karşı kullanmak, rüşvet ve yolsuzluk iddialarından daha büyük bir suçtur. Dünyada da ahirette de hesabı verilemez…

 

Cadı avı mı?

 

Yolsuzluk ve rüşvet soruşturması ortaya çıkar çıkmaz İstanbul ve Ankara Emniyet’teki yetkililer görevlerinden alındı. Savcıların elinden dosyaların alınacağı şayiası çıktı; ancak tepkiler çığ gibi büyüyünce görevden alma değil, yeni savcılar atama yolu seçildi. O savcılar da dosyayı kuvvetli görmüş olsa gerek ki zanlıların tutuklanma talebi oybirliğiyle (oyçokluğuyla değil) istendi. Nitekim iki bakanın oğlu dâhil 24 sanık, mahkemece tutuklandı. Demek ki dava büyük, deliller kuvvetli, ithamlar ikna edici…

Bu arada Emniyet görevlilerini ve yargı mensuplarını sindirmeye yol açacak bir furya başladı ve hiçbir somut suçlama yapılmaksızın insanlar görevlerinden alındı, sürgün edildi. Manzaraya bakar mısınız: Görevinden alınan polis memuru sayısı 135’i bulmuş. 7 emniyet müdürü, 13 emniyet müdür yardımcısı, 101 şube müdürü, 14 daire başkanı. Sırada 150 civarında polis memuru olduğu söyleniyor. Malî Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) başkan yardımcısı da görevinden alınanlar arasında. Maliye’de hatta TRT’de görevden almalar sürüyor. Resmen bir cadı avına benziyor bu kıyım.

Hangi kritere göre yapılıyor bu değişiklikler? Hangi suç isnadına dayanarak yapılıyor bu kıyım? Yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasının hemen sonrasına denk getirilen bu “operasyon” Türkiye’nin dört bir yanında yapılıyorsa ve bir-iki gün içinde gerçekleştiriliyorsa hangi bilgiye dayanarak icra ediliyor? Ve neden bu sarsıntı daha çok rüşvet, yolsuzluk, kaçakçılık gibi konuları araştıran birimleri etkiliyor?

Devletleri ayakta tutan, adalettir. Adaleti en temelinden yerle bir edecek uygulama, mesnetsiz suçlamalar yöneltmek ve hayalî suçlular üretmektir. Hem hak ihlalidir hem suçtur. “Varsın kurunun arasında yaş da yansın” denilerek yapılan hukuksuzluk zulme dönüşür ve hiçbir zulüm, yakasını tarihten kurtaramaz...

 

Panaroma

 

Bazı gazete ve televizyonlar, Türkiye tarihinin en çaplı rüşvet-yolsuzluk iddialarını dile getirmeden yayın yapıyor. İddialardan bahsedilmiyor; ama ithamları püskürtücü komplolar gümbür gümbür dile getiriliyor. Amerika’yı, İsrail’i, Gezi’cileri suçluyorlar. Camia ile ilgili söyledikleri/yazdıkları kimi zaman korkunç bir zulme dönüşüyor. Demek ki partizanlık insanların gözünü bu kadar kör edebiliyor. Yazık. Madem siyaset böyle bir tek gözlü korsana çeviriyor insanı, basit bir sual sormakta mahzur yoktur sanırım: Arkadaşlar, yolsuzluk ve rüşvet konusunda bu kadar ağır suçlamalarla CHP ya da MHP karşı karşıya gelseydi yine böyle suspus olacak mıydınız, yine böyle komplo teorilerinin arkasına gizlenecek miydiniz? Ayıp olmuyor mu gerçekten…

THY ile ilgili birkaç gün önce ilginç bir gelişme yaşandı. Bazı gazeteler uçakta servis edilmeyecekmiş. İçlerinde Zaman ve Today’s Zaman da var. Niye? Hamdi Topçu ve Temel Kotil’den tek bir kelime ile açıklama yok. Sonra dağıtım şirketine gazete miktarının azaltıldığını, lütfedip (!) beyan buyurmuşlar. 1 milyon 200 küsur bin satan bir gazetenin 2 bini bile bulmayan bir gazete satışına ihtiyacı yok; ancak hangi kritere göre bu ayrımcılığın yapıldığını, halkın haber alma özgürlüğünün hangi vesileyle kısıtlandığını, hangi gazetelerin servis sayısının yükseltilerek siyasi bir operasyon yapıldığını THY yetkililerinin izah etmesi şart! Keyfî uygulamaların sonu olmaz ki! Böyle giderse kafası bozulan herkes keyfî uygulamalar peşinde koşacak. Kim bilir bir bakanlık doğalgazı kesecek, öbürü vergi memurlarını kapılara dikecek, bir başkası suları kapatacak... E hani, “Türkiye muz cumhuriyeti değil” deniyordu?..