Cumhuriyet yazarı Tayfun Atay, e-devlet üzerinden yayımlanan soy bilgilerine ilişkin olarak "Düşünün, sapına kadar Türkçü'sünüz, ama 'saf kan' Ermeni çıktınız. Toplumsal infial yaratır bu, hem de böylesi 'Vatan-Millet-Sakarya' politik ikliminde" dedi.
Tayfun Atay'ın "Benim soyum, benimle başlar!" başlığıyla yayımlanan (12 Şubat 2018) yazısı şöyle:
Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü’nün e-Devlet’ten başlattığı “alt-üst soy raporu”nda patlama yaşandı. 4-5 göbek ötesinde kimin-kimlerin olduğunu merak edenler akın etti ve sistemi çalışamaz hale getirdi. Sonunda soyağacı paylaşım hizmeti durdurulmak zorunda kalındı.
“Birey”in ortaya çıkmadığı “cemaat toplumsallıkları” (“gemeinschaft”) soy, sülale, şecere gibi kan bağına dayalı kimliklerle varlık arayışında bir insanlık hali üretir. Böylesi bir toplumsallığın iktidar tabakasında da “aristokrasi” vardır. Orada da soy(luluk) her şeyi haklı kılar. Ne kadar işe yaramaz, yetersiz, yeteneksiz olsanız da “soylu” iseniz statüye de, itibara da, zenginliğe de, saygınlığa da sahip olursunuz.
Modern toplum, cemaat toplumsallığının da, aristokrasinin de yıkıldığı yerde ortaya çıktı.
Bir cemaat mensubu olmak yerine meslek sahibi birey olmanın önem kazandığı yeni/modern toplumsallıkla (“gesselschaft”) birlikte aristokrasiyi tarihe gömen burjuva-kapitalist toplum da elbette güllük gülistan değildir; eşitsizlik, adaletsizlik, sömürü onda da devam eder. Ama “soy”, bir değer olarak tarihe karışmıştır.
O yüzden Fransız Devrimi sonrası yeni durumda Napolyon’u, “Bu adam kim ki bizim kralımız oluyor, asil değil, soylu değil; bir işçinin oğlu başımıza kral mı olacak” şeklinde değerlendiren asilzadeler, onun “Asaletim, soyluluğum benimle başlar, benim soyumdan devam eder” cevabıyla kıç üstü oturmuşlardır.
Türkiye’de soy-sop takıntısı, kırsal-cemaat toplumsallığının (“gemeinschaft”) hem sosyo-ekonomik çerçevede aşılamamış, hem de kültürel kategori (yaşama şekli) olarak fazlasıyla belirleyici olmasıyla bağlantı içindedir. Yeni tanışanların “yabanlık” kuşku ve kaygısını bir an önce giderme yolunda “Memleket neresi?” diye birbirlerini tarttıkları bir ülkede soy-sop merakı tavandadır. Üstelik bunu destekleyen, besleyen, pekiştiren bir iktidar politikası, devlet-aklı da var ortada.
Ve soyağacı belirleme yollu e-Devlet uygulamasında en büyük tehlike de burada karşımıza çıkıyor. Şöyle:
Türkiye’de dost sohbetlerinde veya evlerin kuytu, mahrem köşelerinde geçen konuşmalarda, “3-4 göbek geriye gitsen bu memlekette kimin ne olduğu belli olmaz” şeklinde sarf edilen sözleri duymamış kimse var mıdır?.. Sanmam. Ben çok duydum ve bir çok olaya da tanık ve gözlemci oldum.
Bir tanesi, şahsıma özel: 30 yıl kadar önce bir sohbette baba tarafımdan Gürcü olduğumu söylediğimde Türkçü hassasiyeti dorukta bir “dost”, “Sana kardeş tavsiyesi, bunu her yerde söyleme” demişti!..
Babamın babası 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı (“93 Harbi”) sonrası savaş kaybedilince Batum’da kalamayıp Karadeniz’in bu tarafına göçen ve Samsun’a yerleşenlerden…
Hayatımın hiçbir döneminde ne baba tarafından Gürcü olmanın gerçeğini, keyfini, neşesini reddettim, ne de bu ülkenin yurttaşı olmaktan yüksündüm. Benim gibi milyonlarca Gürcü kökenli yurttaşı var bu ülkenin…
Dahası, bu ülkenin, büyük annelerini kaybettiklerinde nüfus dairelerinde, bir ömür boyu saklanmış sır olarak onların Ermeni kökenli olduğunu öğrenen yurttaşları var.
Dedelerinin, ninelerinin Yahudi dönmesi olduğunu tesadüfen öğrenen yurttaşları da var.
Alan araştırmasında gittiğiniz köylerde insan sıcaklığı ile diyalog kurabildiğinizde duyarsınız, “Bizim aslımız Ermeni ama işte o olaylarda Müslüman olmuş bizim büyüklerimiz” diye…
Köy vardır Anadolu’da; “Tehcir”den kurtulmak için topluca ihtida etmiş Ermeni köyü… Kendilerini “garanti”ye alma yolunda 1970’lerin iç-savaş ortamında Türkçü-milliyetçi ideolojinin en damardan müdavimi kesilmiş, silme MHP’ye oy çıkarmıştır.
Köylü vardır Anadolu’da; misafirliğe gelen komşusu ayrıldığında evindeki antropoloğa, “Bunlar çok iyi insanlar ama aslen Ermeniler. Dedelerini dedem saklamış o olaylar olduğunda” diye anlatan…
Bu memleketin “ahlâklı” sosyologları, sosyal antropologları, etnologları, folkloristleri, tarihçileri bunları gayet iyi bilir.
DTCF’de hocam olmuş fizik antropolog Armağan Saatçioğlu, kan grupları yönünden Türkiye nüfusunun yakın ve uzak olduğu toplulukları belirlemeye yönelik bir araştırma gerçekleştirmişti 1970’lerde… Bu memleketin insanları kimlere yakın çıktı dersiniz?!
Orta Asya’daki Türk topluluklarına değil… Balkanlara, Orta ve Doğu Avrupa’ya, Ortadoğu’ya… Yani Sırplara, Romenlere, Polonyalılara, Ruslara, Yunanlara hatta İtalyanlara ve Anadolu’nun Doğu-Güneydoğu’sunda da İranlılara…
(Bkz. “ABO Genleri Yönünden Türkiye’nin Yeri ve Bu Ülkedeki Gensel Çeşitlilik Üzerine Biyometrik Bir İnceleme”, A.Ü.D.T.C.F. Yayınları, 1978).
Sonuç anlaşılır aslında: Coğrafyada eskiden kimler yaşamışsa ve Selçuklu-Osmanlı döneminde nerelerle kültürel etkileşim, alışveriş olmuşsa biyolojik yakınlık da ona paralel…
Fakat şimdi Türklüğün, Müslümanlığın, milliyetçiliğin, milliliğin, yerliliğin siyasi dilde baskın olup topluma alabildiğine empoze edildiği bir dönemde soy raporu öyle mi?!
Bana Gürcü olduğumu söylememe hususunda “kardeş tavsiyesi”nde bulunulmuştu ki bu en “hafif” basınç... E-Devlet’teki taramadan “Affedersiniz, Ermeni” veya “Dönme” veya “Rum tohumu” veya “Gâvur dölü” olduğunu öğrenme “riski” bulunanlar yok diyebilir misiniz?.. Hayır, diyemezsiniz...
Ve düşünün, sapına kadar Türkçü'sünüz, ama "saf kan" Ermeni çıktınız!..
Toplumsal infial yaratır bu, hem de böylesi “Vatan-Millet-Sakarya” politik ikliminde…
O yüzden Nüfus Müdürlüğü’nün bu işi o ya da bu sebeple, bahaneyle askıya alması kuvvetle muhtemel.
İşbu yazıyı da isteyen öngörü, isteyen “nasihat” diye okusun!..