Yavuz Baydar
21 maddelik demokratikleşme paketine hızlı bir bakış ardından, ‘dağ fare doğurdu’ demek haksızlık olur. Daha geçerli olan tanımlama, ‘yetmez ama evet’ ya da Sezin Öney’in tweet’inde kullandığı ifade ile ‘düşük yoğunluklu demokratikleşme’.
Kısacası utangaç bir reform demeti ile karşı karşıyayız. Neden? Şu soruyu sorduğumuzda anlaşılır: ‘Türkiye acaba bu pakette sunulan önerilerin ilerisinde mi arkasında mı?’ 12 Eylül 2010 referandumunu ve Barış Süreci’ni düşünürsek toplum değil, bu haliyle paket arkadan geliyor.
Her zaman olduğu gibi, hükümetin adımlarını demokratikleşme kriterleri üzerinden hakkaniyetle artı ve eksileriyle değerlendirmek gerekir. Artılara bakılınca, bazılarının eksiklerini gözardı etsek de, şu adımlar öne çıkıyor:
‘Andımız’ın ilköğretimden tamamen çıkartılması, ‘farklı dil ve lehçelerde hem önseçimde hem de seçimlerde siyasi propaganda yasağının kaldırılması, köy isimlerinin ‘iade edilmesi’ (‘Dersim’ gibi iller konusu belirsiz), kamu hizmeti alanında (yargı ve emniyet hariç olsa da) başörtüsü yasağına son verilmesi, özel okullarda Kürtçe ve öteki yerel dillerde eğitimin önünün açılması ve yüzde 3 üzerinde oy toplamış partilere devlet yardımı.
Eksiler ise hayli göze batan cinsten: Halki/Heybeli Ruhban Okulu’nun kapalı kalması, Aleviler ve Cemevleri ile ilgili hiçbir yenilik olmayışı, Jandarma’nın sivil otoriteye bağlı bir kırsal polis projesinin dışlanması, nefret suçlarında farklı cinsel yönelim ve inançsızlardan söz edilmemesi ve müzmin başağrısı olan TMK konusunda boşluğun sürmesi.
Bunun dışında, şunları da ekleyelim. Q-W-X harflerinin ‘klavye özgürlüğü’ adı altında pakete eklenmesinin fazla bir anlamı yok: bu sadece kozmetik bir ‘çentik’. Özel hayatla ilgili madde, zaten anayasa değişikliği ardından kaç aydır ‘yasal uyum’ beklemekteydi, yani yapılması zaten mecburiydi. Bir ‘lütuf’ değil. Ortaya atılan seçim sistemi reform ise sadece bir dizi, kamusal tartışmaya açık öneriden ibaret.
ABD ve AB’nin en önemli beklentileri, hem Halki’nin açılması, hem uzun tutuklulukların son bulması, hem bireyselin yanı sıra kollektif haklara ön açacak adımların atılmasıydı. Halki tek başına bile dışarda esen soğuk rüzgârları değiştirebilecekti.
Tabii, esas olarak, şimdi bu pakete Türkiye’de yıllar önce Pandora’nın Kutusu’ndan çıkmış, yasal saygı, hak ve özgürlük bekleyen Kürtler ile Aleivlerin ne diyeceği önem taşıyor. Onlar için ‘dağ fare doğurmuş’ sayılabilir. Paket kim ne derse desin, aylardır düşe kalka süren Barış Süreci’ne endeksli ve onun hızını belirlemesi beklenen bir paket. Süreci tamamen durdurmasa da, hız kazandırmayacağı, hayalkırıklığının daha da yayılacağı söylenebilir. Aynı konu, özellikle bölgesel gelişmeler nedeniyle tedirginliği artan ve Diyanet’in vesayetçi tavrından öfke boyutunda rahatsız olan Alevi kesimi için de geçerli.
Kısacası, toplumu ‘kesmeyen’ bir hamleler demeti ile karşı karşıya gelmiş olabiliriz. Esas olarak çözüm bekleyen bütün ana konular sivil Anayasa’nın çerçevesine giriyor, yani ‘sosyal uzlaşma’nın. Bu açıdan, parçalı çözümler, artık iyice tekleyen, su kaynatan, yolda ikide bir duran bir motoru onarma için yeterli değil. Yolcular kızgın bezgin ve yorgun. Mürettebatın enerjiyi yamalama yerine buna harcaması çok daha fazla güven verirdi.
Yine de artıları hafife alınmadan ele alınması gereken bir pakettir bu. Ama geriden gelinmekte olduğuna işaret etmektedir. Zaman Türkiye’nin lehine işlemiyor, acele edilmesi, cesur ve kapsayıcı olunması gerekir(di).