Hürriyet yazarı Uğur Gürses, Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'la yaşadığı anlaşmazlık sonucu görevinden ayrılacağını açıklamalsı sonrası ekonomideki dengelerin nasıl değişeceğini irdeleyen bir yazı kaleme aldı. "Yeni bir genel başkan, yeni bir başbakan, yeni bir kabine ekonomi için de yeni bir belirsizlik süreci demek olacak" diyen Gürses, "Şimdi Ankara’da çizilen ‘düşük profilli başbakan’ tablosu yaşama geçerse reform ‘ambalajı’ bile halı altına süpürülür. Ambalajın bile solması elde kalan ‘tabela hikayesini’ de çöpe atar" görüşünü dile getirdi.
Gürses'in Hürriyet'te "Davutoğlu gidiyor reformlar kalıyor mu?" başlığıyla yayımlanan (6 Mayıs 2016) yazısı şöyle:
Davutoğlu’nun çekilme gerekçesi, yokluğunda partideki bir düzenlemenin kendi bilgisi dışında hazırlanması ve önüne konulması.
Bir süredir ülkede yaşanan anayasal güçler krizi, sonunda aynı siyasi felsefe şemsiyesi altındaki yürütmede de patlak vermiş oldu. Bu, ekonomide mevcut temel sorunları da derinleştiriyor; çünkü Davutoğlu kabinesi, biçimsel de olsa en temel ihtiyacın altını çiziyordu. Bu da reformlardı. Davutoğlu 2014’te göreve geldikten bu yana, reformlar konusunda hep temel sorunların başlıklarını belirleyen, ama bunlara çözüm arama gayretiyle sınırlı bir çerçeve çiziyordu. Bunlar, reform olarak nitelense de, ‘niyet deklarasyonu’ idi. 1 Kasım seçimlerinden sonra, vaatler ile 3 aylıktan başlayarak 6 ve 12 aylık reform hedefleri açıklanmıştı.
Seçim çerçevesindeki vaatler neredeyse tamamlanırken, reformlarda ‘dişe dokunur’ bir mesafe alınamadı. Meclis’e sevk edilen yasa tasarıları bile ‘yapılan reformlar’ içinde sayıldı. Davutoğlu sonrasında asıl soru, ‘dişe dokunur’ reformların geleceğinin ne olacağıdır. Aralık ayında reform takvimi ilan edildiğinde, yatırımcılar nezdinde pek de heyecan verici bir hikâye olarak ‘satın alınmamıştı’. Ülkenin kredi notunu belirleyen dereceleme kuruluşları, uzunca bir süredir seçimler sonrasında Türkiye’nin reform ihtiyacının nasıl yönetileceğinin dikkatle izleneceğini açıklamışlardı. Siyasi kriz derinleşirse not kaybına kadar uzanabilir.
Başından bu yana en çok dikkat çekeni; Davutoğlu hep reform sözünü ederken, Beştepe’de bir kez dahi reform sözü edilmemişti.
Yeni bir genel başkan, yeni bir başbakan, yeni bir kabine ekonomi için de yeni bir belirsizlik süreci demek olacak.
Son 3 ayda FED’in faiz artırımını ağırdan alacağı beklentisi ile gelişen ülkelere akan sermayeden Türkiye’de payını aldı. 3 ayda yaklaşık 4 milyar dolarlık giriş, bir süre için de olsa kronik sorunları unutmamızı sağladı. Kur gerilemiş, faiz 1 puan düşmüş, borsa da yeniden 90 bine dayanmıştı.
Türkiye uzunca bir süredir politik bir kriz içinde. Bu yüzden de ekonomi politikası da, ne bir çerçeve içinde, ne de gereken reformlar bir bütünlük içinde ve derinlikli biçimde yaşama geçirilebiliyor. İşte bu kısa vadeli sermaye girişleri, hep sorunların halı altına süpürülüp unutulmasını getiriyor.
Şimdi yeniden reformlara ne olacak, ekonomi politikasına ne olacak, ekonomi kabinesine ne olacak soruları için uzun bir süre sorulacak. Potansiyel yanıtlar da olasılıkla ‘düşük profilli’ olacak.
Davutoğlu 1 Kasım seçimleri sonrasında bu tablonun farkında olduğunu gösterdi. İçi dolu olmasa da, tablonun bir ‘ambalajı’ vardı. Hem reform çerçevesi, hem de kabinede reformlardan sorumlu bir Başbakan yardımcısı pozisyonu oluşturup bu koltuğa Lütfü Elvan’ı oturturken, uluslararası piyasalarda itibar gören Mehmet Şimşek’i ekonominin dümenine geçirdi.
Şimdi Ankara’da çizilen ‘düşük profilli başbakan’ tablosu yaşama geçerse reform ‘ambalajı’ bile halı altına süpürülür. Ambalajın bile solması elde kalan ‘tabela hikayesini’ de çöpe atar.
‘İstikrar gelecek’ diyerek oy isteyen partinin genel başkanının, yüzde 49.5 oyla çıktığı seçimden 6 ay sonra çekilmesiyle ortaya çıkan yürütme krizi ve politik belirsizliğin reel ekonomiye de yansıması olacak. “Ahmet gitti, Mehmet geliyor; kaldığımız yerden devam” diyerek hafife alınabilecek bir tablo değil. Çünkü kredilerden reel kesime kadar ucu olan; ülkeye gelen sermaye girişlerinin dalgalanacağı, kısılacağı bir belirsizlik yaşanacak.
Güçler ayrılığı, hukukun üstünlüğü, kapsayıcılık, uzlaşma, hesap verem gibi değerler olmadan sandık sonuçlarının tek başına siyasi ve ekonomik istikrar getirmediği çok açık.