Ece Göksedef
Dünyanın en kapalı ülkesi olan ve yabancıların özel izinle girebildiği Kuzey Kore'de, bize en sık söylenen cümle ülkede hiçbir yasağın olmamasıydı. Ancak yeri geldiğinde tuvalete bile özel izinle gidebildik. BBC Türkçe'de çalışmaya başlamadan önce turist vizesiyle Nisan ayında katıldığım 14 günlük geziden izlenimlerin ikinci bölümü:
Kuzey Kore'ye giderseniz, her bir binanın, ağacın, olayın nasıl anlatıldığını dinlerseniz, liderleri öldüğünde dünya yıkılmışçasına ağlayan, yeni liderlerini gördüklerinde heyecandan titreyen Korelilerin görüntülerinin mizansen olmadığını bilirsiniz.
1945 sonrası ilk lider Kim Il Sung, oğlu Kim Jong Il ve onun oğlu, şimdiki lider Kim Jong-un'un her sözü, her ziyareti, açtığı her okul, park, yaptırdığı her yeni binayı büyük bir lütuf, ülkeyi ve toplumu ayakta tutan şeyler olarak anlatılıyor.
Kuzey Koreliler "her şeyi onlara borçlu oldukları için" de bir şekilde iktidarda olmamaları ya da ölümleri, varlıkları için ciddi bir tehdit anlamına geliyor. Bu, çocukluktan itibaren halka aşılanan en öncelikli fikir.
Başlangıcı da 1945'e dayanıyor.
Kore'de kurulan eski hanedanlık 1910'da Japon işgali altına girdikten yıllar sonra, Koreliler bir gerilla ayaklanması başlattı.
"Ölümsüz líder" diye bahsettikleri Kim Il Sung, 1912'de, işgal altındaki Kore topraklarında, bugün Kuzey Kore sınırları içinde kalan yerde doğdu. Kim Il Sung'un gerilla 1925'te de bir gerilla grubunun başına geçerek katıldığına inanılıyor. Yani 13 yaşındayken...
Lider kültü yaratılmasında ABD'nin etkisi
Tarih derslerinde, ABD'nin Japonya'ya 1945'te attığı iki nükleer bombaya ve Japonya ve Almanya'nın savaşı kaybettiğine değinilmeden, 1945'te, Kim Il Sung'un başını çektiği gerilla hareketinin Japonları ülkeden çıkardığı anlatılıyor.
Verilen her bilgiye rehberler "Ölümsüz liderimiz Japonları yenip ülkeyi özgürlüğüne kavuşturduktan sonra" diye başlıyor.
Bir gün gezdirdikleri bir okulda, Lee'ye 1945'te Japonlar ve müttefiki Almanların aslında savaşı zaten kaybediyor olduğunu söylediğimde, "Ölümsüz liderimiz Kim Il Sung'un sayesinde" dedi. ABD'nin Japonya'yı nükleer bombayla vurduğunu ve Japonya'nın bundan bir hafta sonra Kore'den çekildiğini söylediğimde, "Evet, nükleer bomba atıldığını söylüyorlar" dedi.
"Japonya'nın bu sebeple Kore'den çekilmiş olma ihtimali olabilir mi, diye düşünüyorum" dediğimde, öfkeyle itiraz etti: "Ölümsüz liderimiz 20 yıldır Japonlarla savaşıyordu, zaten savaşı kazanmıştı, nükleer silahın zamanlaması tesadüf olmuştur. Japonya zaten yoldaşlarımızın mücadelesine dayanamayıp çekilmeye karar vermişti!"
35 bin noktada durup eğilmek zorunlu
Kuzey Koreliler artık hayatta olmayan ilk iki lidere taparcasına bağlılar.
Lidere saygı, günlük hayatın hiçbir anında unutulmamak üzere planlanmış. İlk iki liderin fotoğrafının bulunduğu posterler, resimleri ya da heykellerinin önünden yürürken, durup eğilerek saygı göstermek zorunlu. Eğer bunların önünden arabayla geçiyorsanız, saatte 35 kilometreden daha hızlı gitmek yasak, saygı gereği.
Bu heykel ve posterlerden ülke genelinde 35 bin noktada var. Neredeyse her caddede, her sokakta, her meydanda…
Liderlerin heykel ya da fotoğraflarının önünde fotoğraf çekmek için de önümüzü ilikliyor, şalımızı, atkımızı, şapkamızı çıkarıyoruz.
Her evlenen önce bulunduğu yerdeki lider heykeline giderek önünde eğiliyor. Lidere saygı, özel günlerde daha da önem kazanıyor.
Evde de saygı devam ediyor. Herkesin evinde devlet tarafından verilen iki liderin çerçeveli fotoğrafı var. Salonlarında en yüksek yere asılan bu çerçeveler, her gün düzenli olarak temizlenmek zorunda. Tabii müfettişler sık sık sürpriz yaparak kontrol ettikleri için, ya da bir şekilde ihbar edilmekten korktukları için, herkes bu kurallara uyuyor.
Otelde asılı olan takvimde üç líder için özel olan her gün işlenmiş. Hangi tarihte yeni bir ünvan edinmişler, hangi tarihte okula başlamış/bitirmişler, hepsi yazılı. Zaten yılbaşı olarak kutlanan gün de, Kim Il Sung'un doğum günü olan 15 Nisan. Milat da doğduğu yıl olan 1912.
Örneğin biz oradayken, 15 Nisan 2018'de, havaifişeklerle 107 yılına girişi kutladık.
Mumyalanmış liderler
Asıl "tapma"yı ilk iki liderlerin mumyalanan cenazelerinin olduğu mozolede gördük. Mozole, aslında 1976'da Güneş Sarayı olarak, meclisin ve İşçi Partisi'nin çalışma yeri olarak inşa edilmiş. Kim Il Sung'un ölümünden sonra organları çıkarılıp, cenazesi mumyalanıp oraya konulmuş. Aynı işlem, ikinci líder Kim Il Jung için de yapılmış.
Güneş Sarayı'na girmek için öncelikle resmi giyinmek gerekiyor. İçeri girerken montlarımızı, şaldan eldivene, cebimizdeki mendilden çantamıza her şeyi alıp dolaplara koydular. Ceketli olanlar ceketlerinin önünü ilikledi.
İçeri girdikten sonra saygı gereği hiç konuşulmuyor, sessizlikte bazen fısıldaşmalar duyuluyor. Yürüyen yollar veya merdivenlerde duruluyor, oralarda yürümek yasak.
Avizeler, dev gerçek çiçekler... Ülkede hiç görmediğimiz kadar şaşaayı bu sarayda gördük.
Mumyaların olduğu odalara giriş öncesi bizi 4'er kişilik diziler halinde sıraya soktular. Gruplar halinde Kim Il Sung'un bir camekan içinde yattığı kapkaranlık odaya aldılar.
Odaya girmeden önce, ölümsüz liderlerin karşısına "hijyen içinde" çıkabilmek için tazyikli havayla adeta "tozumuzun alındığı" bir makinenin içinden geçirildik.
4'erli olarak önce ayakucunun olduğu tarafta, sonra düzenli şekilde ilerleyip sol yanında, başucunu es geçip en son da sağında birer kez durup 90 derece açı oluşturacak şekilde eğildik. Ardından odayı terk edip, Kim Il Jung'un mumyasının camekan içinde yattığı diğer karanlık odaya geçtik. Aynı saygı gösterisini orada da yaptık. Ellerimiz hep iki yanda, hazır ol duruşunda.
Fotoğraf çekmek yasak olduğu için şu kadarını anlatayım: Kim Il Sung, ülke genelinde her fotoğrafında gördüğümüz siyah ceketi ve koyu kırmızı kravatıyla yatıyor. Üzerinde kırmızı bir örtü var. Kim Jong Il ise asker üniformasıyla, yine tüm fotoğraflarda olduğu gibi, yatırılmış. Onun da üzerindeki örtü kırmızı.
İkisinin de önünde doğum ve ölüm yılları yazıyor. Kim Il Sung: 1912-1994, Kim Jong Il: 1942-2011
Japon işgaline karşı savaşan 'gerillalar' ve askerler de, öldükten sonra ülkenin çeşitli yerlerinde bulunan şehitliklere gömülüyor.
Onun dışında mezarlık, genel olarak yaygın değil. Rehberlerimizin anlattığına göre ölenler çoğunlukla yakılıp külleri kavanozlara konuluyor. Kavanozların üzerine ölen kişinin fotoğrafı yapıştırılıp, devletin bu iş için ayırdığı binalara yerleştiriliyor.
Liderlerinin yaptığı yurt dışı gezileri de Güneş Sarayı'nda bir harita üzerinde gösteriliyor. Kim Il Sung, 107 kez yurt dışına çıkmış. Çoğu o dönem sosyalist yönetimlerin olduğu Asya ve Afrika ülkeleriyle, doğu Avrupa'daki Sovyetler Birliği ülkeleri. Bu ziyaretler için 2 kez İstanbul'dan aktarma yaptığı da haritada görülüyor.
Kim Jong Il ise, Sovyetlerin dağılmasının ardından alanı daraldığı için olsa gerek, sadece 18 kez yurt dışı ziyareti yapmış.
"Ben" duygusunun oluşması çocukluktan engelleniyor
Liderliğe atfedilen önemden sonra ikinci sırayı "kolektif hayat" alıyor.
Liderlerine bağlı bir topluluğun parçası olma bilinci, her şeyin önünde geliyor. Bu da Kuzey Korelilerin bireysel ihtiyaçlarının ikinci plana atılmasına, kendi isteklerindense devletin devamlılığının öncelenmesine yol açıyor.
Örneğin Lee, her evlenen çifte devletin bir daire verdiğini, gençlerin böylece anne-babalarının evinden ayrıldığını, çocukları olduğunda daha büyük bir eve taşınma fırsatı tanındığını anlattığında, gruptan biri, "Ya devletin verdiği evi beğenmezseniz?" diye sordu.
Lee, daha önce böyle bir ihtimali hiç düşünmemişçesine şaşkınlıkla bize baktı. Soruya anlam veremedi.
Toparlandıktan sonra yeniden ifadesiz haline bürünerek "Devletimiz ihtiyacımız olan en iyi evi sağlar" dedi.
Sokaklarda genelde işlerine koşturan insanlar var. Sadece festival günü neşeyle koşturan insanlar, oynayan çocuklar, hatta bir parkta el ele oturmuş bir çift gördük.
Çünkü "kendilerine verilen görevi en iyi şekilde yerine getirmek, onlar için onur meselesi."
Taraftarlık da yerine getirilmesi gereken bir görev
Vanguard (ordunun futbol takımı) ile Lokomotif (demiryollarının takımı) maçı, Lokomotif'in 3-0'lık galibiyetiyle sonuçlandı. Otobüslerle getirilen taraftarlar için bunun pek bir önemi yoktu. Takımının renklerinde değil, hepsi gri giyinmiş genç erkeklerden oluşan "taraftarlar" girişte düzgün bir sıra halinde ikiye bölünüp staddaki yerlerini aldılar. Maç boyunca şutlar ya da kaçan penaltılara tepki vermediler. Tepki vermek için heyecanlı bir pozisyon değil, amigoların işaretlerini beklediler. Amigoların yönlendirmesiyle müthiş tezahuratlar yaparken de, kim daha yüksek ses çıkaracak diye birbirleriyle yarıştılar.
Kuzey Kore'de kolektif hareket etmeyi öğrenmek, çocukluktan başlıyor.
Bizi götürdükleri bir yaz kampına, ülke genelindeki ilkokullardan başarılı olan sınıflar bir aylığına getiriliyor. Eğer bir sınıf topluca buraya gelecek başarıyı gösterir de içlerinden tek bir öğrenci ceza alır ya da bir başarısız olursa, bütün sınıfın yaz kampı ödülü iptal ediliyor.
Çocuklar, daha küçük yaşlardan ilkokuldaki Çocuk Sendikası'na üye oluyor. Bu sendikalar, kendi bölgelerindeki daha üstlerine, onlar da en tepede başkentte Eğitim Bakanlığı'na bağlılar. Dolayısıyla "sendika"nın kurallarına çocukluktan uymayı öğreniyorlar.
Bunu henüz çocukken öğrenmek, her mahallede olan yerel konseylerin, aynı sistemle büyük şehirlere ve başkente bağlanan yapılanmasında lidere uyumu ve toplu hareket etme alışkanlığı edinmeyi kolaylaştırıyor.
Önemli olan "devrimin devamı için kendi kendine yetebilmek"
Verilen işi en iyi şekilde yerine getirebilmek, hayatlarını borçlu oldukları devletlerinin ayakta kalmasının tek yolu.
Bu sebeple herkesin bir işi var, sokakta gördüğünüz herkes ya çalışıyor ya da işe gidiyor. Sabah güneş doğmadan yola çıktığımız günlerde duvarları boyayan çocuklar, sokakları çalı süpürgesiyle süpüren kadınlar görmek çok normal.
Bu disiplin, beraberinde kurallara dikkatle uyma titizliğini de getiriyor. Kural ihlâllerinin yüksek cezalarının olması ve korku ortamı da bunun sebeplerinden.
Bu sebeple suç oranları, en azından normal vatandaşlar arasında, çok düşük.
Buna, herhangi bir disiplinsizlik ihtimalinin ortadan kalktığı eğitimi de katınca, sokakta çok küçük çocukların kendi kendilerine okula gittiğini görünce şaşırmadık.
Metro hattının, otobüs ve tramvay duraklarının önünde oluşan çok uzun ama bir kişinin bile düzeni bozmadığı kuyruklar, park alanlarında arabaların ya da otobüslerin aynı hizada mükemmelen ip gibi dizilmesi...
Kendi kendine yetebilmek için yapılan kütüphanede gruplar halinde işçiler, iş çıkışı verilen kurslara katılıyor. Zorunlu olup olmadığını sorduğumda, Lee, her zamanki gibi hiçbir şeyin zorunlu olmadığını, tüm bu işçilerin oraya gönüllü olarak geldiğini, çünkü ülkelerini çok sevdiğini anlattı.
Pyongyang'ın birkaç yerinde ve şehir dışındaki yerleşim yerlerinde sabahları yöresel kıyafetli genç kadınlar, propaganda müziği eşliğinde dans ediyordu. Lee, bunun "insanları çalışmaya motive etmek için her sabah yapılan bir gösteri olduğunu" söyledi.
Birçok ülkenin ambargosuna maruz kaldıklarını çoğunlukla bilmiyorlar. Onun yerine, kendi kendilerine yetmeyi öğrendikleri için ithalat yapılmadığını düşünüyorlar.
Yabancı markaları sadece zenginlerin yaşadığı bölgede gittiğimiz alışveriş merkezinde gördük. İsviçre, İsveç ve Almanya'ya ait markaların gıda ürünleri vardı. Ancak hepsinin tarihi geçmişti. Üstelik yakın bir zamanda değil, 2011'de tarihi geçen ürünler bile raflardaydı.
Gazete haberleri, TV kanalları
Şehir dışında yaşamanın da bir ayrıcalığı var, en azından Çin'e sınır olan bölgelerde: Çin radyo kanallarına erişim.
Ülkede radyolar satılırken, devletin izin verdiği Kuzey Kore kanallarının dışında hiçbir kanalın dinlenmemesi için ayar düğmesi kilitleniyor. Bu kilidi açabilenler elbette var, onlar da ancak sınır bölgesinde olursa Çinli radyo kanallarını dinleyebiliyor. "Zararlı" bir yayını dinledikleri öğrenilirse, çok ağır cezaları var.
Yabancılar için yapılmış otellerde nadir de olsa yabancı haber kanallarına erişim mümkün. Örneğin Pyongyang'daki otelde Al Jazeera'nin İngilizce kanalı varken, Wonsan'daki otelde de Russia Today'e rastladık. BBC ise hiçbir otelde çekmiyordu.
Ülkede 3 televizyon kanalı, 5 gazete var. Gazetelerden biri İngilizce olarak çıkan "Pyongyang Times." Daha önce okuduğum Kuzey Kore gezi yazılarının her birinde bu sayılar farklı veriliyordu. Kim'e sorduğumda, bazı gazetelerin kapandığını, zaman içinde farklı gazetelerin ya da televizyon kanallarının açıldığını söyledi.
Ancak bunun pek bir önemi yok. Her gazetenin içeriği zaten aynı.
Ben oradayken Kim Jong-un'un kısa zaman önce Çin'e yaptığı ziyaret ve Çinli mevkidaşı Xi Jinpin''le yaptığı görüşme, günlerce her gazetenin ana sayfasındaydı.
Metro duraklarında gazeteler ücretsiz okunabilsin diye panolara konuluyor.
Televizyon kanallarında da çoğunlukla Kore Savaşı'nda ya da farazi bir "güneyi kurtarma" savaşında geçen bir aile ya da aşk hikayesinin, ailenin ya da sevgilinin vatan için nasıl feda edildiğinin anlatıldığı filmler vardı.
Film ve haber bültenlerinden kalan boşluklarda, içinde liderlerin görüntülerinin olduğu propaganda müzikleri veriliyor.
Ülkede yasak olan tek şey yabancı televizyon kanalları ile radyolar değil. Dışa açılmayı mümkün kılacak her şey gibi internet de yasak. Kendi içlerinde kullandıkları, kütüphanedeki bilgisayarlarda da kullanılan ülke içinde bir ağ var.
Turistlerin kaldığı otellerden yurt dışına telefon açmak mümkün. 2 dakikalık konuşma yaklaşık 15 TL. Tabii hangi numarayı aradığımız, ismimiz, oda numaramız ve ne kadar konuştuğumuz tek tek yazılıp gerekli mercilere bildirildi.
"Kadına yönelik şiddet mi? O da ne?"
Her konu olduğu gibi evlilik de devletin sıkı denetiminde. Herkes kendi seviyesinden biriye evlenmeli. Eğer üniversitede ya da iş yerinde kimseyle tanışmaları mümkün olmuyorsa, "büyükleri onlar için uygun eşi buluyor."
Rehberlere göre kadınların evlilik yaşı ortalaması 25, erkeklerin 28.
Lee'ye kürtaja yasal olarak izin verilip verilmediğini sordum. "Bir kadın neden kürtaj yaptırsın ki?" dedi. Çünkü onlara göre aile kutsal, çocuk daha da kutsal.
Kadının istemediği durumları sordum, öyle bir şeyin mümkün olmadığını söyledi. Peki ya evlilik dışı çocuklar? "O zaman evlenirler" dedi. Ya evliliğe mani bir durum varsa, ya kadın istemiyorsa, ya baba adayı zaten evliyse?.. "Ülkemizde aile bizim onurumuzdur, o yüzden bizim aldatma gibi sorunlarımız olmaz" yanıtını aldım.
Aile içi şiddetle ilgili yasaları sorduğumda aynı diyaloğu yaşadık.
"Bizde aile içinde herkes birbirine saygı gösterir. Bununla ilgili yasaları bilmiyorum, kimsenin bildiğini de sanmıyorum çünkü böyle sorunlarımız yok."
Ardından da devletin annelere nasıl destek olduğunu, sağlık hizmetlerinin ücretsiz sağlandığını, bebeklere ve hamile kadınlara verilen ek yumurta ve tofu yardımını anlattı.
Kumgang Dağı'nın zirvesinde
İki daimi rehberimiz, şoförümüz ve her gün bölgeye göre değişerek gruba eklenen yöresel rehberimiz, her yemekte bizden uzaktaydı. Lokantaların ayrı bir yerinde, ormanda piknik yaparken arka taraftaki bir bankta yemek yediler.
Son günlerde programda Kumgang Dağı'nın zirvesindeki Kuryong Şelalesi de vardı. Kilometrelerce yürünmesi gereken bu programa ben ve gruptan bir kişinin dışında kimse katılmak istemedi. Kim onlarla otobüste kalırken, Lee bizimle 2 saati geçen yürüyüşe katıldı.
Bu yolculuk sırasında, belki kimse tarafından izlenmemenin rahatlığıyla, Lee'yle en içten sohbetimizi yaptık. "Günlerdir bizimleyken 2 yaşındaki kızını hiç özlemedin mi?" diye sorduğumda açıkçası 'görev neyi gerektiriyorsa onu yapıyorum' gibi bir cevap bekliyordum. İlk kez ağlamaklı olup "Hem de çok" dedi.
Dönüş günü havalimanında beklerken de gelip yanıma oturdu. Sonunda kızına kavuşacağı için çok mutluydu. Biraz ondan, biraz ablası ve yeğenlerinden neşeyle, gözleri parlayarak bahsetti.
İki haftadır yapamadığımız samimi sohbeti sonunda yaptık. Bana kendi ailemi, ablamı, ne iş yaptılarını uzun uzun sordu. Espriler yapıyor, hatta şakalaşma sırasında koluma hafifçe vuruyor, kendimle ilgili anlattıklarıma kahkahayla gülüyordu. Ama tehlikeli bir soru sorduğumu düşündüğü anda susuyor, yüzüme çaresizce bakıyordu.
Lee'yle kurduğumuz ilişki, hayatımda kurduğum en garip ilişkiydi diyebilirim.
Sohbetimiz ne kadar samimi görünürse görünsün sınırlar ve yasaklarla, çoğunlukla da mecburi yanlış yönlendirmelerle dolu olduğunu ikimiz de biliyorduk. O bunu inandığı için mi, korktuğu için mi yapıyordu, onu hâlâ bilmiyorum.