Söyleşi

'Dolar değer kaybedecek; petrol, altın ve diğer metal fiyatları artacak...'

Dr. Arslan, kur ve metal fiyatlarının Türkiye için dezavantaj yaratabileceğini düşünüyor. Ancak, "2014'te daha canlı bir dünya göreceğiz" diyen Arslan'a göre "Kötü günler geride kaldı."

17 Eylül 2012 03:00

Hazal Övzarış

hazalozvaris@gmail.com

 

2008 yılında patlak veren küresel krizin üzerinden yaklaşık beş sene geçti. Peki, bu beş senede dünya ve Türkiye ekonomisinde neler değişti, şu anda neler oluyor, yakın gelecekte neler olabilir? 

Sorular önemli, cevaplar muhtelif. Yaklaşık bir ay önce Sibel Yerdeniz'in sorularını cevaplayan Prof. Vefa Tarhan'ın ekonomi yönetimine yönelik eleştirel analizlerini T24'te okudunuz. 

Benzer sorularla bu kez Ekonomi Bakanlığı Ekonomik Araştırmalar ve Değerlendirme Genel Müdürlüğü Genel Müdür Yardımcısı Dr. Bader Arslan ile görüştük. Akademisyen kökenli genç bir bürokrat olan Arslan, iş dünyası ile ekonomi medyasının analiz ve tahminlerini dikkatle izlediği bir isim. Bürokraside görev almadan önce lisans eğitimini tamamladığı Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde  öğretim üyesi olan Dr. Arslan’a göre “Kötü günler geride kaldı.”

Söyleşinin ilk bölümünde Avrupa’dan ABD’ye, Çin’den Türkiye’ye dünya ekonomisindeki gelişmeleri değerlendiren Bader Arslan, Avrupa Birliği’nin krize karşı ortak hareket etmekte gecikmesi için “Ortak bir gelecekleri olduğuna inanmamışlardı” yorumunu yapıyor.  2008’deki AB’nin artık olmadığını belirten Arslan’a göre, “Avrupa Birleşik Devletleri” projesi artık bir hayal.” 

Arslan’ın analizlerine göre Avrupa Merkez Bankası’nın tahvil alımlarına ilişkin kararı, Almanya Anayasa Mahkemesi’nin kurtarma fonuna onay vermesinden daha önemli ve “Euro Bölgesi için bir devrim.”

Arslan ABD’nin “Üçüncü Parasal Genişleme” adımıyla “doların diğer paralara karşı değer kaybedeceğini” ve  “petrol, altın ve diğer metal fiyatlarında yükselişler görüleceğini” belirtiyor ve ekliyor:

“Tabii bu yükselişler, Türkiye gibi petrol ithal eden ülkeler için bir maliyet dezavantajı yaratacak. İthalatta, cari açıkta ve enflasyonda baskı yaratacak.”

Daha fazla uzatmadan sözü, önce dünya, daha sonra da Türkiye ekonomisindeki gelişmelerin analizi için Bader Arslan’a bırakalım.

 

‘Beş yılda dünya ekonomisinin büyüme hızı yüzde üçe geriledi’

 

- Küresel krizin beşinci yılına girdik. Sizce, Eylül 2008’den bugüne dünyada neler değişti?

Krizin her ülkeye farklı etkileri oldu. Hafif atlatan ve ağır etkilenen ülkeler gördük. Bunların arasında kendini toparlayanlar ve toparlayamayanlar oldu. Sonuçta büyüme oranlarında genel bir gerileme başladı. Son beş yılda dünya ekonomisinin büyüme hızı yüzde üçe geriledi. Önceki yıllarda bu oran yüzde beş civarındaydı.

Tabii sadece bu değil, bir de büyümede dengesizlik görmeye başladık. Gelişmiş ekonomiler neredeyse büyümeyip yerinde saydı. Son beş yıldaki ortalama büyümeleri binde beş. Dünya ekonomisinin büyümesini ve krizin daha derin etkiler bırakmasını engelleyen, gelişmekte olan ülkelerin büyümesi oldu. Bu da gelişmekte olan ülkelerin dünya gündemindeki yerini değiştirdi. Örneğin, kriz öncesi yıllarda pek de gündemde olmayan G-20, son yıllarda üzerine en çok yoğunlaşılan toplantıları gerçekleştirdi. Gelişmekte olan ülkeler dünyayı fonlamaya başladı. Biliyorsunuz iki ay önce hangi ülkenin IMF’ye ne kadar ek katkı sağlayacağı açıklandı. Biz de Türkiye olarak beş milyar dolar veriyoruz.

 

‘Artık 2008’deki AB yok'

 

Ama bence en büyük değişiklik Avrupa’da yaşandı. Yunanistan, İrlanda, Portekiz, İspanya ve İtalya ekonomilerinin krize girmesi, bundan da önemlisi Avrupa’nın buna kapsamlı bir çözüm bulmadaki zafiyeti Avrupa Birliği’nin sadece ‘birlik’ ruhunu değil, imajını da zayıflattı. Artık 2008’deki AB yok.

- AB ülkeleri ortak hareket etmekte neden gecikti? Kriz neden bu boyuta ulaştı?

Geciktiler çünkü gördük ki; ortak bir gelecekleri olduğuna inanmamışlardı. İrlanda “Ben Yunanistan’a benzemem”, Portekiz “Ben Yunanistan’a ve İrlanda’ya benzemem”, İspanya “Ben diğerlerine benzemem” derken, ilgili bakanlar ve liderler diğer hükümetleri eleştirirken buna çok defa şahit olduk. İngiltere Başbakanı da birçok kez Euro Bölgesi’ni bu anlamda eleştirdi. Hatta Sarkozy ile de ciddi bir münakaşası olmuştu hatırlarsanız. Tabii bunlar ülkelerin birbirinden farklı özelliklere sahip olmasından da kaynaklanıyor. Almanya’nın, İtalya ve Portekiz’in çıkarları bir değil. Diğer taraftan maliye politikasının ortak olmaması ve Euro Bölgesi’nin her ülkesinde oldukça farklı faiz oranları olması buna zemin hazırladı.

 

‘Avrupa Birleşik Devletleri’ amacı artık bir hayale dönüştü’

 

- Bu süreçte sizce, Avrupa ülkeleri ve Euro Bölgesi neler kaybetti?

Her şeyden önce Avrupa ülkeleri arasındaki mesafeler arttı. Hem ekonomik, hem de politik anlamda. Ortak gelecek ya da bilinen adıyla “Avrupa Birleşik Devletleri” amacı artık bir hayale dönüştü bence.

Euro Bölgesi özelinde baktığımızda da benzer bir tablo görüyoruz. 17 üyenin 11’i henüz 2008’deki ekonomik büyüklüklerine dönebilmiş değil. Bir kısmı 2014’te dönecek. 2015 ve 2017’de 2008’deki hallerine dönebilecek olanlar var. En geç iyileşecek olanlar ise İtalya ve Yunanistan.  İtalya muhtemelen 2019’da Yunanistan ise 2021’de 2008’i yakalayacaklar. Yani bir de zaman kaybettirdi.

 

‘Avrupa Merkez Bankası’nın tahvil alımları Euro Bölgesi için bir devrim’

 

- Son haftalarda Avrupa’da atılan, kamuoyuna “olumlu adımlar” olarak yansıyan gelişmeleri siz nasıl yorumluyorsunuz?

Son iki haftada Avrupa’dan iki olumlu haber geldi. Birincisi, Avrupa Merkez Bankası’nın açıkladığı tahvil alımları. Buna dair “Euro Bölgesi için bir devrim” desek abartmış olmayız. ABD için değil, Türkiye için değil, ama Euro Bölgesi için öyle. İkincisi, Almanya Anayasa Mahkemesi’nin kurtarma fonuna onay vermesi. Ama özellikle Merkez Bankası’nın kararı büyük bir adım ve Avrupa için krizden çıkış için yapılmış en önemli hamle. Bu, Euro Bölgesi’ndeki faiz farklılıklarını da azaltacak bir önlem. Biliyorsunuz, İtalya ve İspanya tahvil faizleri ile Almanya tahvil faizleri arasında uçuruma varan farklar var. Avrupa’da talebin canlanmasının önündeki en önemli engellerden biri bu. İşsizliğin bu kadar yüksek seyretmesinde de faiz farklarının büyük payı var.

 

‘2000’li yıllardaki küresel canlılığa 2020’li yıllarda geri dönebiliriz’

 

- Avrupa için biraz iyimser değil misiniz?

Buna iyimserlik demek pek de doğru sayılmaz. T24’te Avrupa krizi hakkında çok defa yazdım. Nasıl hatalar yapıldığına çok defa şahit olduk. Ama kaybeden hep Avrupa ülkeleri ve AB imajı oldu. Biraz önce Euro bölgesindeki ülkelerin ne zaman 2008’deki büyüklüklerine dönebileceklerini anlattım. 2015’te 2017’de ve 2020 gibi dönebilecek ülkeler var. Ben kötüye doğru gidişin sonuna geldiğimizi düşünüyorum. Ama bu her şeyin kısa zamanda düzeleceği anlamına gelmiyor. Hele konu AB olunca bu gerçekten aşırı iyimserlik olurdu. 2000’li yıllardaki küresel canlılığa 2020’li yıllarda geri döneceğiz gibi görünüyor. Tabii bu düşüncemin temelini de son haftalarda alınan kararlar oluşturuyor. Kararlardan dönülürse, bazı ülkeler ayak direrse o zaman sürecin yeniden bozulduğunu da görebiliriz.

- Bu tabloya rağmen, Yunanistan’ın Euro Bölgesi’nden çıkma olasılığı hâlâ var mı?

Teorik olarak tabii ki var. Ancak bence gerçekleşme ihtimali giderek azalıyor. Yunanlılar da krizle yaşamaya alıştılar. Ama söylediğim gibi ben Yunanistan’ın bundan sonra Euro’yu terk etme ihtimalini düşük görüyorum. Zaten artık Yunanistan’ın çıkışı gerçekleşse bile bunun piyasalar üzerindeki etkisi çok güçlü olmayacaktır. Bu çıkış iki yıl önce olsaydı, o zaman sarsıcı etkiler görebilirdik.

 

‘Avrupa Birliği’nin durumu en çok Türkiye’yi etkiliyor’

 

- Avrupa’nın içinde bulunduğu durum sizce, Türkiye’yi nasıl etkiliyor? Bahsettiğiniz toparlanma başlarsa Türkiye ekonomisi bundan nasıl etkilenir?

Avrupa Birliği ekonomisi bizim için çok kritik öneme sahip. Çünkü Avrupa Birliği’nin durumu, başka herhangi bir ülkeden ziyade bizi daha fazla etkiliyor. Bunun farklı boyutları var. Sanayi üretiminde, ihracatta, istihdamda, turizmde, yabancı yatırımlarda, cari dengede bu etkileri hissediyoruz. Yani etkileri hem geniş bir alanda, hem de derinlemesine hissediyoruz. Avrupa ülkelerinde yaşanan kriz, işte bu nedenle, bizim için daha büyük bir risk. 2009 yılında ihracatımızdaki gerilemenin, işsizlik oranındaki yükselişin bir nedeni de buydu. Fakat 2009’un sonundan itibaren Türkiye, dış ticaret açısından, bu etkileri hafifletici önlemler almaya başladı. Bunda da başarılı sonuçlar aldı. Ancak Avrupa Birliği bizim için hâlâ en önemli partner ve bu uzun yıllar boyunca değişmeyecektir.

 

‘İşadamlarımız Avrupa’daki pazarlarını güçlendirmek için çalışmalı’   

 

Krizlerin fırsatları da beraberinde getirdikleri söylenir. Krizin bizim için getirdiği fırsat, yeni pazarlara girmemiz, yeni ihracat kanalları geliştirmemiz oldu. Hiç bulunmadığımız ya da çok zayıf olduğumuz pazarlardaki payımız yükselmeye başladı. Örneğin, Güney Amerika bizim için tam bir muamma idi. Şimdi ihracatımızı en hızlı artırdığımız bölgelerden biri. Sadece o değil, Sahraaltı Afrika’da ve Kuzey Amerika’da da güçleniyoruz. Bunların detaylarına daha sonra değinirim ama tekrar sorunuza dönecek olursam, şunu söyleyebilirim: Avrupa’daki iyileşmeden en çok fayda sağlayacak ekonominin Türkiye olması gerekir. Mal ihracatı kanalından, turizm ve diğer hizmet kalemlerinden, doğrudan yabancı yatırımlardaki canlanmadan en büyük katkıyı bizim görmemiz lazım. Tabii bu kendiliğinden olacak bir şey değil. İşadamlarımız bir taraftan yeni pazarlardaki güçlerini artırırken, bir taraftan da Avrupa’daki pazarlarını güçlendirmek için çalışmalılar.

- Çizdiğiniz çerçevede ABD’nin durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

En başta şunu söyleyeyim. Avrupa’dan gelen bu adımlara, geçtiğimiz hafta ABD’den de destek geldi. QE3 olarak bilinen Üçüncü Parasal Genişleme ile Avrupa’da alınan önlemlerin neredeyse eş anlı açıklanması Avrupa’nın faydasına olacaktır.

ABD ekonomisinin durumu Avrupa’ya kıyasla çok daha iyi. Her ne kadar onlar büyüme hızlarından ve işsizliğin düşmemesinden şikâyetçi olsalar da, önümüzde ciddi anlamda toparlanmış, işsizliğini iki puan da olsa azaltmış, bankacılık sistemindeki sorunları çözmek için önemli adımlar atmış ve yeniden kendisine rekabet gücü kazandırıp ihracatını artırmaya çalışan bir ekonomi var. İlk iki parasal genişlemenin başarısız olduğunu söyleyenler olsa da ben aksini düşünüyorum. İlk ikisi olmasaydı ABD ekonomisi bugünkü görünümünde olmazdı. Geçtiğimiz gün açıklanan üçüncü paket de ABD için olumlu etkiler gösterecektir. Çünkü artık Avrupa’dan da talep canlanması işaretleri gelmeye başlayacak gibi görünüyor. İlk iki paket açıklandığında Avrupa’da ne canlılık, ne de bunun bir belirtisi vardı. Şu anda da canlanma olduğunu söyleyemeyiz ama emareleri olduğunu düşünüyorum.

 

‘ABD’nin Üçüncü Parasal Genişleme adımıyla dolar değer kaybedecek’

 

- Üçüncü Parasal Genişleme’den siz neler bekliyorsunuz?

Birinci etkisi doların diğer paralara karşı değer kaybetmesi olacak şüphesiz. Zira piyasada dolar arzı yükselecek. Bir de ‘sıfır’ faizin 2015’e dek devam edeceği beklentisi var. Bu, normal şartlar altında euro başta olmak üzere önemli para birimlerinin dolara karşı değer kazanması demek. Nitekim geçen hafta Perşembe ve Cuma günleri buna şahit olduk.

Doların değer kaybı, ABD ekonomisinin rekabet gücünü olumlu etkiler. Karşı taraftan bakınca ise, diğer ülkelerin rekabet güçlerini zayıflatıcı etki yapacaktır. Bunun en sıcak örneğini geçtiğimiz Cuma gördük. QE3’ün açıklanmasından 24 saat sonra Brezilya Maliye Bakanı, “Realin değer kazanmasına karşı gerekli tedbirleri alacağız” dedi. Kimsenin parasının değer kazanmasına tahammülü yok tabii.

İkinci etki emtia fiyatlarında yaşanacak yükseliş. Doların değeri ve emtia fiyatları arasında ters yönlü bir ilişki var. Dolar güçlenince aynı oranda olmasa da varlık fiyatları düşer, zayıflayınca ise fiyatlar yükselir. Eğer beklentilere uygun şekilde dolar değer kaybetmeye devam ederse, petrol, altın ve diğer metal fiyatlarında yükselişler göreceğiz. Tabii bu yükselişler, Türkiye gibi petrol ithal eden ülkeler için bir maliyet dezavantajı yaratacak. İthalatta, cari açıkta ve enflasyonda baskı yaratacaktır.

Üçüncü etki sıcak para hareketlerinin hızlanması olacak. Alınan önlemlerin işe yarayacağı beklentisi ile hisse fiyatlarında artışlar görebiliriz. Bu yükselişler yine yükselen piyasa ekonomilerinde yaşanacaktır yine yoğun olarak. Tabii bu ülkelerin tahvillerine de talebin artacağını dikkate alırsak, yeniden bizim gibi gelişmekte olan ülkelere doğru sıcak para girişlerinin artmasını beklemek mantıklı olur. Bu girişler doların değer kaybı (yerel paraların değerlenmesi) sürecini hızlandırır.

 

‘Çin kaynaklı kriz olasılığı sıfıra yakın’

 

- Türkiye ekonomisine geçmeden ama dışarıdan bir soru daha: Çin ekonomisinden de yavaşlama işaretleri geliyor. TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner de geçen hafta bu konuda açıklamalar yaptı. Çin ileride dünya ekonomisi için yeni bir tehdit olabilir mi?

Çin dünyanın ikinci büyük ekonomisi, en büyük ihracatçısı, en kalabalık ülkesi ve daha da büyüyecek. Bu nedenle Çin’deki bir gelişme dünyayı olumlu ya da olumsuz anlamda eskisinden çok daha fazla etkileyebiliyor. Potansiyel bir tehdit ya da fırsat olarak algılanmasının temelinde, büyüklüğü ve hızı yatıyor. Tehdit boyutuna geçmeden önce şunu hatırlamak gerekir: 2009-2010-2011 döneminde dünya ekonomisini ayakta tutanlar gelişmekte olan ekonomiler, en başta da Çin’di.

Bir kere şunu bilmek gerekiyor. Çin ekonomisi krizde değil, muhtemelen yakın zamanda krize de girmeyecek. Olan şey, planlı olarak büyüme hızını aşağı çekmek. Hükümet geçen yıl sonunda büyüme hedefini (tahminini demiyorum) aşağı çekti. Bunun temel nedeni enflasyonu engellemekti. Kredilerdeki büyüme hızını yavaşlatıcı, kredi verme ve kullanma kriterlerini sıkılaştırıcı tedbirler aldılar. Doğu kıyılarında bir emlak patlaması var biliyorsunuz. Gayrimenkul fiyatlarında ciddi yükselişler var.

Fakat son birkaç ayda karşı tedbirler gelmeye başladı. Çünkü büyümenin, hedefin de altında kalabileceğine yönelik riskler belirmeye başladı. Bunun temelinde ise ihracat yatıyor. Çin’in bu yılki ihracat artışı son derece zayıf. İlk 7 ayda sadece yüzde 7’lik bir artış var. En başta Avrupa’daki talep zayıflığı var ihracatı menfi etkileyen. Nitekim Çin’in ihracatında AB’nin payı da yüzde 20 civarında. Sonuçta, dış ticaret fazlasında Çin, alışık olunmayan bir performans gösteriyor. Tabii bu da büyümeyi olumsuz etkiliyor. O nedenle, önceki hafta bir altyapı yatırım paketi açıkladılar 150 milyar dolar değerinde.

Sonuçta Çin kaynaklı bir kriz olasılığını sıfıra yakın görüyorum ama bu Çin’deki yavaşlamanın diğer ülkeleri etkilemeyeceği anlamına da gelmez.

 

‘2014’ten sonra daha canlı bir dünya ekonomisi göreceğiz’

 

- Bundan sonra dünya ekonomisini neler bekliyor?

Dört yıl geride kaldı ve bu dört yılda kaybedenler çok oldu. Avrupa’dan bahsettim az önce ama krizin tek mağduru Avrupa olmadı. Avrupa Birliği, dünya ithalatının üçte birinden fazlasını yapıyor. Kriz Avrupa’ya mal ve hizmet satan ülkelerin ekonomilerini talep kanalıyla etkiledi. Çin, Japonya, ABD, diğer Asya ülkeleri, Türkiye ve bazı Güney Amerika ülkeleri Avrupa’daki talep zayıflığı nedeniyle ihracatlarında sorunlar yaşadı. Biz Türkiye olarak bu sorunu by-pass etmede büyük beceri gösterdik. Ama diğer ülkeler bu kadar esnek olamadılar. Özellikle son bir, bir buçuk yıldır Avrupa nedeniyle birçok ülkenin ihracatında ciddi yavaşlama var. Tabii bu o ülkelerin kendi taleplerini ve büyümelerini de etkiliyor. Az önce saydığım ülkeler bu etkiyi çok ciddi hissediyorlar. En son geçen Cuma günü Brezilya 2012 yılı için büyüme beklentisini yüzde 2’ye çekti.

Ama en kötü günleri geride bırakmış olabiliriz. Muhtemelen 2013 ile birlikte önce Avrupa’da ibrenin yukarı dönmeye başladığını göreceğiz. 2013 belki dünya için çok canlı bir yıl olmayacak ama bu yıldan daha iyi olacağını düşünüyorum. Avrupa’nın ardından diğer bölgelerde de ihracat kanalıyla hareketlilik başlayacaktır.

Sorun olarak karşımıza çıkacak tartışmalar ise yine paraların değerleri üzerine yoğunlaşabilir. Doların değer kaybedecek olması birçok ülkenin istemeyeceği bir gelişme. Çin dışındaki birçok ülke değersiz dolardan zarar görecek. O nedenle karşı ataklara şahit olabiliriz. Bu da dış ticaret alanında korumacılığın da seçeneklerin içinde olduğu yeni tedbirler. Fakat ben elimizdeki bilgilerle, yaşanacak tüm bu sorunların geçtiğimiz yıllardaki kadar ciddi boyutlara ulaşacağını düşünmüyorum. 2014’ten sonra ise daha canlı bir dünya ekonomisi göreceğiz. Ta ki; üçüncü parasal genişlemenin ve düşük faiz politikasının sonuna kadar. Merkez bankaları yeniden faiz artırmaya başlayana kadar böyle devam edecektir.

 

YARIN: Türkiye ekonomisinde neler oluyor?