Dünya

Doğu Akdeniz: Fransa, Yunanistan'a destek vererek ne yapmak istiyor?

Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de petrol ve gaz arama faaliyetleri, Yunanistan ile Türkiye arasında on yıllardır süren kıta sahanlığı tartışmalarını derinleştirmenin yanı sıra Fransa'nın da bölgede daha etkili bir rol üstlenmek istediğini gösterdiği bir süreç oldu. Fransız uzmanlar Fransa'nın bölgedeki amacını BBC Türkçe'ye anlattı.

16 Eylül 2020 12:30

Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de petrol ve gaz arama faaliyetleri, Yunanistan ile Türkiye arasında on yıllardır süren kıta sahanlığı tartışmalarını derinleştirmenin yanı sıra Fransa'nın da bölgede daha etkili bir rol üstlenmek istediğini gösterdiği bir süreç oldu.

Türkiye'nin Oruç Reis gemisini Antalya'ya çekmesi, Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis'in de Türkiye ile deniz yetki alanlarını belirlemek istediklerini söylemesi gerilimi dindirmeye yönelik belirleyici adımlar olarak görüldü.

Ama bu süreçte Fransa'nın Yunanistan'ın yanında aktif bir rol alması, Türkiye ile yıllardır süren bir dizi diplomatik gerilim hattına bir yenisini daha eklemiş oldu.

Diplomatik hamleler ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Fransa ile Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron arasındaki karşılıklı atışmalar bölgede izlenen siyasetin de "kişisel mücadeleye" dönüştüğü şeklinde de yorumlandı.

Fransa'nın neden Akdeniz'de bu kadar etkili olmak istediği sorusunun yanıtı eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy dönemine kadar uzanıyor.

Sarkozy, cumhurbaşkanı seçildiği 2007'deki seçim kampanyalarında Akdeniz'in Fransa için önemini vurgulamış, 2008'de de Akdeniz Birliği'nin kurulmasına öncelik etmişti.

Sarkozy'nin Şubat 2007'de Toulon'daki konuşmasında dile getirdiği "Akdeniz, bizim dünyadaki nüfuzumuz için kilit önemde. Ayrıca modernlik ve tutuculuk arasında kalan İslam için de kilit önemde" görüşü Avrupa Birliği (AB) ülkeleri arasında da Fransa'nın bölgede nasıl bir rol oynamak istediğinin göstergesi olmuştu. Sarkozy cumhurbaşkanı seçildiği Mayıs 2007'de de birliğin işaretini "Avrupa ile Afrika arasında köprü olacak bir Akdeniz Birliği kurmamızın vakti geldi" sözleriyle verdi.

Türkiye'nin de 2008'den bu yana üye olduğu Sarkozy'nin öncülüğünde kurulan "Akdeniz için Birlik" bölgeyle ilgili projeleri destekleyerek faaliyetlerine devam ediyor.

Sarkozy'den sonra Macron da cumhurbaşkanlığı döneminde Akdeniz politikasını gündemde tutmak istediğini gösterdi.

Paris Ulusal Doğu Dilleri ve Medeniyetleri Enstitüsü'nden (INALCO) tarihçi Joëlle Dalègre, Fransız devlet başkanlarının "bölgede daha etkin ve daha güçlü olmak zorunda hissettiklerini" söylüyor ve "Emmanuel Macron ise ABD'nin biraz daha geride durduğu bu meselede Avrupa'nın varlığını göstermek istiyor. Dolayısıyla bir boşluk var" diyor.

Fransız Uluslarası ve Stratejik İlişkiler Enstitüsü (IRIS) Başkan Yardımcısı ve Türkiye uzmanı araştırmacı Didier Billion da Macron'un ABD'nin yokluğunu "Avrupa için bir fırsat olarak gördüğü" görüşünde.

Ama Billion, Macron'un Doğu Akdeniz'de "tek başına" hareket etmesinin ise doğru bir karar olmadığını söylüyor:

"Macron birçok hata yaptı ama en büyük hatası tek başına hareket etmek istemesi. Tek başına kararlar alıyor ve herkes bundan hoşlanmıyor.

"Merkel'in Macron ile ilişkileri karmaşık. Çünkü Almanya, Fransa'nın her şeye tek başına karar vermek istediğini düşünüyor."

Türkiye ile Fransa arasında Libya gerilimi

Fransa, Libya ve Suriye politikalarında zıt taraflarda yer aldığı Türkiye'yi Doğu Akdeniz'de de karşısına alıp Yunanistan'a askeri ve diplomatik destek verdi.

Bölgedeki diplomatik nüfuz arayışını 10 Haziran'da Libya gerilimi üzerinden askeri bir boyuta taşıdı. NATO'nun Sea Guardian misyonu kapsamında Akdeniz'de görev yapan fırkateyni "Courbet"yi Libya'ya uygulanan Birleşmiş Milletler silah ambargosunu deldiğinden şüphelendiği, Tanzanya bandıralı bir gemiyi denetlemek istedi. Fransa'nın denetlemek istediği gemiye eşlik eden Türk savaş gemileri ise manevralarla Courbet'ye yönelerek üç kez radar kilitledi ve denetlemeye izin verilmedi.

Fransa, Türkiye'yi NATO'ya şikayet etmek istedi ancak istediği desteği göremedi.

Emmanuel Macron'un Avrupa adına bölgede liderlik rolü üstlenme isteği, NATO'ya karşı tavrının da bir sonucu. Macron, Kasım 2019'da Economist dergisine verdiği röportajda Türkiye ve ABD'nin Suriye politikalarından yola çıkarak "NATO'nun beyin ölümü gerçekleşti" demişti.

Libya politikası nedeniyle suçladığı Türkiye için de "Libya'da tarihi ve cezai sorumluluğu var" diyerek Ankara'nın Libya'da Trablus hükümetine desteğini eleştirdi.

Türkiye, 27 Kasım'da Libya ile deniz yetki alanları sınırlandırması anlaşması imzalayarak Fransa'yı ve Yunanistan'ı yine karşısına aldı.

https://www.youtube.com/watch?v=MiZmZQZ1qiU&t=342s

Fransa, Doğu Akdeniz'deki askeri hareketliliğine Ağustos ayında devam etti ve askeri varlığını geçici olarak artırma kararı aldı. Lafayette adlı iki fırkateyni ile iki Rafale savaş uçağı Doğu Akdeniz'e gönderildi.

Paris'in Atina'ya desteği askeri destek savaş uçağı anlaşmalarıyla da pekiştirildi.

Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis, 12 Eylül'deki açıklamasında Fransa'dan 18 adet Rafale savaş uçağı satın alacaklarını duyurdu.

Yunan medyasında uçakların altısının yeni, 12'sinin Fransız Hava Kuvvetleri'nden alınacak ikinci el uçaklar olacağı bildirildi.

BBC

Yunanistan, Fransız Hava Kuvvetleri'nden savaş uçağı satın alacak ilk Avrupalı müşteri olacak. Daha önceki müşterileri Mısır, Katar ve Hindistan'dı.

Fransa Savunma Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada Yunanistan ile gelecek aylarda yapılacak müzakerelerle "muhtemelen" yıl sonuna kadar satış için imza atılmasının beklendiği belirtildi. Dolayısıyla bu anlaşmanın kısa sürede tamamlanması da öngörülmüyor. Kimi uzmanlar, bu satış müzakerelerini de "sembolik güç gösterisi" olarak görüyor.

Ama diplomatik olarak Macron'un AB'nin "liderliğini" üstlenmesi, Billion'a göre işe yaramadı:

"Macro, Avrupa'nın lideri gibi görünmek istedi ama işe yaramadı. Seçileli daha üç yıl oldu. Doğu Akdeniz'deki durumu da AB'nin çıkarlarını savunmak için bir fırsat olarak gördü ve Türkiye'ye karşı Yunanistan'ı ve Kıbrıs Cumhuriyeti'ni koşulsuz olarak destekledi. Bence bir hata yaptı."

Fransa AB'de yalnız mı bırakıldı?

Macron, Doğu Akdeniz'de daha müdahaleci ve agresif davranırken, Almanya uzlaştırıcı olma çabasındaydı. Diğer Avrupa ülkeleri ise daha pasif kalmayı tercih etti.

Tarihçi Joëlle Dalègre, AB'nin "zaten nadir olarak fikir birliği içinde davrandığını" belirtip "Bazı devletler Macron'un doğrudan kendilerine danışmadan bir şeyin başını çekmesinden hoşlanmadı. Ama Avrupa içinde bir karar almak çok zor. Durumun acil olduğu düşünülüyorsa, zaman zaman insiyatif almak gerekebilir" yorumunu yapıyor.

NATO'nun "beyin ölümünün gerçekleştiğini" düşünen, AB'nin "ağır ve hantal davrandığına" inanan Macron'un, Doğu Akdeniz krizini bölgede Fransa'nın nüfuzunu pekiştirmek için bir fırsat olarak görmesi cumhurbaşkanlığı kaynakları tarafından da dile getirildi.

Libération gazetesinin 9 Eylül tarihli haberine göre hükümet kaynakları "Paris, AB'nin hala var olduğunu kanıtlamak ve egemenliğini savunmak için gücünü göstermenin gerekli olduğunu düşünüyor" dedi.

Gazeteye konuşan bir Avrupalı diplomat Macron'un izlediği politikayı şöyle özetliyor:

"Mantıklı bir durum: Emmanuel Macron, NATO'nun beyin ölümünün gerçekleştiğini, ABD'nin dünyadan çekildiğini düşünüyor ve dolayısıyla sorumluluk almanın AB'ye düştüğüne inanıyor. Macron'a göre bu, Avrupa'nın egemenliğinin, gerekirse güç kullanarak savunulması gerektiğini göstermek için altın bir fırsat."

Macron'un müdahaleci Avrupa anlayışına kıyasla Almanya'nın daha uzlaşmacı yaklaşmasının sebepleri ise farklı. Libération, bir diplomatın şu sözlerini aktarıyor:

"Angela Merkel hala, Ankara'nın sınır kapılarını milyarlarca göçmen ve mülteciye açtığı 2015 döneminin travmasını yaşıyor."

Göçmenler, Türkiye'nin diplomasi "pazarlık ve tehdit aracı" olarak kullandığı bir konu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, son olarak Ekim 2019'da Suriye'nin kuzeyindeki anlaşmazlıklar, güvenli bölge tartışmaları üzerinden yine "Kapıları Suriyelilere açarız" tehdidinde bulunmuştu.

Dolayısıyla göç meselesi Avrupa'nın Türkiye ile karşı karşıya geldiği her gerilimde riskli görülen konulardan biri olarak ortaya çıkıyor.

Diğer yandan, Türkiye'nin Avrupa'dan uzaklaştığı her adımı Rusya'ya yakınlaşma hamlesi olarak gören uzmanlar da hem NATO içinde hem AB dış siyaseti açısından "ilişkileri dengede tutma" arayışında görünüyor.

Fransız Uluslarası ve Stratejik İlişkiler Enstitüsü (IRIS) Başkan Yardımcısı ve Türkiye uzmanı araştırmacı Didier Billion'a göre ise Fransa, Doğu Akdeniz politikasıyla yalnız bırakılmadı ama Almanya ile Fransa arasında Doğu Akdeniz üzerinden ciddi fikir ayrılıkları yaşanıyor ve "Erdoğan da bundan faydalanıyor":

"Merkel'in siyasi bir çözüm arayışı için müzakere sürecine girilmesi girişimini gördük ama Macron daha savaşçı bir pozisyonda. Bazı yorumcular bunun Almanya ile Fransa arasında "iyi polis-kötü polis" rolü olduğunu söylüyor ama ben ciddi fikir ayrılıkları olduğuna inanıyorum."

AB Dışişleri Bakanları'nın 14 Ağustos'taki toplantısında Fransa, Türkiye'ye yaptırım uygulanmasını öngören bir çözüm sundu. Ama teklif Almanya'nın yanı sıra, İspanya, İtalya, Macaristan, Bulgaristan ve Malta tarafından reddedildi.

'Osmanlı bakış açısı'

Türkiye ile Yunanistan arasındaki kıta sahanlığı ve Ege Denizi üzerindeki gerilimler de her ne kadar on yıllardır sürse de Doğu Akdeniz ile daha çok aktörlü bir meseleye dönüşmesinin arkasında da yeni enerji kaynakları üzerindeki pazarlıklar ve kullanılan diplomasi dilinin de rol oynadığı görüşü dile getiriliyor.

Yunanistan ile Türkiye ilişkileri konusunda uzman tarihçi Joëlle Dalègre, "Burada yeni olan, doğal gaz bulunmuş olması. Durumu herkes için çok daha ilgi çekici hale getiriyor. İkinci olarak da Erdoğan'ın stili" diyor:

"Erdoğan'ın Osmanlı bakış açısı... Bir anda Akdeniz ona yeniden keşfedilmesi gereken eski topraklar olarak göründü (...) Erdoğan'ın kullandığı dil de diplomasiyi zora sokuyor."

Dalègre, Erdoğan'ın dış politika seyrinin de "sınırları zorlamak" olduğu ve Doğu Akdeniz'de de bu tutumu benimsediği görüşünde:

"Erdoğan bilerek nereye kadar gidebileceğini görmek istiyor. Suriye'de de bunu yaptı, geçmemesi gerektiğini bildiği sınırlara kadar geldi. Çok ciddi sonuçları olabilecek olayları engelleyerek nereye kadar gidebileceğinin yollarını aradı."

Dalègre'e göre Doğu Akdeniz krizinde hiçbir aktör 'yenildikleri ve geri çekildikleri' imajı vermek istemedi:

"Kamuoyu, Yunanistan'ın da Türkiye'nin de çekildikleri takdirde hükümetlerinin çok uzun süre yaşayamayacağını biliyor."

Diplomatik ilişkilerinde Erdoğan, Macron'u ve AB'yi doğrudan hedef aldığı konuşmalarda şu ifadeleri kullandı:

"Ey Avrupa Birliği kendine gel", "Ey Batı, bu devran elbet dönecek", "Macron, süren az kaldı gidicisin", "Macron, şahsımla daha çok sıkıntın olacak", "(NATO laflarına atıf) Macron, sen önce beyin ölümünü bir kontrol ettir."

Türkiye uzmanı Billion'a göre Erdoğan'ın "gerilimi artıran" bu hitap şekli çözüm için iyi bir yol değil:

"Çok şiddetli, öfkeli olduğunu görüyorsunuz. Devletler arası ilişkilerin işleyişinde bir metot vardır bunlara saygı gösterilmesi gerekir"

"Macron da güç gösterisi yaparak sorunların çözüleceğini sanıyor ama işler böyle yürümüyor."

'Uluslararası deniz hukuku mekanik uygulanamaz'

Bölgedeki gerilimin, Oruç Reis'in çekilmesi ve Yunanistan Başbakanı Miçotakis'in deniz yetki alanlarını belirlemek için Türkiye ile masaya oturma işaretini vermesiyle dinmeye başlayabileceği yorumları yapılıyor.

Yunanistan ile Türkiye arasındaki karasuları tartışmaları diplomasinin ve hukukun işleyişi açısından da çözümü zor soru işaretleri doğuruyor.

Billion, "Uluslararası deniz hukuku mekanik olarak uygulanamaz" diyor ve çözüme ilişkin şunları söylüyor:

"Uluslararası deniz hukukunu mekanik olarak uyguladığınızda Ege Denizi'nin Türkiye kıyısındaki her adası Yunan toprağı oluyor. Türkiye için kabul edilemez. Türkiye'nin haklı olduğu meseleler var ama tamamen doğru olduğunu söylemiyorum. Burada gereken müzakere etmek. Bölgede uluslararası deniz hukukun spesifik olarak en iyi şekilde uygulanması için bir sistem bulunmalı. Bölgede yüzlerce Yunan adası var bu da onlara 12 deniz mili hakkını veremez çünkü o zaman deniz tamamen Yunanistan'ın olur.

"Diplomasi için elzem olan müzakereler yürütülürse uzlaşı sağlanır. Ama aynı zamanda müzakere ettiğiniz kişilerin de argümanlarını iyi anlamaya çalışmak lazım. Bugün gözlemlediğim durum ise Türkiye'nin bakış açısının, hak taleplerinin anlaşılması için yeterli çabanın gösterilmediği."

Müzakereler ve Türkiye'ye karşı nasıl bir tavır alınacağının da Avrupa Birliği'nin 24-25 Eylül'deki zirvesinde şekillenmesi bekleniyor.

Ama Fransa'nın ne gibi adımlar atacağına ilişkin verdiği işaretler bazı gözlemciler için kaygı verici.

Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves le Drian, Eylül başında France Inter radyosuna verdiği röportajda AB zirvesinde "Türkiye'ye karşı misilleme' planlandığını" söylemişti.

Billion, bu açıklamanın endişe verici olduğu görüşünde:

"Fransızcada misillemenin savaşa ait bir anlamı vardır. Bu çok tehlikeli bir durum. Bu tür bir adımı engellemek için her şey yapılmalı ama aynı zamanda olumlu yönde ilerleme için de öneriler masaya yatırılmalı. Macron ve Erdoğan'ın, Miçotakis'in gerilimi dindireceklerini umuyorum."