Koç Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümü öğretim üyesi Doç.Dr. Murat Somer’in “Milada Dönüş: Ulus-Devletten Devlet-Ulusa Türk ve Kürt Meselesinin Üç İkilemi” başlıklı yeni kitabı, Kürt ve Türk meselesinin altında yatan ikilemleri incelerken çözüm önerileri de sunuyor. Somer, “Türklerin ve Kürtlerin birbirini aynı toplumda tanıyarak kabullenecekleri demokratik bir barış vizyonuna ihtiyaç var” dedi. Milliyet gazetesinden Mehveş Evin’e konuşan Somer, “Türklerin hazırlıksız olma lüksü yok. 1999-2004 arasında görece bir şiddetsiz dönem yaşandı. AB ile bütünleşme sürecine girildi. Artık Kürt sorununu tartışmamak, bilgi sahibi olmamak gibi mazeretleri kalmadı. Buna vakit de yok” diye konuştu.
- Kitabın adı neden “Milada dönüş”?
Geç Osmanlı döneminden gelen bir Kürt meselesi var. Kürtlerin hakkı, hukuku ne olacak meselesinin soruna dönüşmesi, 1918-1926 yılları arasındaki gelişmelerde ve alınan politik kararlarda yatıyor. O günkü tarihsel şartlarda, tatminkar ve uzun vadede başarılı olabilecek bir çözüm getirilemiyor. Kürt sorunu o dönemde alınan kararların bir sonucu. Sorunun miladı bu. Bugün de bir geçiş dönemi yaşıyoruz. Tarihsel şartlar ve verilmesi gereken kararlar, o döneme çok benziyor.
- Nasıl benziyor? 90 yıl öncesinin şartları, dünyası farklı değil mi?
Türkiye ve Dünya çok değişti. Ama Kürt sorununun temelindeki ikilemlere baktığımızda çok büyük benzerlikler görüyoruz. 1. Dünya Savaşı sonrası Ortadoğu yeniden şekilleniyor, sınırlar değişiyordu. Bu ortamda Kürtlerin durumu ne olacak, öz yönetim talepleri nasıl karşılanacak? Türkiye’deki ve dışarıdaki Kürtlerin birbirleri ve dışarıdakilerle ilişkisi ne olacak? Bunların belirlenmesi gerekiyordu. Ben buna “dış güvensizlik ikilemi” diyorum. Aynı şekilde bugün, Ortadoğu’nun yeniden yapılanması ve sınırların değişmesi ihtimali var… Kürtler, Irak ve Suriye’de ön plana çıktı. Onların Türkiye’deki Kürtlerle ilişkileri ne olacak? Kürtler ayrılmak isterler mi, soruları yine ön planda.
- Kürtlerin kimlik sorunu da 1920’lere dayanıyor…
“Ortak kimlik ikilemi” adını verdiğim durum bu. O dönemde de siyasal elitler, “Osmanlı devletini, milli devlet olarak nasıl devam ettirebiliriz” kaygısı içerisindeydiler. Aynı zamanda da Osmanlı devlet kimliğini nasıl bir içerikle devam ettirebiliriz, diye düşünüyorlardı. Yeni bir Türkiye kuruldu. Hem Türkler, hem Kürtler millileşme sürecindeydi. Osmanlı kimliğinin bekaası da dönüşmekte olan sınırları, demografisiyle Türk kimliğine yüklendi. Yani Türk kimliği de bir dönüşüm geçirdi o dönemde…
Türkler çok hazırlıksız
- O dönemdeki sancılar, bugünkü “Yeni Türkiye” tartışmalarına hangi açıdan benziyor?
Yeni bir Türkiye’den bahsedilirken kimlik çok tartışılıyor. Kürt kimliğini tartışırken aynı zamanda ortak kimliği ve Türk kimliğini de tartışıyoruz. Dönüşüm geçirirken Türk kimliğine ne olacak? Üçüncü ikilem ve benzerlik, siyasal elitler açısından… Kuruluş dönemine baktığınızda siyasal elitler, laik ve dindar olarak bölünmüş. Milli mücadelede bir ölçüye kadar ortak bir çalışma sözkonusu. Ama Cumhuriyet’in kurulmasından sonra bu birliktelik ortadan kalkıyor. Laik Kemalist elitler iktidarı ele geçirip politik kararları vermeye başlıyor. Sonra kendi aralarında da bölünüyorlar, iktidar bloğu daralıyor.
- Laik-dindar bölünmesi, Kürt meselesine nasıl yansıyor?
Bugün de dindar ve laik elitler arasında büyük bir güvensizlik var. Hatta derinleşti. Laik elitlerin içerisinde de ulusalcı ve özgürlükçü kesimler var. İlginç bir şekilde dindar elitler de bir kırılma yaşıyor. Hükümetle Gülen hareketi gibi, AKP içindeki kırılmalar gibi… Siyasal elitlerin bölünmüşlüğü, Kürt meselesini çözmelerini engelliyor. Bazen birbirlerinin açılımlarına, Kürt meselesiyle ilgili değil de başka türlü güvensizlikler nedeniyle destek vermiyorlar.
- Mesela?
Laik elitler, AKP’nin Kürt meselesiyle ilgili yaptığı açılımlara temelden karşı olmasa bile bu açılımın sonucunda Türkiye bir dönüşüm geçirir ve sonucunda İslami bir devlet oluşur, kaygısını duyuyor. Bazen laiklikle, bazen de sadece iktidar paylaşımıyla ilgili güvensizliklerden dolayı süreci desteklemiyorlar. Dindarlar da laiklere güvenmiyor ve Kürt açılımları üzerinden zayıflatmaya çalışıyor.
Çözümü esas engelleyen, diğer meseleler. Fakat bunu kabul etmiyor, açıkça tartışmıyoruz. Biz derken, daha hazırlıksız olanların Türkler olduğunu düşünüyorum. Esas mesele Türklerde…
Üst-alt kimlik değil, ortak kimlik
- Kürt sorunundan ziyade Türk sorunu mu var?
Türkiye’de sadece Kürt sorunu değil, Türk meselesi var. Sorunun çözülmesi için Türklerin Kürt meselesiyle ilgili tercihlerini, çözüm önerilerini netleştirmeleri lazım. Bir de Kürtlerle ilgili olmayan, kendi kimlikleriyle ilgili meseleler var.
- Türk kimliğiyle ilgili meseleler ne?
Türk kimliği, Cumhuriyet kurulurken çok boyutlu bir nitelik kazanmış. Tarihten gelen bir Türk kimliği var. Bu kimlik aynı zamanda Osmanlı devlet kimliğinin devamını sağlayacak bir misyon üstlenmiş. Devletle iç içe geçmiş. Bu anlamda Kürt kimliğinden farklı.
Kürt ve Türk milliyetçilerine bakınca, aralarındaki dindar-laik ayrımı dahil, birçok benzerlik görüyoruz. Fark şu; Kürt milliyetçileri tarihten beri belli bir coğrafyada yaşayan, aralarında görece kültür birliği olan bir etnik grubu siyasal olarak birleştirme amacını gütmüş. Bu bazen özerklik, öz yönetim olarak savunulmuş, bazen de bağımsızlık olarak. Türk milliyetçiliğiyse Osmanlı devlet kimliğini devam ettirmek için, anadil, kültür açısından farklı kökenlerden gelen, kültürel çeşitlilik arz eden bir grubu aynı ortak kimlik altında birleştirmeyi üstlenmiş.
- ABD’de farklı milliyetlerden insanlar, tek bayrak altında “Amerikalı” kimliğiyle toplanıyor. “Neden Kürtler, Türkiye’de aynısını yapmıyor” şeklinde bir görüş var…
Kimlik meselesi tartışmanın tıkandığı yer o zaten. Türkiye’de bunu bir üst kimlik-alt kimlik olarak tartışmamak gerekiyor. Çünkü Kürtlerin en büyük talebi, eşit olarak kendi kimliklerinin kabul edilmesi. İsmine ister Türkiyeli deyin, ister Türk, meseleyi Kürtlerin bir “üst kimliği” olarak ortaya koyduğunuz zaman Kürtlerin eşitlik talebini karşılamıyor çünkü bir hiyerarşi yaratıyor. Meseleyi ortak kimlik olarak tartışmamız gerekiyor. Ben o nedenle “devlet-ulus” kavramını getiriyorum. Türkiye’de hem Türklerin, hem Kürtlerin benimseyebileceği ortak kimlik bir ulus devlet kimliği değil.
- Devlet-ulusun farkı ne?
Farklı milliyetçilik taleplerinin olduğu ülkelerde siyasal birliği sağlayabilmek çin oluşturulmuş bir kavram. Her toplumda ortak bir kimliğin olması önemlidir. Devlet-ulus ortak kimliği, ülkedeki diğer kimliklerle eşit olabilir. Biri elma, biri armut! Önemli olan hem Türklerin hem Kürtlerin benimsediği ortak bir kimliğin olması. Birisi siyasal birliği sağlayan, devletin kimliği. Diğeri, insanların kendi etnik, kültürel kimliği. İkisinin yeri ayrı.
Amerikan kimliğinden farklı olarak şöyle bir sorun ortaya çıkıyor: “Amerikan” teritoryal bir kimlik. Dolayısıyla Amerika’daki farklı grupların bunu aynı adla benimsemesinden sorun çıkmıyor. Türkiye’de fark, devletin Türk kimliğinin, Türkler ve Kürtler için iki ayrı anlama gelmesi… Türkler için farklı kökenlerden insanların benimseyebileceği bir kimlik. Kürtler içinse etnik kimlik. Onlar ortak kimliği, “Türkiyeli” olarak benimsemeye hazır.
Silahsızlanma, barış değildir
- Yani Türkiyelilik kimliği asıl Türkler için sorun…
Örneğin Cumhurbaşkanı Erdoğan çok yetenekli, karizmatik bir siyasetçi. Bazen şu bardağı gösterip “burada yok” deyip tabanını buna inandırabiliyor. Bu gücünü daha çoğulcu, birbirine saygı duyan bir toplum adına kullanabilseydi bugün farklı bir yerde olurduk.
- Güçlü ve demokratik bir liderlik, önyargıları değiştirebilir mi?
Türklerin Kürt meselesinde derinleşmiş, üzerinde düşündükleri fikirleri olmaması hem avantaj, hem dezavantaj… Dezavantaj, çünkü net bir fikirleri olmadığı için enerjilerini yapmaktan çok engellemek için harcıyorlar. Avantaj, çünkü derin bir fikirleri olmadığı için bazı konularda kısa sürede ikna olabilirler. Güçlü bir siyasal hareket ve liderlik, aynı zamanda demokratik vizyona sahip olursa Türkleri ikna edebilir.
- Kürt meselesiyle ilgili bazı tabular yıkıldı. Çözüm için yeterli mi?
Tabuları yıkmak Kürtleri görmemizi sağlıyor, ama tanımamızı sağlamıyor. Öncelikle bize hükümetin, süreci yürüten aktörlerin barışın ne olduğuyla ilgili bir vizyon sunmaları gerekiyor. Tek başına silahsızlanma, barış değildir.
Görmek yetmez tanımak gerek
- Toplumsal barış nasıl sağlanır?
Kürt ve Türklerin birbirlerini sadece görerek değil, tanıyarak kabul ettikleri bir ilişki biçimi kurarak… Tanımak, saygı duyarak muhatap almak anlamına geliyor. Erdoğan bunu yapmıyor. Barışı istiyor. Fakat Kürtleri, onların seçilmiş temsilcilerini eşit olarak muhatap almıyor. “Benim üstünlüğümü ve iktidarımı kabul edin ben size barışı vereceğim” diyor. Kürtlerin en temeldeki görülme ve eşit olarak tanınma ihtiyacını karşılamıyor. En önemlisi toplumda birbirini görme, tanıma, endişe duymama anlamında barışın tesis olması. Tanıyarak kabul edebilmek için önce bilgi sahibi olmak empati kurmak gerekiyor.
- Devlet otoriterleşirken nasıl olacak?
İleri sürülen gerekçelerin, toplumdan kaynaklanan veya değiştirilemez sorunlar olmadığını görüyoruz. Türklerle Kürtler arasında siyasal anlamda bir güvensizlik var, evet. Ama toplumsal alanda birarada yaşama iradesi de var… Siyasal düzeyde otoriterleşme toplumdan değil, siyasal elitlerin dokunulmazlıklarını koruma ve iktidar mücadelelerinden kaynaklanıyor. . Dindarların da laiklerin arasında da özgürlükçü ve otoriter olanlar var. Her iki kesimdeki özgürlükçüler biraraya gelemiyor. Ortak hedefler için işbirliği yapamıyor. Türklerle Kürtler arasında da ulusalcılar ve birarada yaşamacılar var. Birarada yaşamayı tercih edenlerin konuşabilmesi lazım.
- Peki neden insanlar biraya gelemiyor?
Her kesimin bir yere kadar haklı görülebilecek korkuları var. Eğer bu dönemde farklılıkları kabul ederek ortak hedeflerimiz için el ele veremezsek herkesin korkuları aynı anda gerçekleşebilir. Dindarların da laiklerin de, Türklerin de Kürtlerin de. Tarihsel bir dönemeçten geçerken artık ego anlaşmazlıklarını, önemsiz farklılıkları, korkuları bir yana bırakmak lazım. Bu durum tabandan, sivil toplumdan başlayarak aşılabilir. Zaten bunu yapamadığımız zaman daha iyi bir geleceği hak etmiyoruz anlamına gelir.
Kürtlerin “ortak vatan” demesi büyük şans
Murat Somer’in öne çıkan ifadeleri şöyle:
- Otoriterleşen bir süreçten geçiyoruz. Anlamak mümkün değil. İç Güvenlik Yasası, Internet sansür yasası toplumsal muhalefetten korkan yasalar.
- Türkiye 12 Eylül’de böyle bir dönemden geçti. Ekonomik özgürlükler, çevre, kadına şiddet konusunda olsun, toplum haklı tepki gösteriyor. Buna devletin açık olması lazım.
- Kürtlerin, katılabiliriz katılmayız, oldukça somut önerileri var. En somut ortaya çıkışı 10 maddede oldu. Ama Türklerin yok.
- Türklerin hazırlıksız olma lüksü yok. 1999-2004 arasında görece bir şiddetsiz dönem yaşandı. AB ile bütünleşme sürecine girildi. Artık Kürt sorununu tartışmamak, bilgi sahibi olmamak gibi mazeretleri kalmadı. Buna vakit de yok.
- Kürtlerin seçilmiş temsilcilerinin ortak vatandan bahsediyor olmaları, somut önerilerle masaya gelmeleri, barış istemeleri büyük bir şans. Ancak inandırıcı olması için mitinglerde Türk bayrağının da bulunması gerekir. Toplum olarak kalan şansımızı iyi kullanmamız gerekiyor.
- Türklerin Kürtleri anlamaları gerekiyor. Kürtler farklı bir tarihsel süreçten geçmiş. İkisini de suçlamamak, birbirine dayatmamak gerek..
Türkiye Kobane ile fırsat kaçırdı
- Ortadoğu’daki dönüşüm, Türkiye’deki korkuları körüklüyor. Bir ülke kendi arasında anlaşıp demokratik bir birliktelik oluşturamazsa dış aktörler her zaman bunu sömürür.
- Dış aktörlerin durumu sömürmesine izin veren biziz. Oysa Türkiye bu tuzağa düşmeyecek kadar demokrasi tecrübesi olan bir ülke.
- Kobane’de fırsat kaçırdı Türkiye… Türkiye’deki Kürtler, Kobane ile kendilerini bir dayanışma içerisinde gördüler. Türkiye bir güven ilişkisi kurabilirdi. Maalesef tersi oldu. Politik olarak olmasa bile söylem olarak Kürtler incitildi.