İstanbul Üniversitesi Siyasi Tarih Öğretim Üyesi Doç.Dr. Mehmet Ö. Alkan, CHP'nin 1965'e kadar "solcu" olmadığını savundu. "CHP’nin kuruluşundan beri solcu olduğunu zannediyoruz ama 1965’e kadar solcu değildi, solun değerlerini 1957’den itibaren fark etmeye ve kullanmaya başladı. 1950’lerin ortasından önce CHP bir sağ partiydi" ifadesini kullanan Alkan, sözlerine "1965’te, İsmet Paşa’nın 'Ortanın solundayız' açıklaması üzerine 'Ortanın solu Moskova’nın yolu' sloganı türetildi. Türkiye’de hem işçi sınıfının hem entelektüellerin sola olan ilgisi sebebiyle, İsmet Paşa istikametini bu yana çevirerek oylardan yararlanmak istedi" diye devam etti.
Habertürk'ten Kübra Par'ın sorularını yanıtlayan Mehmet Ö. Alkan'ın açıklamaları şöyle:
- 150. Yılında Das Kapital adlı yeni kitabınızda Karl Marx’ın meşhur kitabının Osmalı’dan bugüne çeviri macerasını anlatıyorsunuz. Kapital’in birinci cildinin ilk yayımlanma tarihi 1867. O sırada Osmanlı’da neler oluyordu?
Tam o sırada Osmanlı’da, Türkiye tarihinin ilk siyasal partisi Yeni Osmanlılar Cemiyeti, İttifak-ı Hamiyet adıyla kurulmuştu. İttifak-ı Hamiyet’i direkt olarak yurtseverlik ile ilişkilendirebiliriz çünkü Osmanlı ittifakı, yurtseverlik (patriotzm) üzerinde duran bir şey. O dönemden itibaren, bizim daha çok edebiyatçı kimlikleriyle bildiğimiz Namık Kemal, Ali Suavi, Ziya Paşa gibi aydınlar, otoriter Abdülaziz yönetiminin daha demokratik hale gelmesini, çözülmekte olan Osmanlı toplumsal yapısının derlenip toplanmasını, dağılmakta olan siyasal birliğin tekrar kurulmasını arzu ediyorlar. Bunun gerçekleşebilmesi için de anayasanın ilan edilmesi ve yönetime ahalinin katılması gerektiğini söylüyorlar. “Osmanlı İmparatorluğu kurtulacaksa, anayasa ve parlamento ile olur” diyorlar. Namık Kemal Paris’te sürgün. Das Kapital’in yayımlandığı sıralarda, Hürriyet adıyla ilk muhalif gazete çıkıyor. Adı bile manidar, çünkü Abdülaziz’den kaçmak zorunda kalmışlar. Hatta Paris’te Namık Kemal ve Karl Marx bir dönem aynı sokakta oturuyorlar. Ama birbirlerinden habersizler. O süreç I. Meşrutiyet’le sonuçlanıyor.
- O dönem Osmanlı’da tam manasıyla bir işçi sınıfından söz etmek mümkün değil elbette ama genel anlamda işçilerin koşulları nasıldı?
Türkiye’de kapitalist dönüşüm büyük ölçüde 1850’li yıllarda başlıyor. Başta Marmara Bölgesi’nde olmak üzere, tütün sanayii ve gemicilik alanında fabrikalar kurulmaya başlanıyor ve kurnaz sermaye sahipleri, “Fabrika kuralım, kâr yapalım, işçileri ucuza çalıştıralım’’ diye düşünüyor. Öncelikle tekstil, cam, dokuma fabrikaları kurulmaya başlanıyor. Sonuçta az çok da olsa bir işçi sınıfının gelişmeye başladığını görüyoruz. Osmanlı basınını tararken, 1870’lerin başında tersane işçilerinin Galata Köprüsü’nü geçip Bâb-ı Âli’ye doğru yürüyüş yaptıklarına dair haberler gördüm. Hükümetin çok telaşlandığı ve bu haberleri yayımlatmadığına dair kayıtlar da var. Osmanlı liman kentleri olan Selanik, İzmir, İstanbul’a bakınca 1830- 1890 arasında 2-3 kat fark olduğu görülüyor. Batı Avrupa’da, Amerika’da yaşanan sanayileşmenin dışında kalan bir Osmanlı yok; onunla ilişkisi gecikmeli kurulan ve kendi içindeki dönüşümü gerçekleştiremeyen bir Osmanlı var. Yani burada da bir şey başladı ama aynı dozda, aynı hızda değildi.
- Das Kapital, yazıldıktan ne kadar sonra İngiltere ve Almanya’da popüler oldu?
Orada çok hızlı yankı buluyor ve başka dillere de çevrilmeye başlanıyor. Kolay anlaşılır bir kitap değil. Özetleri Kapital’den daha fazla satıyor.
- Peki, orada popüler olduktan sonra Osmanlı’da 1912’ye kadar hiçbir çeviri girişimi olmamasının sebebi ne?
Abdülhamid, modernleşmeci bir padişahtı ama hiçbir siyasi örgütlenmeye, ifade hürriyetine izin vermedi. Bilim ve edebiyattan söz edebilirsiniz ancak siyasi herhangi bir şeyden söz edemezsiniz. Bu, 23 Temmuz 1908’e kadar devam etti.
1908’e geldiğimizde tütün, demiryolu, tramvay sektörü gibi çok sayıda işçinin bir arada çalıştığı sektörler oluşmuş durumda. Mesela Rumlar arasında “Irgatis” adlı bir gazete çıkıyor. Proleterleşme gözle görülür hale geliyor. 23 Temmuz 1908’den sonra örgütlenme özgürlüğü hasıl oluyor. O fırsatı değerlendiren sosyalistler dergi, gazete çıkarmaya başlayıp örgütleniyor. Osmanlı Sosyalist Fırkası, İştirakçi Hilmi, Baha Tevfik önemli isimler. İlk Kapital çevirisini yapan Bohor İsrael de ilk sosyalistlerden biri. Bir anda sosyalist düşünceye hatta anarşizme dair ilgi oluşmaya başlıyor. Ne var ki 1913 Bâb-ı Âli baskınından itibaren hiçbir sosyalist harekete izin verilmiyor.
- Ondan hemen önce Ceride-i Felsefiye Dergisi’nde Bohor İsrael, Das Kapital’in ilk bölümünü yayımlıyor, değil mi?
Evet, Türkiye Marx’ın Das Kapital’i ile 1912 yılında Ceride-i Felsefiye Dergisi’nde karşılaşıyor. Ama özetin özeti...
- Mütareke yıllarında Türkiye’deki sosyalist hareketin durumu nasıldı?
Herhangi bir ülkeye veya harekete bağlı olmayan solcular ve sosyalistler, II. Meşrutiyet geleneğini hareket ettiren sosyalistler, bir de Sovyetler Birliği’ne bağlı sosyalistler vardı. Ama bunların içinden asıl damarı Mustafa Suphi’nin 1920’de kurduğu TKP (Türkiye Komünist Partisi) oluşturacak. Oradan itibaren de Türkiye’deki sosyalist hareket Sovyetler Birliği ile bağlantılı olacak.
"Kriz dönemlerinde sağ yükseliyor"
- “2007 krizinden sonra Kapital tekrar popüler oldu” diyorsunuz ama Das Kapital bugünün ekonomi politiğine ne kadar hitap ediyor?
2008 krizinden dünya ekonomisi çok ağır etkilendi. Sonsuz kâr hırsının dünyayı yaşanmaz bir yer haline getirdiği ortaya çıktı. Dolayısıyla, Marx’ın yazdığı Kapital bugünün dünyasına hâlâ hitap ediyor çünkü bugün de ürettiğimiz her şey insan emeğiyle yapılıyor. Bunun değeri bir kez daha ortaya çıktı. Dünyada güzel olan her ne varsa emek sayesinde var.
- Şu an dünyada sol neden düşüşte sizce?
Siyaseten ve oranlara baktığınızda solun dünyada yükselişte olduğunu söyleyemeyiz. Fakat bugün yaşadığımız dünyadaki nimetlerin hepsini de dünya sola borçlu. Bu bir çelişki gibi gelmesin çünkü bugün dünya üzerindeki bütün sosyal haklar, kadınerkek eşitliği, aklınıza gelebilecek bütün temel insan hak ve özgürlükleri bugüne kadar hep soldan geldi.
- Peki, sol nerede yetersiz kalıyor ki sağ bu kadar yükselişe geçti?
Özellikle, insanların biraz daha yoksulluğa ve yoksunluğa dayalı olduğu sosyo-ekonomik bunalım dönemlerinde, siyasi iktidarların milliyetçilik ve din ile insanları seferber edici bir siyaset yaptıklarını görüyoruz.
"Sol kendini yenilemeli"
- “Ekonomik kriz dönemlerinde sağ yükseliyor’’ diyorsunuz.
Evet, bütün dünyada her zaman böyle oldu. İktidarlara baktığınızda bunun yansımadığını görebilirsiniz ama şu anda dünyada medeniyet adına sahip olduğumuz her ne var ise bunu da sola borçlu olduğumuzu hatırlamamız lazım. Belki dünyada ve Türkiye’de sola düşen, yaşanılan dönüşüme odaklanmak olacaktır. Ama bunu klasik kavramlar ve bakış açılarıyla değil, kendini yenilemiş, yeni insani değerleri pekiştirmeye yönelik olarak yapmak gerekiyor. Baştan sona üzerine düşünme ve yenilenme gerekiyor.
- CHP bugün ne kadar sol bir parti?
CHP, içinde değişik akımları barındıran bir parti. Dolayısıyla, CHP homojen bir parti değil. Kendi içinde bir koalisyondan oluşan bir parti, belki bu sebepten dolayı bir kilitlenme yaşıyor. Çünkü bütün bu koalisyonu oluşturan unsurlar diğerinin öne çıkmasını engelliyor.
"Ne kadar anladık emin değilim"
- Çevirisi için bu kadar uğraşılmış. Peki, Türkiye’de sol entelijansiya Kapital’i ne kadar okudu?
Okunmasının denendiğine ben şahidim ama ne kadar okuyup anladık onu bilmiyorum! (Gülüyor) Türkiye’nin en okur yazar kesimi sol kesimidir. Klasikleri de, entelektüel ürünleri de onlar okur!
"Otoriterleşme dönemlerinde yasaklandı"
- Sosyalist hareketin serüveni ile Das Kapital’in çevirisi arasında paralellik var mı?
Aslında Türkiye’de 1876’dan beri yaşanan otoriterleşme dönemlerinde yasaklanıyor, genişleme dönemlerinde daha özgür hale geliyor.
- Cumhuriyet’in ilk yıllarında Das Kapital neden çevrilemiyor?
Yaklaşık olarak 1923’e kadar bir savaş var. O savaş içerisinde bile Aydınlık Dergisi çıkıyor fakat felsefi metinlerden ziyade siyasi içerik yayımlanıyor. Yine de o dönemde 1925’te Komünist Manifesto basılıyor. Das Kapital’i çevirmek için özgür bir ortam olması lazım. Türkiye’de o ortam 1930’ların başında ancak oluşmaya başlıyor. 1929’da dünya ekonomik krizi yaşanmış, kapitalizm ilk muazzam krizini görmüş. Bunun üzerine Türkiye devletçiliğe yöneliyor ve Sovyetler Birliği ile yakın bir ekonomik ilişki kurmaya başlıyor. Hatta 1. Sanayi Planı, 2. Sanayi Planı şeklinde metinler hazırlanıyor. O dönemde, Nazilli’deki Sümerbank Fabrikası’nın yapımına Sovyetler Birliği katkıda bulunuyor. Sovyetler Birliği’yle yaşanan bu 5-6 yıllık yakınlaşmadan Türkiye sosyalistleri de yararlanıyor. O ortamda Haydar Rıfat Yorulmaz, “Sermaye” adıyla Kapital’in çevirisini yayımlıyor. Yorulmaz, liberal. Liberal dünya görüşünün eseri olarak Kapital’i Türkçe’ye kazandırıyor. Haydar Rıfat’ın çevirisi dışında Kerim Sadi, Suphi Nuri İleri ve Hikmet Kıvılcımlı çevirileri de var. Haydar Rıfat’ınki ve Suphi Nuri’ninki özet, diğerleri tam metin olarak başlıyor ama tamamlanamıyor.
- 1930-1935 arasında sosyalist hareketin durumu nasıldı?
Kadro Dergisi’nde Burhan Belge, Şevket Süreyya Aydemir, Şefik Hüsnü gibi önemli isimler var. Onlar tam olarak planlı ekonomiden değil ama devletin ekonomiye hâkim olduğu bir modelden yanalar. Bu yüzden de Sovyetler Birliği’nin kalkınma modeli çok sempatik geliyor. Suphi Nuri İleri ve ailesi ile Sabiha Sertel de çok önemli. O dönemde Nâzım Hikmet’in şiirleri de yayımlanıyor. Türkiye sanayi konusunda büyük atılımlar yapmaya başlıyor. Demir-çelik, tekstil, liman konusunda yatırımlar geliyor. Buna bağlı olarak da işçi sınıfının nicel olarak arttığını, sosyalist hareketin de bundan rüzgâr aldığını görüyoruz. Sovyetler Birliği’yle iyi ilişkiler neticesinde de devletin sosyalistlerine kötü davranılmıyor. Ancak,1936’dan sonra devlet yine bir hışımla sosyalist hareketin üzerine gidiyor, 1938’de de kitaplar yasaklanıyor ve işçiler grev haklarından mahrum bırakılıyor. 1946’dan itibaren sosyalist hayatta yine bir canlılık var. Hatta o dönemde yayımlanan ilk sosyalist derginin yazarları arasında Adnan Menderes de zikredilir. Ama Menderes’in bir yazısı yok, sadece yazacağı ilan edilmiş. Yine solcular o yalancı bahara aldanıp çiçekleniyorlar. Demokrat Parti demokrasi getireceğini vaat edince o boşlukta Yeni Baştan Dergisi’nde “Önce Kapital’in hikâyesini anlatalım, sonra kitabı yayımlayalım’’ şeklinde bir yazı çıkıyor ama Demokrat Parti onun da tepesine binmekte gecikmiyor ve hevesleri kursaklarında kalıyor.
"CHP, 1965'e kadar solcu değildi"
- Ya 1960 darbesi sonrası?
1961 Anayasası işçi sınıfının örgütlenmesi önündeki engelleri kaldırdı; bu ortamda Türkiye’nin ilk sosyalist partisi Türkiye İşçi Partisi (TİP) kuruldu ve büyük bir ilgi gördü. 1965’te Meclis’e milletvekili de soktular. Fakat daha önemlisi, CHP tarihinde ilk defa solcu oldu. İsmet Paşa, 1965 seçimleri öncesinde ortanın solunda olduğunu açıkladı. CHP’nin kuruluşundan beri solcu olduğunu zannediyoruz ama 1965’e kadar solcu değildi, solun değerlerini 1957’den itibaren fark etmeye ve kullanmaya başladı. 1950’lerin ortasından önce CHP bir sağ partiydi. 1965’te, İsmet Paşa’nın “Ortanın solundayız’’ açıklaması üzerine “Ortanın solu Moskova’nın yolu’’ sloganı türetildi. İsmet Paşa da “Biz Moskova’dan değil, Amerika’da Roosevelt’ten, New Deal’dan esinlendik’’ dedi. Türkiye’de hem işçi sınıfının hem entelektüellerin sola olan ilgisi sebebiyle, İsmet Paşa istikametini bu yana çevirerek oylardan yararlanmak istedi. Hatta Metin Feyzioğlu’nun dedesi Turhan Feyzioğlu’nun grubu, “Hayır, biz ortanın sağındayız’’ deyip partiden ayrıldı. Aynı sene Alparslan Türkeş, Cumhuriyetçi Köylü ve Millet Partisi’nin başına geçti. İşte o da eski CHP’yi devam ettirdi. Daha doğrusu CHP’nin sağ mirasını devraldı.
1964 yılında TİP Anayasa Mahkemesi’nde dava açtı. Anayasa Mahkemesi bilimsel nitelikteki yayınların önündeki engelleri kaldırınca sol klasikler de yayımlanmaya başlandı. Şimdiki kuşak komünizmi biraz romantik bir aşk hikâyesi zannediyor ama sosyalist, komünist olmak eskiden ağır bedelleri olan bir siyasi tavırdı. Çünkü insanlar Marx’tan çeviri yaptıkları için, “Özgürlük, eşitlik, kardeşlik’’ dedikleri için yıllarca hapis yattılar. Ne zaman ki Anayasa’dan 141. ve 142. maddeler kalktı, Türkiye’de komünistlik biraz daha romantik bir hadise olmaya başladı.
- Kapital’in tamamı ne zaman yayımlanabildi?
1966’da Kapital’in 1’inci cildi 5 kitap halinde basıldı. Sonra bir ara verildi. Daha sonra 3’üncü cildin 1’inci bölümü basıldı ve 2’nci cilt 1976’ya kadar basılmadı. 1975-1978 arasında, 3 cilt halinde yine Sol Yayınları tarafından tamamı yayımlandı. Kapital çevrildikten sonra araya 12 Mart darbesi girdi. 1980 döneminde de birçok kitap yasaklandı, hatta Bilim ve Sosyalizm Yayınları’nın neredeyse tamamı yakıldı. Kapital’in resmi olarak yasaklandığını hatırlamıyorum. Ama öyle bir dönemde yaşıyorsunuz ki elinizde Kapital’i görseler başınız belaya girer.