Gündem

"Dink cinayetiyle hikayeler ete kemiğe büründü; 80 sonrası doğan Ermeniler geçmişini konuşmaya başladı"

Ermeni Kültürü Derneği'nden Sayat Tekir, cinayetin Ermeni toplumu üzerine etkisini anlattı

20 Ocak 2017 12:06

Nor Zartonk, Nor Radyo ve Ermeni Kültürü ve Dayanışma Derneği’nin kurucularından Sayat Tekir, 10 yıl önce 19 Ocak'ta öldürülen Agos gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink'in Ermeni ve Türk toplumlarını derinden etkilediğini söyledi.

"Devletin devamlılığının esas olduğu Türkiye’de 80’lerden sonra doğan yeni Ermeni nesli için 2007’deki Hrant Dink cinayeti, ailelerden duyulan hikayelerin ete kemiğe bürünmesiydi" görüşünü savunan Tekir, "Son 150 yıldır katliamlar, soykırım, sürekli baskı ve göçün getirdiği travma Türkiye Ermenileri’nin üzerinden eksik olmadı. Bununla birlikte cinayet sonrası Ermeniler ile ilgili konular daha fazla konuşulur oldu. Türkiye hakları hem kendi aile geçmişlerini hem de yaşadıkları toprakların geçmişini daha fazla sorar oldular. Hrant Dink’in öldürülmesi hepimiz için bir bedel oldu. Öyle korkunç bir bedel oldu ki bu travmayı kırıp geçmişimizi konuşmaya başladık" dedi. 

Dink anmasından: Ermeni kardeşlerimizden mensup olduğum mahalle adına özür dilerim…

Sayat Tekir'in Bianet'ten bugün (20 Ocak 2017) yayımlanan 'Hrant'tan sonra hepimiz bir parça değiştik' başlıklı yazısı şöyle:

Dile kolay tam 10 yıl oldu. 10 yıl önce gözümüzün önünde, hepimizin yürüdüğü bir yolda bir insan öldürüldü. Cinayet göz göre göre geldi. Cinayet planlıydı. Fakat cinayet sonrası planlar alt üst oldu. Bir insan seli ortaya çıktı. Bugün eksikliğini hissettiğimiz Gezi Ruhu ilk orada çıktı karşımıza. Farklı insanlar, farklı fikirler uzun zaman sonra kitlesel olarak ilk kez o zaman bir araya gelmişti. Cinayetten sonra hepimiz bir parça değişmiştik…

19. yy sonlarından itibaren Osmanlı coğrafyasında yaşam, Ermeniler ve diğer halklar için kolay olmadı. Bu dönem ağırlaşan baskı, katliamlar ile devam edip 1915’teki soykırım ile zirveye ulaştı. Soykırım, Türkiye Ermenileri için ne ilkti ne de son oldu: Cumhuriyet döneminde her 10 yılda bir yaşanan baskı, pogrom, cinayet, ayrımcı yasa ve uygulamalar ile Ermenilerin yaşamı her daim zordu. Şüphesiz bu politika sadece Ermenilere yönelik değil diğer tüm halklara da yönelikti. Toplumsal hafızaları kuvvetli olan azınlıklar/azaltılmışlar, her daim hem kendilerine hem diğer azınlıklara yapılan katliamlardan etkilendiler.

Gitmek bir seçenekti ve tercih eden ciddi sayıda insan vardı. Kalmak ise Ermeni halkının yaşadığı toprak ile kurduğu bağdan ileri geliyordu. Aslında Ermeni tarihine baktığımızda gitmek de kalmak da Ermeniliğe dair bir şeydi. Kalanlar, yani Türkiye Ermenileri için bazı dönemler nefes alma aralıkları yarattıysa da bir devlet politikası olarak baskı daimiydi. Bu baskıya rağmen Ermeniler, Cumhuriyet döneminde kendilerini siyasal ve sosyal olarak farklı parti ve yapılarda ortaya koymaya çalıştılar.

Ermenilerdeki değişim

Yakın geçmişe baktığımızda, 1980 faşist askeri darbesi ve ASALA sürecinde Türkiye Ermenileri’ne yönelik baskılar halkı tekrar içine kapattı. Osmanlı döneminden bu yana cemaat yapısı ile örgütlenmiş olan Ermeniler bu kapalılığa yabancı değillerdi. 1980 faşist askeri darbesinin yıkımı ve 24 Ocak kararlarıyla hayata geçirilen neo-liberal ekonomik politikalarla birlikte yeniden şekillendirilen siyasal, sosyal ve ekonomik hayat, Ermenileri de etkiledi. Bu politikalar tüm toplumu dışa açarken doğal olarak Ermeniler de bundan geri kalmadılar ve kapalı cemaat yapısı değişmeye başladı. Özellikle 1915’in Soykırımını, 1955’in 6-7 Eylül’ünü, 20 Kura askerliği, Varlık Vergisi’ni ve Aşkale’nin yollarını yaşamayan genç nesil için yeni mücadele alanları ortaya çıktı. Yine bu dönem Aras Yayıncılık ve Agos Gazetesi’nin ortaya çıkışı, Ermenilerin seslerini Türkiye halklarına duyurmalarında köşe taşları oldu.

2000’lere geldiğimizde Ermeni Soykırımı ve bu çerçevede yapılan yasa, anma, konferans ve tartışmalar Ermenilerin re-politizasyon sürecinde etkili oldu. 2001’de Fransa’da kabul edilen Ermeni Soykırımı’nın Tanınması yasası, dünyanın farklı şehirlerinde gerçekleşen Ermeni Soykırımı’nın 90. yılı anmaları, Ararat filmi, büyük zorlukla gerçekleşen “İmparatorluğun Çöküş Döneminde Osmanlı Ermenileri Konferansı” ile “50. Yılında 6-7 Eylül Olayları” sergisi ve bu etkinliklere saldırılar bu sürecin önemli noktaları oldu. Bu olaylar sonrasındaki kamuoyundaki ve hatta TBMM’de zaman zaman ırkçılığa varan tartışmalar Ermenileri Türkiye gündemine oturttu. Her ne kadar göz önünde olmak rahatsızlık yaratsa da bu süreçte konuşulmayan “tatsız anılar” evlerde konuşulur oldu.

Türkiye Ermenileri’nin tek siyasal kurumu olan Nor Zartonk’un da oluşma sürecinde olduğu bu dönemde, soykırımın 90 ve 91. yılında gerçekleşen etkinlikleri de atlamamak gerekiyor. Çeşitli üniversitelerden öğrencileri ile birlikte gerçekleşen etkinliklerde Hrant Dink, Masis Kürkçügil ve Doğan Çetinkaya gibi entelektüeller Ermeni Soykırımı ve Türk-Ermeni ilişkileri üzerine konuşmalar gerçekleştirdi. Bu etkinliklerin sonuncusunda Boğaziçi Üniversitesi’nde gerçekleşen bir kantin sohbetinde Hrant Dink, gelecekteki cinayetinin faillerini de açıklamıştı.

Bu dönem Hrant Dink, yaptığı açıklamalar ile Ermenilerin görünen yüzü olarak ne yazık ki tek başındaydı. Her katıldığı programın ertesi günü, Dink’in konuşmaları Ermeniler arasında önemli bir gündemdi. Birçoklarında kamusal alanda temsil edilmenin getirdiği gurur ve Türkiye’nin geçmişini bilmenin getirdiği tedirginlik birlikte artıyordu. Genç nesil ise dersliklerde ya da atölyelerde Dink’in söylemlerini tartışırken bir taraftan da kendisine yönelik büyük bir saygı uyanıyordu.

Ölü toprağını atmak

Sonrasında o kara gün geldi ve hepimizin gözü önünde bir “Milli Mutabakat Cinayeti” gerçekleşti. Ermenilerin gündemde olduğu bu dönem, Ermenilerin görünen yüzü olan Hrant Dink planlı bir şekilde katledildi. 2 Temmuz 1993’te gün boyu bize Madımak Oteli’nin yakılmasını izlettirdikleri gibi, 19 Ocak 2007’de bir türlü olay yerine intikal edemeyen(!) savcılar nedeniyle, dakikalarca bize Hrant’ın kaldırımda yatmasını izlettirdiler.

Hrant Dink’in karakteri, yaşamı ve fikirleri ayrıca öldürülmesi ve öldürülme şekli, toplumun farklı kesimlerden binlerce kişiyi 23 Ocak 2007’de cenazesinde buluşturdu. Bu cinayet ve sonrasındaki cenaze töreni, Ermenilerin re-politizasyon sürecinde esas motor kuvveti oldu. Bu buluşmada toplumun birçok ferdi Dink’in yalnız kaldığını ve onu koruyamadığını düşündü. Son 9 yılda her 19 Ocak, farklı kesimlerinin birbirleriyle dayanıştığı bir kardeşlik gününe dönüştü.

Devletin devamlılığının esas olduğu Türkiye’de 80’lerden sonra doğan yeni Ermeni nesli için 2007’deki Hrant Dink cinayeti, ailelerden duyulan hikayelerin ete kemiğe bürünmesiydi. Dink cinayeti sonrasında Sevag Balıkçı ve Maritsa Küçük’ün de nefret cinayetine uğraması, Türkiye’de Ermeni olmanın ağır yükünü tekrar hissettirirken, bir taraftan da Ermenilerin üzerindeki 100 yıllık ölü toprağı atılıyordu. Türkiye’de gerçekleşen Ermeni Soykırımı Anmaları, Ermenilerin yerel ve genel seçimlerde aday olmaları, soykırımın 100. yılı ve buna bağlı kamuoyundaki tartışmalar hepsi bu toprağın atılmasına katkı sağlıyordu. Ermenistan ve Diaspora daki Ermeniler de bu süreci takip ediyor ve şaşkınlıkla karşılıyordu.

Dünya ve Türkiye’deki gelişmeler

Ermenilerde oluşan bu re-politizasyon sürecini Türkiye ya da Dünya’da yaşananlardan ayrı düşünmememiz gerekiyor. Reel sosyalizmin çöküşü sonrasında “tarihin sonu” zırvalıkları ile pazarlanan “yeni dünya düzeni”nde, sosyalizmin yerine milliyetçi ve neo-liberal politikalar ikame edildi. Sınıf mücadelesi düşerken kimlik mücadelesi yükselişe geçti. Bu sürecin bir benzeri de Türkiye’de yaşandı. Darbe sonrasında 1968 ve 1978’in toplumsal mücadele hattı geriledi ve kimlik mücadeleleri ile bireysel çıkışlar daha fazla ortaya çıktı. Bu süreçte tabanını çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu partiler, Aleviler ve diğer toplulukların kurumları da yaygınlaşmaya başladı.

Türkiye Ermenileri doğal olarak ülkedeki siyasetten de çokça etkilediler. Dink Cinayeti sonrası kamusal alanda ortaya çıkış ve kolektif olarak eylemlere katılma hali kendisini en fazla Gezi Parkı Direnişi sırasında gösterdi. Örgütlü ya da örgütsüz bir kısım genç Ermeni direnişe katıldı ve yazdıkları Ermenice duvar yazıları ile kendilerini ifade ettiler. Direnişe katılan Ermeniler, Ermeni kimliğinin kamusal alanda ifade edilmesi konusunda aktif bir yol izlediler.

Öte yandan Ermeni kimliğinin kamusal alanda ifade edilmesi konusunda geçmişten bu yana devam eden pasif direnişleri de unutmamak gerek. Geleneksel cemaat örgütlenmesi ve devlet tarafından gelen baskı nedeniyle siyasetten bilinçli bir şekilde uzak duran Ermeniler için direnmenin farklı yollardı da vardı. Bu dönem televizyon yarışmalarındaki (BBG, Müzik Yarışmaları ya da Eurovision) Ermeni adaylara SMS ile oy atanlar, evlerinde güvenli bir şekilde, Ermeni kimliğinin kamusal alanda ifade edilmesine katkı sağladılar.

100 yıl sonra gelen direniş

Soykırım’ın 100. yılı dünya ve Türkiye Ermenileri için önemli bir yıldı. Bu yıla özel olarak baktığımızda Türkiye Ermenileri’nde tedirginlik hakimdi. Bir yandan geçmişin karabasan gibi Ermenileri takip etmesi öte yandan “artık yeter!” hissi… İşte tam da bu anda Türkiye ve dünyadaki soykırım anmalarından hemen sonra bir kamp ülke gündemine düştü: Kamp Armen.

6 Mayıs’ta başlayan Kamp Armen direnişi 175 gün sürüdü ve zaferle sonuçlandı. Nor Zartonk ve Ermeni gençlerin önderlik ettiği bu sürece Gezi Parkı direnişi tecrübesi etkili oldu. Kamp Armen Ermeni halkına iade edilirken Ermeniler, Hrant Dink anmalarındaki gibi bir araya gelmişlerdi. Kamp geri alınmasa dahi birinci gün gerçekleşen bir zafer vardı: Ermeniler’in 100 yıl sonra ciddi bir direniş ile bir arada durması. Yukarıdaki saydığım tüm bu olaylar neticesinde Ermeni halkının bir kesimi artık daha fazla siyasallaşmış ve haklarını savunan bir konuma gelmişti. Nasıl ki Gezi Parkı direnişi tek bir gruba indirgenemez ise Kamp Armen direnişi de sadece Ermeniler ile gerçekleşmedi. Tüm halklar bir araya geldi ve Hrant’ın ve yetim çocukların kampı için mücadeleye başladı. Hrant’tan sonra hepimiz bir parça değişmiştik. Hepimizi bir araya yine o getirmişti.

Son durum

Ermenilerde yükselen politizasyon sürecinden bahsederken bu sürecin son yıllarda yaşanan otoriterleşme ile gerilediğinden de bahsetmek gerekiyor. Darbe sonrasında yükselen bu politizasyon süreci darbe dönemini aratmayan politikaların egemen olduğu şu günlerde giderek alçalıyor. Toplumsal muhalefetin bastırılmaya çalışıldığı, bir çok politikacı ve gazetecinin hapse atıldığı, eylemlerin engellendiği, alternatif medyanın ve internetin kapatıldığı bir dönemde, Ermenilerin tüm bunlardan etkilenmediğini düşünmek hayal olur. Tam da bu dönem Ermenilerin tekrar içe kapanmaya başladığını, kalma ve ya gitme tartışmaların tekrar gün yüzüne çıktığını söyleyebiliriz.

Türkiye’nin bir kısmına sirayet etmiş korku ve göçme isteğini Ermeniler’de de görebiliyoruz. Türkiye’de azınlıklar ve özelinde Ermeniler her dönem tehlike altında ve dolayısıyla tedirginlikle yaşadılar. Her dönem yurtdışına gitmek bir “B planı” olarak akıllarda durmuştu. Gelinen son noktada yaşanan umutsuzluk bazı Ermeniler için “B planının” yeniden devreye girmesine neden oldu. Gitme fikrinin insan zihnine yerleşmesi sonrasında siyaset yapmak da zorlaşır çünkü artık değiştirmeyi düşündüğünüz şeyin kendisi sizin için değişmez ve anlamsız gelir.

Son 150 yıldır katliamlar, soykırım, sürekli baskı ve göçün getirdiği travma Türkiye Ermenileri’nin üzerinden eksik olmadı. Bu travma ile mücadele etmek açıkçası hala hiç de kolay değil. Bununla birlikte cinayet sonrası Ermeniler ile ilgili konular daha fazla konuşulur oldu. Türkiye hakları hem kendi aile geçmişlerini hem de yaşadıkları toprakların geçmişini daha fazla sorar oldular. Hrant Dink’in öldürülmesi hepimiz için bir bedel oldu. Öyle korkunç bir bedel oldu ki bu travmayı kırıp geçmişimizi konuşmaya başladık. 19 Ocak 2007 hepimiz için bir milat oldu.

Sayat Tekir kimdir?

1984 İstanbul doğumlu sosyolog. Eğitimini Esayan Ermeni Lisesi, Anadolu Üniversitesi ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde aldı. Çeşitli medya kurumlarından genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, muhabirlik ve editörlük yaptı. Sivil toplum kurumlarında ayrımcılık karşıtı projelerde çalıştı. Üniversite yıllarından itibaren sosyalist yapılar içinde aktif olarak siyaset yürütüyor. Tekir; Nor Zartonk, Nor Radyo ve Ermeni Kültürü ve Dayanışma Derneği’nin kurucularındandır.