Gündem

"Dindar yönetici yolsuzluğu, 'büyük dava' ile meşrulaştırır; usulsüzlük usul olur!"

Ali Bulaç: 'Dindar yönetici ve siyasetçi' nasıl oluyor da yolsuzluğu kendi iç dünyasında meşrulaştırabiliyor?

29 Aralık 2014 17:05

Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç, “Dindar yöneticinin ‘büyük davası’ vardır. Eğer kalkınmacı, modernleşmeci ise iktisadi büyümeye iman etmiş demektir. Düşüncesine göre Müslümanlar pastayı büyütmeli, büyük güç sahibi olmalıdırlar; böylesine ‘büyük ve kutsal dava (!)’ söz konusu iken usule takılıp kalınmaz. Bu manada usulsüzlük yolsuzluk olmaktan çıkar, büyük davanın itici gücü ve kolaylaştırıcı rolü oynar. Usulsüzlük usul olur” dedi.

Ali Bulaç’ın Zaman gazetesinde “Usulsüzlük ve yolsuzluk!” başlığıyla yayımlanan (29 Aralık 2014) yazısı şöyle:

 

Usulsüzlük ve yolsuzluk!

 

J.J. Senturia, yolsuzluğu “Yasal olmayan ve yöneticilere çıkar sağlamayı amaçlayan eylemlerin tümü” şeklinde tarif eder.

Bence “yasa” ile meşruiyetin formu olan “hukuk”u ayırmak gerekir. Hukukun esasını Münzel Şeriat teşkil eder; temiz fıtrat ve selim aklın mutabakatı olan hükümler de Münzel olanla çatışmıyorsa hukuk kabul edilir. İnsanlar, hukuka aykırı bir dizi yasa yapabilir veya yasaları hukuka aykırı işletebilirler.

Hukukun neden Münzel Şeriat'e aykırı olmaması gerektiği konusunun tipik örneği “yolsuzluk”un akıl tarafından kabul edilebilir, savunulabilir forma sokulabilmesidir. Bu işlemde yolsuzluk “akli” görülür, ancak Hukuk açısından gayrı meşrudur. Katip Çelebi, rüşveti a) Alınması ve verilmesi yasak olanlar, b) Alınması yasak olanlar olmak üzere ikiye ayırır. Ona göre ikinci sınıfa giren rüşvet, zararı önlemesi durumunda onaylanır. Katip Çelebi “zararı def'eden rüşveti”, “faydayı celbeden rüşvet”e tercih eder; çünkü söz konusu rüşvet zararı giderir. Modern zamanlarda da yolsuzluk olgusunun büsbütün kötü olmadığını söyleyenler, bunun ekonomik gelişmeyi, kalkınmayı ve büyümeyi kolaylaştırıcı rol oynadığını savunurlar. Spiro ve Weiner'e göre rüşvet olayı başlangıçta görüldüğü kadar tahripkâr değildir; yönetim kadrosuna “takdir yetkisi ve işlerinde esneklik” kazandırır. Bu tezi savunanlar, işlerin yürütülmesini düzenleyecek olan mevzuatın çoğu zaman saçma hükümler, ağır ve gereksiz şartlar ihtiva etmesini yolsuzluğa gerekçe gösterirler. Mevzuatın şartlarını dürüstçe yerine getirmek neredeyse mümkün değildir. Bu da bizi “yolsuzluk” ile “usulsüzlük” arasındaki ilişkideki probleme götürür. Sorun şudur: Usule tam olarak riayet edildiğinde “büyük ve önemli işler” yapılamıyorsa, o zaman usulleri aşıp öncelikli olan “büyüme”yi öne alabilir miyiz? Deniz Feneri olayı dolayısıyla, muhtemelen mevzuatın saçma, hantal ve engelleyici fonksiyonlarından hareketle “usulsüzlük yolsuzluk değildir” diye bir görüş öne sürülmüştü.

Bu çerçevede yolsuzluğa karışan, “hakkı olan şeyi aldığı”nı düşünür. Yoksa hakkından mahrum kalacak. Rüşvet cürümdür (suç ve günah). Ortada yasal olarak “suç” olabilir, kılıfına uygun işlem yapılmışsa, geriye cürmün “günah” kısmı kalır ki, bunu da veren değil, rüşveti alan düşünsün. Yolsuzluğu savunanlar, rutin işlerin aksamasındansa, yolsuzluğun iki kötülükten en az zararlının (ehven-i şer) tercih edilebileceğini söylemektedirler. Şu var ki, Hz. Peygamber, bu ayrımı dikkate almadan “Rüşvet alan da, veren de ateştedir (veya lanetlidir)” (Taberani, el-Mu'cemu'l-Evsat, No: 2047) buyurmuştur. Hadis mutlaktır. Bunun sebebi rüşvet ve yolsuzluğun tolere edilmesi durumunda toplumu ahlaken çökerteceği ve esasında karıştığı her işlemin artırdığı maliyeti kamuya çıkaracağı kesin olduğu içindir. Mesela yapılan hesaplara göre “17/25 Aralık yolsuzluğu”nun kişi başına maliyeti 3.273 TL'dir. Çöken ahlakla beraber dürüst memur ve yönetici cezalandırılmakta, bu ise rejimi ve yönetimi yozlaştırmaktadır. Rüşvetle işini halleden toplum, yöneticilere saygı duymaz, siyasete ve hukuka inancını kaybeder, “Bu böyle gelmiş, böyle gidecek” deyip cürüm ve ahlaksızlığı kaderi görür.

Peki, “dindar yönetici ve siyasetçi” nasıl oluyor da yolsuzluğu kendi iç dünyasında meşrulaştırabiliyor? Burada “dindar yönetici” ile “laik/seküler yönetici” aynı moddadırlar. İkisinin kanaati şudur: “Mevzuat hayli ağırdır, önemli işlerin yürümesi için mevzuat ihmal edilebilir.” Yani usulsüzlük yapılabilir. Fakat bu noktadan sonra dindar yönetici laikten ayrılır. Dindar yöneticinin “büyük davası” vardır. Eğer kalkınmacı, modernleşmeci ise iktisadi büyümeye iman etmiş demektir. Düşüncesine göre Müslümanlar pastayı büyütmeli, büyük güç sahibi olmalıdırlar; böylesine “büyük ve kutsal dava (!)” söz konusu iken usule takılıp kalınmaz. Bu manada usulsüzlük yolsuzluk olmaktan çıkar, büyük davanın itici gücü ve kolaylaştırıcı rolü oynar. Usulsüzlük usul olur. Böylece yolsuzluk aklileştirme (rasyonalize etme) yoluyla meşrulaşır, kitabına uydurulmuş olur. Çare, yolsuzluğa kapı aralamayan doğru usuller vaz'etmektir. Doğru ve esnek usul vaz'etmiyorsa yönetici ve siyasetçi samimi değildir, yolsuzluktan kendisi de memnundur. Dindarı yolsuzluğa sevk eden başka sebepler de var.