Akit yazarı Abdurrahman Dilipak, 23 Haziran'daki İstanbul seçimine yönelik AKP'nin 3 siyaset tarzını yazdı. Kendisinin durduğu yeri "En az itibar gören, hatta bazıları tarafında yanlış anlaşılan, hoş karşılanmayan duruş" olarak tanımlayan Dilipak, "Seçim havası dağılınca umarım birileri aklını başına toplar' dedim ama sonuç ortada" ifadesini kullandı.
Dilipak'ın "3 tarzı siyaset" başlığıyla yayımlanan yazısının bir bölümü şöyle:
Hayır, Osmanlı’nın son dönemindeki, İslamlaşmak, Türkleşmek, Muasırlaşmak/Batılılaşmak tercihlerini ifade eden 3 tarzı siyasetten söz etmeyeceğim. Şu son İstanbul seçimine yönelik, “AK Parti’nin 3 tarzı siyasetinden” söz edeceğim. Biri benim durduğum yer. En az itibar gören, hatta bazıları tarafında yanlış anlaşılan, hoş karşılanmayan duruş.
Benim tercihim çok açık ve net: Biz Allah’ın rızasını gözeteceğiz, adil olacağız, dürüst olacağız ve Allah’ın yardımının bize ulaşmasını engelleyen söz ve fiillerde, bu anlamda kirli kişilerden uzak duracağız. O zaman Allah’ın yardımı bize ulaşacak. Bu ahiretimiz ve dünyamız için en doğru olandır. Sonuç ne olursa olsun, rızaya uygun olan budur. Hatta sonuç bizim istediğimiz yönde tecelli etmese bile! Bize hayır gibi gelen şeylerde şer olabileceği gibi, biz şer gibi gelen şeylerde Allah hayır murat etmiş olabilir.
Arif, münevver, gönül ehli Erzurumlu İbrahim’e gönderme yaptım hatta: “Hak şerleri hayreyler, sen sanma ki gayreyler, arif anı seyreyler, görelim Mevlam neyler, neylerse güzel eyler” dedim.
“Değişmesi gereken biziz” dedim, başımızdakilerden önce! “Biz kendimizi değiştirmedikçe, Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecektir” dedim.
Fatiha da, günde 4 kez demiyor muyuz: “Allah’ım bize Hakkı Hak, batılı batıl göster, Hakta toplanmamızı nasib et” diyoruz.
“Karanlık aydınlığın yokluğudur” dedim. “Işık gelince karanlık yok olur” dedim! “Kimse Tanrıyı kıyamete zorlayamaz, iktidara da zorlayamaz!” dedim.
Ben “içimize bakalım” dedim. “Allah’ın kolaylaştırdığından daha kolay, zorlaştırdığından daha zor bir iş yoktur” dedim. “Eğer biz Allah’ın ipine sarılırsak kuyudaki Yusuf’u Mısır’a sultan eden Allah bizi yeryüzünün varisi kılmak ister” dedim. Değilse Allah da bizim ipimizi bırakır ve o kendilerine benzediğimiz, sessiz kaldığımız, işbirliği yaptığımız “zalimleri başımıza musallat eder” dedim. Allah cahil ve zalimlere yardım etmez, “Zalimlere yardım etmeyin, sonra ateş size de dokunur” denmedi mi!
Dedim de dedim. Ben kendi bildiğimi okudum, herkes de kendi bildiğini okudu. Bu dünyada yapıp yapmadıklarımızı, söyleyip söylemediklerimizi gören, duyan, bilen, hüküm sahibi bir Allah var.
Ben, “haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalimlere karşı duralım. Zalim babamız da olsa, mazlum düşmanımız da olsa, rüşvet ve torpil gibi pisliklerden nefsimizi arındıralım” dedim. Hâlâ da bu fikirdeyim. Bunun bütün zamanlar, bütün mekanlar ve herkes için en doğru tercih olduğunu düşünenlerdenim. Ben bu anlamda görüldüğü gibi “Müslümancı” bile değilim.
Bir başka grubun siyaset yapma şekli çok farklı idi. Gayeye giden her yol meşru idi sanki. Karşı tarafın yaptıkları, söylediklerine odaklanarak onun kişisel ve örgütsel ilişkileri, dayandığı kavram ve kurumları hedef alan suçları, günahları ve zaafları üzerinden vurmak için her yolu denediler.
Troller, Media’daki bazı profiller için tek tercih buydu. AK Parti kendi gücü ile değil, CHP, İmamoğlu karşıtlığı üzerinden başarıya ulaşabilirdi. Özeleştiri bunlar için nerede ise ihanetle eş anlamlı idi. En hafifinden zamanı değildi. Bizimkilerin ayıplarını örtmeli, ötekilerin ne ayıbı varsa ortaya dökmeliydik. CHP ne kadar kaybederse biz o kadar kazanmış olacaktık.
Aslında matematik olarak doğru gibi gözükse de, bana rıza, ilahi adalet açısından bu yol doğru gelmiyordu. Bu şekilde adil olamazdık. “El emin” olamazdık. Bunun için adil şahidler olmalıydık. Bu anlamda gerekirse celladımızın bile hakkını savunabilmeliydik. Çünkü Allah öyle buyurdu: “Bir kavme olan düşmanlığınız sizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmesin.”
Bunlar benden uzak dursun, ben de onlardan.
3. Grub, “şimdiye kadar neler yaptık, ettik, şimdi bizi bırakıp, onlara mı gideceksiniz” diyen grub. Yaptıkları ile övünüyorlar ve yapacaklarını sıralıyorlar.. “Daha önce yaptık, yine yaparız” diyenler. “Bana güven gerisini merak etme sen” diyenler..
Ben bu iddiaya da uzak durdum. Hz. Ali’yi örnek verdim, Hz. Nuh’u, Hz. Lut’u, Hz. Yusuf’u, Talut-Calud olayını, Hz. Yunus’u, Hz. Eyyub’u örnek verdim. “Gökyüzünün hazinelerinin anahtarı kimsenin elinde değil” dedim, Allah’tan başka, Peygamberlerin de kurtarıcı gücü yok. Peygamberler kurtuluşa çağırır dedim. Allah’ın lütfu, ikramını kendinizden zannederek kibirlenirseniz, “Veren Allah alır da” dedim. “Allah bizi mallarımız, canlarımız, sevdiklerimizle kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan edecektir” dedim.
Hz. Yusuf’un 7 yıl bolluk, 7 yıl kıtlıkla imtihanını misal verdim. Hz. Ali’yi misal verdim. Belam’ı hatırlattım. İktidar aşkı ve sevdası, kaybetme korkusu ile bu ilahi ikazlar bile rahatsız etti birilerini.
Onlar çoğunluktaydı. Hatta “İslamcıların oyu AK Parti’de %5” diye dalgalarını da geçiyorlardı. Hatta beni kınadılar da. Ben de “kınayanların kınamalarına aldırmadan” yoluma devam ettim. İnşallah biz bu yoldan ayrılmayalım. “Allah’ın hükmüne razı olmayıp, Onu yalanlamaya kalkanlardan uzaklaşalım.” “İçimizdeki “ağaç kurtları”na karşı dikkatli olalım.” Ama sesimi duyuramadım birilerine. Duymak istemeyince duymuyor işte birileri.
Son iki kesim, birbirlerinin yöntemlerinden istifade ettiler. Şöyle ki, kimi yaptıklarını anlatmaya ağırlık ve öncelik verdi, kimi ötekinin açığını yakalamaya.
“Seçim havası dağılınca umarım birileri aklını başına toplar” dedim ama sonuç ortada. AK Parti’nin içindeki o selim akıl sahipleri, “Yeşil Kemalistler”, “Yeşil Feministler”, “Yeşil Kapitalistler” içindeki işbirlikçilere meydanı bırakmazlar. Artık yeşilin her tonu var. Yeşil sosyalistler bile.. İktidar, makam ve servet özlemleri, Rıza ve Cennet özlemlerinin önüne geçmiş olanların, sapkınları, Allah’a, Resulüne ve kitabına savaş açanların, İslam’a “irtica”, Müslümanlara “mürteci” diyenlerin, helale haram katanların, dini ve siyaseti metalaştıranları vay haline!
Benim için her gün, her iş, hayatın bütün alanları bir imtihandır, bir seçimdir. Ben de yanılabilirim ama aradığım şey Rıza’dan başka bir şey değil! Keşke her işe başlarken, taşlanmış Şeytan’ın şerrinden nefsimizi arındırarak, Allah’ın adı ile ve O’nun rızasının tecellisinin vesilesi olmak gibi bir yaratılış gayesine uygun davranabilsek!. Allahım beni bu ikrarımla haşret! Bilmem derdimi anlatabiliyor muyum, “dili yok kalbimin ondan ne kadar bizârım.” Selâm ve dua ile.