Gündem

'Digiturk de diğer kanallar gibi satılabilir'

Cumhuriyet konuk yazarı Nuri Çolakoğlu: Hangi TV’nin sahibi kim, pek bilinmiyor ya da pek âlâ biliniyor ama bilip de bilmezden geliniyor

19 Temmuz 2015 17:17

Digitürk’ün Katarlı Al-Jazeera bünyesindeki BeIN Media Group’a satılmasını Cumhuriyet'te kaleme aldığı yazıyla değerlendiren Nuri Çolakoğlu, “RTÜK’ün 1994’te 3984 sayılı kanunla kuruluşundan beri en çok tartışılan ve en sakat uygulamalara konu olan bir noktadır TV’lerin sahipliği. Yasanın TBMM tarafından ilk kabul edilen halinde iki önemli sınırlama vardı. Kimse bir TV yayın kuruluşunda yüzde 20’den fazla hisse sahibi olamaz. TV’nin ortağı olan, devletle akçalı iş yapamaz. Yasa bu hali ile çıktı. Fakat Türk’ün yaratıcılığının önüne kimsecikler geçemeyeceği için hemen çözüm bulundu: Şirket çalışanları ortak edilerek şirketler kuruldu. Üstelik şirket kurulurken herkesin elinden, “bu şirketi falan filana (genellikle parayı veren patrona) sattıklarına” dair tarihsiz bir yazı alıp onu da kasaya kilitledin mi mesele çözülüyordu” dedi.

1990’dan sonra çeşitli TV kanallarının kuruluşunda yer alan Çolakoğlu, “Son üç yıl içinde TV sahipliklerinde meydana gelen değişiklikler kalın bir sis perdesinin gerisinde. Hangi TV’nin sahibi kim, pek bilinmiyor ya da pek âlâ biliniyor ama “tecâhül-i ârifâne ile” (bilip de bilmezden gelinerek) durum idare ediliyor” görüşünü dile getirdi.

Nuri Çolakoğlu'nun Cumhuriyet gazetesinin bugünkü (19 Temmuz 2015) nüshasında yayımlanan, “Digiturk de diğer kanallar gibi satılabilir” başlıklı haberi şöyle:

Hangi TV’nin sahibi kim, pek bilinmiyor ya da pek âlâ biliniyor ama “tecâhül-i ârifâne ile” (bilip de bilmezden gelinerek) durum idare ediliyor.

Digiturk’ün, Al Jazeera’nın da dahil olduğu Katarlı beIN medya grubuna satıldığı haberi üzerine bizim medyada bir heyecan oldu. Yasanın açık hükmüne rağmen, kendi kanallarını da kurabilecek bir yabancı kuruluşa Türkiye’nin iki dijital platformlarından birini nasıl satılabilir diye bir tartışmadır gidiyor. (Satışın nasıl yapıldığı, kimin sattığı, kaça sattığı, usulüne uygun mu, değil mi konularına hiç girmiyorum. Onlar “bahs-i diğer” yani ayrı bir tartışma konusu. Olay biraz daha aydınlansın ona da gireriz.) 
Benim burada üzerinde durmak istediğim, TV’lerin sahipliği konusu. RTÜK’ün 1994’te 3984 sayılı kanunla kuruluşundan beri en çok tartışılan ve en sakat uygulamalara konu olan bir noktadır TV’lerin sahipliği. Yasanın TBMM tarafından ilk kabul edilen halinde iki önemli sınırlama vardı. 
Kimse bir TV yayın kuruluşunda yüzde 20’den fazla hisse sahibi olamaz. 
TV’nin ortağı olan, devletle akçalı iş yapamaz. 
Türkiye gibi gerçekten ikiden fazla ortağı olan 10 yıldan eski şirketlerin sayısının iki elin parmaklarını geçmediği, hadi moda deyimi kullanalım “ortaklığın fıtratında bulunmadığı” bir toplumda TV gibi çok cazip kuruluşta en azından beş kişinin bir araya gelip aynı sesi çıkarmasının imkânsızlığı ilk bakışta görünüyordu. Ama yasa bu hali ile çıktı. Fakat Türk’ün yaratıcılığının önüne kimsecikler geçemeyeceği için hemen çözüm bulundu: Şirket çalışanları ortak edilerek şirketler kuruldu. Üstelik şirket kurulurken herkesin elinden, “bu şirketi falan filana (genellikle parayı veren patrona) sattıklarına” dair tarihsiz bir yazı alıp onu da kasaya kilitledin mi mesele çözülüyordu. 
Hadi ortaklığı boş ver, bir şekilde hallettin diyelim, devletle akçalı iş yapamama kuralı polise akaryakıt satandan, tapuya kırtasiye verene; bankacıdan müteahhide kadar herkesi saf dışı ediyor, meydanı sadece kara para aklayanlar gibi gelirinin kaynağı belirsiz kişilere bırakıyordu. 
Onun için hileyi şeriye yoluna başvuruldu. Beş kişi bulundu, imzalar attırıldı. TV’ler kuruldu. Ama bunun sakat iş olduğu ortaya çıktı, ortalığı sahibi belirsiz TV’ler sardı. Sonunda bunun adam edilmesi için patronuyla, profesyoneliyle, tüm TV yayıncılarının çabasıyla RTÜK yasasında değişikliğe gidildi, bu saçma hükümler kaldırıldı. Ama bu defa da Cumhurbaşkanı Sayın Sezen bu maddeyi Anayasa Mahkemesi’ne götürdü. 
Bu satırların yazarı da Anayasa Mahkemesi’ne uzman tanık sıfatıyla ifade verdi ve bir ricada bulundu: “Lütfen RTÜK’ten yazılı olarak TV’lerin sahiplerinin adlarını bildirmesini isteyin ve Sayın Cumhurbaşkanı’na TV’lerin kuruluş yıldönümlerinde kime kutlama mesajı gönderdiğini sorun. İki liste birbirini tutuyorsa benim diyecek bir lafım yok.” Zapta geçe bu ricanın arkası ne oldu bilmiyorum ama Sayın Beşir Atalay’ın Başbakan Yardımcısı olduğu dönemde ciddi bir çalışma ile RTÜK yasasını bir nebze olsun gerçek hayata yaklaştıracak bazı değişiklik önerileri kaleme alındı. Bu öneriler komisyon komisyon gezip, siyasi pazarlıklara konu olduktan sonra yasa şimdiki halini aldı. 
Ama sahiplik maddesi oldukça akılcı bir şekilde düzenlenmesine rağmen hâlâ en baştaki hileyi şeriye yolu kapanmış değildi. Nitekim Fox TV’nin News International yani Rupert Murdoch’a ait olduğunu dünya âlem biliyor, ama kâğıt üstünde durumu hiç de öyle değil. Aynı şekilde son üç yıl içinde TV sahipliklerinde meydana gelen değişiklikler kalın bir sis perdesinin gerisinde. Hangi TV’nin sahibi kim, pek bilinmiyor ya da pek âlâ biliniyor ama “tecâhül-i ârifâne ile” (bilip de bilmezden gelinerek) durum idare ediliyor.
Yani demem o ki, Digiturk de bu şekilde el değiştirir, kimsecikler de bir şey diyemez. Ta ki RTÜK, yasanın 8. maddesinin (ı) bendinde anılan “tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk”, “toplumda özgürce kanaat oluşumuna engel olmamak”, “haberleri soruşturmaksızın veya doğruluğundan emin olmadan yayınlamamak” gibi bu mesleğin en temel kurallarına uyulmasını gerçekten denetler hale gelene kadar... Herkes bu kanalları bir şekilde alır da satar da... 
* Televizyon Yayıncıları Derneği’nin ilk 10 yıl başkanlığını yapan Çolakoğlu, Show TV, NTV, Cine 5 ve Fenerbahçe TV’nin kuruluşunda görev almıştır.