Hakan Özyıldız*
Son aylarda bana en çok sorulan soru; Hazine’nin (devletin) özel sektörün dış borcundan ne kadar sorumlu olduğu. Soranların büyük bölümü öğrencilerim.
Önce rakamları hatırlatayım, sonra konuyu açıklamaya çalışayım. Aşağıdaki grafikten de görüldüğü gibi, sermaye hareketlerinin (kambiyo rejiminin) serbestleştirildiği 1989 yılında reel sektörün dış borç stoku 2,7 milyar dolardı. Finansal sektörünki ise 4 milyar dolar kadardı. 2001 Kriz yılında reel sektörün dış borcu 30,3 milyar dolara, finansal sektörünki 12,8 milyar dolara çıkmıştı. 2017 yılı sonunda bu rakamlar sırasıyla 159 milyar dolar ve 179,3 milyar dolara ulaştı.
1989’de 6,7 milyar dolar özel sektör dış stoku, geçen yılın sonunda 338,2 milyar doları aştı. Buna karşılık kamunun dış borç stoku, 2017 yılsonu itibariyle, sadece 90 milyar dolar.
Şimdi gelelim girişteki sorunun cevabına.
Önce bir mizansenle başlayayım.
Şöyle bir şey düşünün. Son zamanlarda çocuğunuzun harcamalarındaki artış dikkatinizden kaçmıyor. Borçlanmaya başlıyor. Birkaç kez uyarıyorsunuz. Ama o durmuyor, borçlanmaya devam ediyor. Aradan bir süre geçtikten sonra, bir gün gecenin geç saatinde evinizin kapısı çalınıyor. Tereddüt ederek açıyorsunuz. Karşınızdaki, 190 cm boyunda, kirli sakallı, ceketinin altından belindeki tabancanın kabzası görünen “şahsiyet!” size çocuğunuzun adını veriyor. Kendilerine 2 bin dolar borcu olduğunu, zamanında ödemediğini söylüyor. Ödemezse sonuçlarına katlanacağını sert bir şekilde ifade ediyor. Cevabınız, “Çocuğum 18 yaşını geçti. Eylemlerinden kendisi sorumludur. Onunla konuşun.” şeklinde mi olur? Yoksa baba/anne olarak evladınıza her türlü yardıma hazır olduğunuzu mu söylersiniz?
Cevap basit. Ekonomi krize girince devlet, genellikle ikinci yolu tercih ediyor. Etmek zorunda kalıyor.
Konuyu iki örnekle açayım. Birinci örnek Ankara metrosu için Japonya’dan alınan tahvil borcudur. 1994 yılında yeni seçilen belediye başkanı, kendisinden önceki yönetimin, Hazine garantisi olmadan aldığı dış borcu kabul etmeyerek, ödemeyeceğini söyledi. O yıl kriz patlamış ve kamunun dış borç ihtiyacı zirve yapmıştı. Hazine yönetimi tahvil ihracı için Tokyo’ya gittiğinde, Japonlar önce Ankara Belediyesi’nin ödenmeyen borcunu hatırlattılar. Bütçe kanununa konulan bir madde ile bu borç Hazine tarafından ödendi.
İkinci örnek Kasım 2000 Krizi sırasında yaşandı. Demirbank ve diğerlerinin TMSF kapsamına alındığı günlerdi. Henüz 2001 Krizi yaşanmamıştı. Ama Türkiye’deki bankaların bazılarının sorunlu olduğunu düşünen yurt dışı piyasalardaki büyük oyuncular, verdikleri kredileri tahsil edemeyeceklerini düşünmeye başladılar. Piyasalar kilitlendi. Soruna çare bulmak için, dönemin Başbakanı tarafından 6 Aralık 2000 yapılan açıklamada, “bankacılık sektörüne açılan kredilerin de hükümetin güvencesi altında olduğu” belirtildi. Diğer bir deyimle “bankaların pasiflerinde bulunan …yurt dışından sağlanan fonların bu kapsamda” olduğu açıklandı. Bir anlamda “bankaların dış borçlarına örtülü bir garanti” verilmiş oldu.
Ardından piyasalar Şubat 2001 Krizine kadar normale döndü.
Özetlersek, işler normal giderken sorumluluk, dış borç alan şirket veya bankanındır. Batan kredi olursa idari ve kanuni takibe alırlar, sonunda muhasebe kayıtlarını düzeltirler. Banka için konu kapanır. Ancak sorun birkaç şirketten ekonomiye yayılır ve dış borç geri ödemesi bir makro sorun haline gelirse işler değişir. Dert artık sektörün değil ekonominin sorunudur. Çözüm de makro düzeyde olacaktır. Yani işler çok büyüyünce, devlet ister istemez devreye girmek zorunda kalacaktır.
Sakın o günler eskidendi, geçti diye düşünmeyin. Akılcı olunmaz, gerekli önlemler zamanında alınmazsa, teorik olarak, istenmeyen şeylerin yaşanması her zaman olasıdır.
Unutmayalım ki bu ülkenin çok uzak olmayan tarihinde kapitülasyonlar, Balta Limanı Anlaşması, Muharrem Kararnamesi, Duyunu Umumiye deneyimleri var. Evet o zamanki borçlar devletin borcuydu. Ama bu olaylar bize, borç verenlerin zamanı gelince neler yapabileceğinin örneğidir.