Gündem

'Devlet öcalanla hep görüştü'

Geçen hafta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Azerbaycan yolunda “Devlet, terörü bitirmek için her yolu dener.

24 Ağustos 2010 03:00
T24 - Erdoğan, dün siyaset meydanında PKK ile pazarlık yapıldı iddialarına 'hükümet değil, devlet görüşür' şeklinde yeni bir yanıt verdi. PKK lideri Öcalan ile hangi şartlar altında ve hangi sözler karşılığında anlaşma yapıldığı ise gizliliğini korumaya devam ediyor.


Devlet Öcalan’la hep görüştü...

Hükümetin İmralı’da Abdullah Öcalan’la görüştüğü iddiası, PKK ateşkes ilan edeli beri seçim meydanlarının en hararetli kavga konusu. 

Geçen hafta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Azerbaycan yolunda “Devlet, terörü bitirmek için her yolu dener. Devlet, terörle masaya oturmaz ama kurumları vardır’’ açıklamasının ardından Başbakan’a en yakın isimlerden Yalçın Akdoğan’ın bu hafta “Elbette devletin kuruluşlarının cezaevinde kalan bir mahkûmla ister istemez diyaloğu olacaktır” sözü, tartışmalara yepyeni bir boyut kattı. 

Buna Öcalan’ın üst üste yaptığı ateşkes çağrısı ve BDP’nin referandumdaki boykot kararını yumuşatması yolundaki telkini de eklenince, kamuoyu iyice meraklanır oldu: Devletin hangi kuruluşu, ne zaman Öcalan’la görüştü? 24 Ağustos 2010 tarihli Milliyet gazetesinde yer alan Aslı Aydıntaşbaş'ın yazısı:


Öcalan'ın öcü... 

Gerçek şu ki Öcalan, tutuklandığından bu yana farklı dönemlerde devletin güvenlik ve istihbarat birimleri, İmralı’da Abdullah Öcalan’la görüştü. Hem dolaylı hem de doğrudan. Yakalandığı 1999’da askeri istihbarat kanadının yürüttüğü bu kısıtlı diyalog, 2005’ten itibaren PKK’nın dağdan inme projesini geliştiren MİT tarafından sağlandı. 

Bunda şaşılacak bir şey yok. İstihbarat kurumlarının bir görevi de, devletin resmi olarak muhatap almak istemediği kanallara ulaşabilmektir. Bu kâh El-Kaide olur, kâh mafya, yabancı bir istihbarat kuruluşu ya da PKK... 

Son yıllarda gerçekleşen görüşmelerin bazılarını, birinci elden muhataplarından dinledim, bazılarını kulislerden izledim. Bu temaslarda devletin güvenlik bürokrasisi açısından kritik iki unsur vardı: 

* Birincisi Öcalan’ın PKK içinde eriyen operasyonel gücüne rağmen, kitleler üzerinde hâlâ etkisi var. Bu devlet açısından bir fırsat olarak değerlendirildi. Halihazırda PKK, Öcalan, Kandil ve Avrupa olarak 3 farklı güç odağından oluşuyor. Ancak Öcalan’ın simgesel bir değeri, sözünün bir kıymeti var. 2006’da İmralı mahkûmuyla başlayan diyalog, 2009’da PKK’yı silah bırakmaya ikna amacına taşıyan açılımın da habercisiydi. 

* Devletin başvurduğu psikolog ve psikiyatristler, Öcalan’ın irrasyonel ve deli olmadığını tescil etti. Öyle olsaydı görüşmenin anlamı olmazdı ancak PKK lideri, kendisine atfedilen narsizm gibi sıfatlar ve paranoyak özelliklerine rağmen rasyonel bir aktör.  


Plan gerçekleşmedi 

Bu düşüncelerle başlayan PKK’yı dağdan indirme projesinin ilk adımı, Öcalan’la temastı. Uzunca bir süreden sonra ilk ziyaretçi, dönemin MİT müsteşar yardımcısı oldu.
2006 yılındaki görüşmelerin arka planında ise, PKK’nın düz ovada siyaset karşılığı silah bırakmasıydı. (O dönem gerçekleşemeyen bu plan, bu tarihten 3 yıl sonra “açılım” olarak başlayacak, ancak Habur’da kamuoyu tepkisiyle sekteye uğrayacaktır.) Kulislere yansıyan bilgiye göre Öcalan, karşısındaki üst düzey yetkiliden bu planı dinlerken, “Peki benim durumum ne olacak?” diye sordu. 

Öcalan’a herhangi bir umut ya da garanti verilmedi; ancak PKK’nın ateşkes ve silahsızlanma süreci için ağırlığını koyması istendi. İlerde PKK’nın silahı bırakması durumunda üçüncü bir ülkeye gidecek 150 kişilik PKK komuta kademesi dışında suç işlememiş militanlara yönelik bir af olabileceği, ancak kendisinin böyle bir aftan yararlanmasının zor olduğu dile getirildi.
2006 sonundan itibaren yükselen asker-sivil gerilimi, “PKK’nın dağdan inmesi” projesinin fiili olarak rafa kalkması anlamına geldi. 

2007 Mart’ında Öcalan’ın zehirlendiği söylentisi, PKK’yı destekleyen tabanda yepyeni bir aktivizm dalgası başlatmıştı. DTP, toplumu geren mitingler düzenliyor, toplumda yükselen tansiyon çeşitli illerde ilk kez Türk-Kürt kavgasını gündeme getiriyordu. Üstelik örgütte Avrupa ve Kandil arasındaki bazı sıkıntılar başlamıştı; bu yüzden Öcalan bir kez daha merkezi bir rol oynuyordu. 


Sıradan değil 

Ancak Öcalan’ın avukatlarıyla görüştürülmemesi, zehirlendiği kuşkusu, koğuşuna bakan özel harekât kökenli gardiyanlarla sürekli gerilim yaşaması (‘Çayımı soğuk ve dökerek getiriyorlar’) ve koğuştaki yatağının yırtık oluşu, PKK liderinin devlete olan güvensizliğini körüklüyordu. 

O dönemde yapılan bir başka üst düzey temasta, Öcalan sıkıntılarını dile getirdi. Güvenlik birimleri meseleye mantıklı yaklaşıyorlardı: Örgüt o kadar Öcalan odaklı hale gelmişti ki, PKK liderinin tutukluluk koşullarındaki ufak bir iyileşmeyle bile PKK’nın ateşkese yönlendirilmesi konusunda ciddi bir sonuç elde edilebilirdi. 

Bu sıkıntılar, devletin en üst seviyesine kadar taşındı. Ancak hem dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt hem de Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Öcalan’ın rolüne sıcak bakmıyordu. Sezer’in bir yetkiliye “O da sıradan bir mahkûm. Neden Türkiye’deki diğer mahkûmlardan farklı bir muamele görsün” dediği biliniyor.

Oysa Öcalan sıradan bir mahkûm değildi. 

Sonunda Öcalan’ın tutukluluk koşullarındaki ufak iyileşmeler ve avukatlarıyla düzenli görüşme imkânı sağlandı. Bu esnada Türkiye tek bir silah atılmadan 2007 seçimlerini atlatıp 2009’a kadar gelmişti. 

2008 sonundan itibaren PKK’yı dağdan indirme projesi yeniden gündeme gelmeye başladı. Artık Abdullah Gül Cumhurbaşkanı, İlker Başbuğ Genelkurmay Başkanı’ydı. Devletin en tepe noktalarında yapılan tahlillerde, PKK’nın sadece askeri yöntemlerle bitmeyeceği tezi, asker dahil tüm taraflarca kabul görmeye başladı. 


Hassas dengeler

Açılım sürecinde de zaman zaman Öcalan’la temas oldu. Öcalan’ın açılımda yapıcı rol oynaması, en azından sabote etmemesi gerekiyordu. Devlet, Kandil, Avrupa ve Öcalan arasında doğrudan ve dolaylı temaslarla hassas bir denge kurdu. Nefes kesen görüşmeler yaşandı. Yapılanlar kanın durması, PKK’nın silah bırakması içindi.

Habur’dan gelişler öncesinde de nihai onayı Öcalan verdi. Bunda şaşılacak bir şey yoktu, çünkü PKK’ya destek veren kitle üzerinde en önemli etkiye Öcalan sahipti. Avrupa ve Kandil arasında da denge oluşturuyordu. 

Ancak DTP’lilerin (biraz da ne yaptıklarının farkında olmayarak) Habur’u bir siyasi şova dönüştürecekleri ve bunun Türk kamuoyu üzerindeki etkisi hesaba katılmamıştı. Gerçi Habur öncesi Avrupa’daki PKK kanallarından devletin güvenlik birimlerine bu konuda bir uyarı gelmişti; “Habur’da bir yığılma olabilir.” Ancak açılım sürecinin hem medyada hem de Güneydoğu’da yarattığı iyimser atmosfer nedeniyle gelen bu istihbarat dikkate alınmadı. 


Görüşmeli mi? 

Yukarıda anlattığım, AK Parti Hükümeti değil, Türkiye Cumhuriyeti devletinin elindeki bir mahkûmla yaptığı temaslardan bir bölümüdür. Türkiye’nin en temel meselesini çözmek için atılmış rasyonel adımlardır. Sadece Türkiye değil, hangi devlet olsa bu adımları atar, bu fırsatı değerlendirirdi. 

Mesele Öcalan’la görüşüp görüşmemek değil; ne görüşüldüğü. Görüşmeler bir al-ver üzerine kurulu pazarlıktan ziyade, Öcalan üzerinden PKK’nın ateşkes ilanı ya da silahı bırakmasına yönelikti. Öcalan’a herhangi bir özgürlük perspektifi verilmedi. 

Ayrıca Öcalan bu diyaloğa karşın hiçbir zaman gerçek anlamda muhatap alındığı hissini tatmadı. Hep şikâyet etti. Çünkü istediği, bundan çok daha fazlasıydı.