Depremin üzerinden artık 24 saat geçmiş ve ikinci gün başlamıştı. Biz de Adıyaman’dan almamız gereken görüntüleri ve röportajları alıp hızlıca depremin merkez üssü olan Pazarcık ilçesine ve çok kötü haberlerin geldiği Kahramanmaraş’a gitmek için yola çıktık. Saat sabaha karşı saat 05:00’da Pazarcık ilçesine geldiğimizde, ortalık henüz aydınlanıyordu. Kameraman arkadaşım İdris Yılmaz ile beraber hiç uyumadığımız için birkaç saat arabanın içerisinde dinlendikten sonra çalışmaya karar verdik. Uyku ile uyanıklık arasında geçen o 2 saat içerisinde en az 20 ama şiddetli artçı sarsıntı arabayı sallamış ve geçen süre içerisinde de gecenin karanlığı kendisini gündüzün aydınlığına bırakmıştı.
Pazarcık ilçe merkezi Adıyaman’da olduğu kadar ağır bir darbe almamış gibiydi. Yapıların 3 – 5 katlı olması sebebiyle enkaza dönmüş bina sayısı Adıyaman’a göre daha azdı. Ama ilçede bulunan binaların neredeyse tamamı hasarlı ve artık içine girilemeyecek durumdaydı.
Hayatta kalan depremzedeler için en büyük sorun da hasarlı olan evlerine girememek değildi. En öncellikle su ve yiyeceğe ihtiyaçları vardı. Depremin ilk 3 günü de tüm deprem bölgesinde büyük bir su ve gıda krizi altında geçti zaten. Daha sonraki günlerde tırlarla gelen gıda yardımları sayesinde bu sorun nispeten kontrol altına alındı ama bugün bile bu koordinasyonsuzluk nedeniyle sorun hala devam ediyor ve kendisini çadır krizi olarak güncellemiş durumda.
Biz de Pazarcık ilçesine, bu sorunların en tepe noktası olduğu ikinci gün ulaşmıştık. Nitekim soğuktan korunmak için üzerine giydiği sarı yağmurluğu, kucağında tuttuğu dünyalar tatlısı ve en fazla 5 yaşında olan kız çocuğuyla yanımıza gelen depremzede Pazarcık Belediyesinden şikâyet ederken yaşanan sorunun gerçekliğini şöyle ifade ediyordu; “2 gündür ağzımıza bir damla su girmedi. Belediyeye gittim orada her şey vardı. Çiğ köfte yiyor, kahve içiyorlardı bize bir tane su veren bile olmadı”
Kahramanmaraş’taki durumu anlamak ve Pazarcık ilçesinde gördüklerimizi aktarabileceğimiz sağlıklı iletişim bulabilmek için yola çıktık. Bu arada tüm deprem bölgesinde ciddi bir şebeke sorunu baş göstermişti ama internet ve şebeke sorunu sadece enkazların olduğu yerleşim alanı ve çevresinde cereyan ediyordu. Kent merkezinden en fazla 5 kilometre uzaklaştıktan sonra iletişimin bir şekilde düzeldiğini tespit etmiştik. Dolayısıyla enkazların çevresinde çalışmalarımızı hızlıca bitiriyor ve karayoluna ulaşıyorduk.
Bu sebeple Kahramanmaraş’a doğru yola çıktık. Yaklaşık 2 saat sonra şehre girdik ve kent merkezi sanki aylardır savaş uçaklarıyla bombalanmış gibiydi. Caddeler boyunca enkazlar, enkazların başında bekleyen öbek öbek insan toplulukları. Her enkazın başında yaşanan hareketliliğe kulak kabartmış babalar, anneler, çocuklar. Çalışmanın başlayabildiği enkazların başında tedirgin ama umutlu bekleyişler ve istisnasız her 10 dakikada bir ağlayış ve acı çığlıklar.
Maraş’ın merkezi olan Trabzon Bulvarının güney yakasında bulunan oteller tamamen yıkıldığı için bu taraftan caddeye araçla girmek mümkün değildi. Caddenin sağında ve solunda bulunan her 10 binadan biri yıkılmış ve yola dökülmüştü. Her yıkıntının başında akrabalarını arayan depremzedeler, enkaz altında kalmış diğer depremzedeleri ellerindeki balyoz ve çekiçlerle kurtarmaya çalışıyordu. AFAD, arama kurtarma çalışmalarını çok sınırlı olarak başlatmıştı ama ne personel sayısı yetiyordu ne de teknik teçhizat. Arama kurtarma çalışmalarındaki vahameti 35 yaşındaki kadın depremzede şöyle anlatıyordu; “Yakınlarımızı kurtarın diye yetkililere gidiyoruz, burada AFAD yok diyorlar. E ama televizyonlar söylüyor diyoruz, o televizyonun söylediği diyorlar. AFAD yok burada, Maraş bitti yok oldu.” Gerçekten de depremin ilk 3 gününde Maraş’da bulunan enkazların başında sivil insanlar kendi imkanlarıyla bir ses, bir yaşam belirtisi arıyor ve yakınlarını kurtarmaya çalışıyordu.
Bir taraftan açlık ve soğuk, diğer taraftan sevdiklerinden haber alamamaktan kaynaklanan umutsuzluk yerini gerginliğe bırakıyordu. Koca bir kent fırlatılmaya hazır bir ok gibiydi. Bu gerginlik sadece enkaz altından canlı insanlar çıkınca yumuşuyor ama enkaz altında başka bir yakını olduğunu hatırlayınca tekrar diriliyordu.
Nitekim bu anlardan birinde Azerbaycan Bulvarında yıkılmış olan 7 katlı binanın enkazında bekleyen bir anne, eşi ve çocuklarından gelecek iyi bir haber için gözünü kırpmadan çalışmaları izliyordu. Enkazın başında çalışanlar ‘sessizlik’ uyarısında bulundu. Enkaz altından bir ses duymak için kendi açtığı tünele doğru eğildi ama bir şey duyamadı. Bir kez daha tünele indi ve çıktığında elinde cansız bir çocuk bedeni vardı. Battaniyeye sarıp, enkazdan aşağı indirdiler. Sessizce bekleyen anne battaniyeyi araladı ve kızını tanıdı. Battaniyeyi kızının yüzünden ayırdı, cansız bedenini tıpkı bir kundak gibi sardı ve başını kızının soğuk bedenine gömdü.
Depremin üzerinden neredeyse 2 gün geçmek üzereydi. Biz de saatler gece yarısı 22’yi gösterdiğinde, Gaziantep’in Nurdağı ve İslahiye ilçelerinden gelen o korkunç görüntüleri yerinde görmek için Antep yolundaydık.