Hürriyet yazarı Bilge Egemen, belgesel çekiminde tanıştığı ve 2008 yılında UNESCO’nun “Yaşayan İnsan Hazinesi” listesine giren Hayri Dev'in hikâyesini kaleme aldı.
Denizli Çameli Gökçeyaka Köyü’nde çobanlık yapan ve düğünlerde müzik yapmaya giden Hayri Dev'in, Paris’ten Brüksel’e Amsterdam’dan Strasbourg’a konserler verdiğini, Sorbonne dahil seçkin üniversitelerde dersler anlatıp, konuşmalar yaptığını anlattı.
“Onun başına gelenlerin onda biri, başkasının başına gelse, o kişi havalara girip ego patlamasından rahatlıkla ölebilirdi“ diyen Egemen, geçen 18 Temmuz'da hayatını kaybeden Dev'den, <Bir belgesel çekimi esnasında tanıştığım, güler yüzüne ve tevazusuna hayran kalıp, bayıldığım Hayri Dev’i hiçbir zaman unutmayacağım“ diyerek bahsetti.
Hürriyet yazarı Bilge Egemen'in, “Gökçeyaka Köyü’nden Paris’lere, elveda yaşayan efsane“ başlığıyla (9 ağustos 2018) yayımlanan yazısı şöyle:
Düşünsene diyelim ki sen, Denizli Çameli Gökçeyaka Köyü’nde kendi halinde yaşayan, dağlarda üç telli cura ya da çam düdüğü çala çala keçilere çobanlık yapan bir gençsin. Arada civar köylerdeki düğünlere de müzik yapmaya gidiyorsun. Okul olmadığı için, ilkokula dahi gitmedin.
İşte yine keçilere ve bulutlara, dağlara ve taşlara çam düdüğü çaldığın sıradan bir günde karşına dünyanın en büyük falcısı çıksa ve sana geleceğinle ilgili şunları söylese, gülüp geçer miydin?
“Sen ey kalbi tertemiz çoban! Gün gelecek, Paris’ten Brüksel’e Amsterdam’dan Strasbourg’a konserler vereceksin. Sorbonne dahil seçkin üniversitelerde dersler anlatıp, konuşmalar yapacak, uluslararası yarışmalardan köyüne ödüllerle döneceksin. Fransız belgeselci Gulya Mirzoeva da öyle... Çektiği, senin hayatını anlatan ‘Ormanın Arkasında’ adlı belgesel sayesinde.
Sadece ODTÜ ya da Boğaziçi’nden değil, Avrupa’dan Japonya’dan gençler, Gökçeyaka’ya senden dersler almaya gelecek... Senin hakkında yazdığı yüzlerce sayfalik tez, Etnomüzikolog Jerome Cler’e doçentlik getirecek.
Üstelik tüm bunlar gerçekleştikten sonra sen yine Gökçeyaka Köyü’nde keçilerine çobanlık yapacak, bahçendeki toprağını gübreleyecek ve üç telli curanla çam düdüğünü çalmaya devam edeceksin.
Gramın milyonda biri kadar şımarmayacak ve yooo zengin de olmayacaksın.
Zaten para, hiç bir zaman umrunda olmadı senin.
Hayattaki tek derdin, çam ormanının arkasından duyulan çam düdüğünü yapmak ve içinden geldiği gibi doğaçlama çalmak...
Senin tek derdin hep müzik oldu ve ölene kadar hep müzik olacak.
Daha küçücük bir çocukken sopaya at kuyruğu kılı bağladın, ninenin ekmek yapmak için kullandığı ısırgana tel taktın...
Ve böylece ilk müzik aletlerini yaptın.
Bak, geçmişini de biliyorum işte, geleceğini niye uydurayım?”
Ah sevgili okuyucu, yukarıdaki hikayeler hakikaten de 1933’te Gökçeyaka’da doğan Hayri Dev’in başına geldi. Tabii, dağlarda karşısına bir falcı çıkıp ona geleceğinde neler olacağını söylemedi. Söyleseydi de inanmazdı muhtemelen.
Düşünsene, Hayri Dev 2008’de UNESCO’nun “Yaşayan İnsan Hazinesi” listesine bile girdi.
Maalesef 18 Temmuz’da kaybetmişiz onu.
Bir belgesel çekimi esnasında tanıştığım, güler yüzüne ve tevazusuna hayran kalıp, bayıldığım Hayri Dev’i hiçbir zaman unutmayacağım.
Bana göre onun hayatının anahtar kelimesi “tutku”ydu.
Yapıp çaldığı o minicik çam düdüğünün sesi, müziğe duyduğu tutku sayesinde 1700 metrelik çam ormanlarını delip, dünyayı dolaştı.
Onun başına gelenlerin onda biri, başkasının başına gelse, o kişi havalara girip ego patlamasından rahatlıkla ölebilirdi.
Ama tutku ego değil de tevazuyla birleşirse eğer, Hayri Dev gibi insanlar yeryüzüne gelirler.
Ve tarihe çentik atıp, çok sevilirler.