Cumhuriyet yazarı Ahmet İnsel, "Tutuklu ve tutuksuz yargılanan gazetececilerin çetelesini artık tutamaz olduk" dedi. İnsel, "Tüm eksik ve kusurlarına rağmen demokrasi ile diktatörlük arasındaki fark, tam bu değil mi?" diye sordu.
İnsel'in "Diktatörlük, demokrasi, gazetecilik" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Akın Atalay ve Murat Sabuncu bir yıldır cezaevindeler. İçi boş bir iddianamenin ve duruşmalarda vodvile dönen bir yargılamanın rehini olmaya devam ediyorlar. Daha doğrusu ülkenin reisi olduğu ilan edilen gücün öfkesinin, korkusunun, hıncının esirileri. Bugün Türkiye’de cezaevlerini dolduran diğer gazetecilerin ezici çoğunluğu gibi, “suçları” gazeteciliğin yegâne değil ama en önde gelen görevini yapmış olmak. İktidarın hoşlanmadığı, rahatsız olduğu bilgileri bulup çıkarmak, bunların doğruluğunu denetledikten sonra, halkın bilgisine sunmak.
Sevgili Akın, Sevgili Murat, Cumhuriyet’in, her türlü zorluğa ve imkânsızlığa karşı gazetecilik direnişini sürdürmeye çalışan diğer meslektaşların burada yapmaya çalıştığı gazeteciliğin benzerini yapanlar, artık milliyetçi/ulusalcı- İslamcı koalisyonun açıkça düşman ilan ettiği ülkelerde elbette cezaevine konmuyor. Ne de Paradise Papers belgelerinde adları geçenlerin hışmına uğrayıp, haklarında tazminat ve hakaret davaları açılıyor. En fazla yapılan, Le Monde gazetesinin başına geldiği gibi, Louis Vuiton markasının sahibinin bu gazeteye grubunun verdiği ilanları bir dönem iptal etmesi... Kapitalist düzende oyunun kuralı denebilir.
New York Times’ın magazin eki dün uzun bir röportaj yayımladı. İmkân olsa da size eksiksiz ulaştırabilsek Türkçe çevirisini. Azmat Khan ve Amand Goupal on sekiz ay boyunca Irak’ta koalisyon güçlerinin bombaladıkları yerleri dolaşmışlar. Röportajın merkezinde evi ve ailesinin bütün fertleri 20 Eylül 2015 gecesi ABD’nin hava saldırısında imha olmuş Basim Razzo var. Kendisi şans eseri kurtulmuş. Bu saldırıyı ABD kaynakları, çektikleri film eşliğinde “IŞİD karargâhı vuruldu” diyerek dünyaya duyurmuştu. Şimdi Razzo’ya tazminat ödemeyi ABD yönetimi kabul etmiş. Ama gazetecilerin araştırması, bunun buzdağının görünen kısmı olduğunu ortaya koyuyor.
Şöyle diyorlar: “On sekiz ay boyunca yaptığımız araştırma, hava saldırılarınınhedefinin koalisyonun iddia ettiğinden çok daha az kesin olduğunu gösteriyor.Nisan 2016 ve Haziran 2017 arasında, IŞİD o bölgeyi terk ettikten kısa bir süre sonra, Kuzey Irak’ta yaklaşık 150 hava saldırısına uğramış yeri ziyaret ettik.Enkaz gezdik; yüzlerce tanık, kurtulan kişi, aile üyeleri, istihbaratçı ve yerel yetkililerle röportaj yaptık; bomba parçalarını fotoğrafladık, yerel haberleri araştırdık. Civardaki IŞİD hedeflerini belirledik ve yıkımı uydu görüntüleriyle haritalandırdık. Koalisyonun hava kampanyasını yönlendirdiği Katar’daki Amerikan üssünü de ziyaret ettik. Orada, ana operasyon katına girdik vekıdemli komutanlar, istihbarat görevlileri, hukuk müşavirleri ve sivil kaza değerlendirme uzmanlarıyla röportaj yaptık. ISIS kontrolü altındaki üç alanda 103 hava saldırısının koordinatlarını ve tarih aralıklarını verdik ve yanıtlarını inceledik. (...) Belirlemelerimize göre, koalisyon saldırılarının sivil ölümle sonuçlanma oranı beşte birdir ve bu koalisyonun kabul ettiğinden otuz bir kat fazladır. (...) Ayrıca gözlemlerimize göre, şikâyetlerin koalisyon tarafındandoğru bir şekilde soruşturulması veya iddiaların tamamıyla araştırılmasını mümkün kılan kayıtların tutulması konusunda tutarsızlıklar var. Belgelenen sivil ölümlerin bir kısmı meşru bir IŞİD hedefine yakınlığın sonucu iken, diğer birçoğu sivilleri savaşçılarla karıştıran, kusurlu ya da geçerliğini yitirmiş istihbarat sonucu gibi gözüküyor. Bu sistemde, Iraklılar masum olduklarıkanıtlanıncaya kadar suçlu sayılıyor. Saldırılardan sağ kurtulan Basim Razzo gibi insanlar, olası IŞİD sempatizanları olarak kalmaya devam ediyorlar.” ABD’yi ve koalisyon güçlerine yönelik son derece ağır ithamlar bunlar. Savaş suçu ihbarı olarak da değerlendirilebilirler.
Cumhuriyet’in üç gün önce aktardığı gibi, BBC Rakka’da 300 IŞİD savaşçısının silahları, mühimmatları ve aileleri ile belli bir yere gitmelerine izin verildiğini ortaya çıkardı. Bu da örnek gösterilecek bir gazetecilikti. Sevgili Akın, Sevgili Murat siz ise artık bir yılı aşan bir süreden beri aynı şeyi, gerçek gazeteciliği yaptığınız için tutuklusunuz. Tutuklu ve tutuksuz yargılanan gazetececilerin çetelesini artık tutamaz olduk. Tüm eksik ve kusurlarına rağmen demokrasi ile diktatörlük arasındaki fark, tam bu değil mi?