T24 Ankara
Eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın avukatları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Daire’nin verdiği, “Hemen tahliye edilmeli” kararından kısa süre sonra hakkında 3 bin 530 sayfalık iddianameyle açılan yeni davada yöneltilen suçlamalara 20 ayrı başlıkla yanıt verdi.
Avukatlar, iddiaları sıralayarak, belgelerle bu iddiaların daha önce açılan ve halen devam eden yargılamada da konu edildiğine dikkati çekti. Avukatlar, buna rağmen iddiaları yanıtladı. Avukatların hazırladığı dosyada, iddianamede beyanları esas alınan "Mercek" adlı gizli tanığın aslında var olmadığı, Demirtaş’a KCK yönetici tarafından gönderildiği öne sürülen mektubun sahte delil olduğu, Demirtaş’a mal edilen tweet’lerin de sahte bir hesap tarafından atıldığı belgelerle anlatılıyor.
Demirtaş’ın, bazı gazeteci, yazar, hukukçu ve aydınlara gönderdiği mektubun ekinde, avukatlarının hazırladığı dosya da yer aldı. Söz konusu dosyada, 20 ayrı başlıkta, Demirtaş hakkındaki iddialar yanıtlandı. Kapsamlı biçimde hazırlanan dosyada, iddialar sıralandı ve bu iddialara ayrı başlıklarla yanıt verildi. İddialar ve verilen yanıtlar özetle şöyle:
İddia: Selahattin Demirtaş’ın 24 Nisan 2012 tarihinde ABD’nin başkenti Washington DC’de bulunan Brooking Enstitüsü’nde katıldığı bir paneldeki konuşmasının bir bölümü, konuşmasının bağlamından koparılarak Demirtaş aleyhine algı oluşturmak amacıyla kullanılmıştır. İlgili bölümün ses çözümü aşağıdaki şekildedir.
Soru: Burada dikkate alınması gereken bir olay, 800 kiloluk bir gorilin odada olması ve o da PKK. Yani, bu, sizler kendi pozisyonunuzu nasıl açıklıyorsunuz? Siz PKK’ye ne kadar yakınsınız? PKK’nin kullandığı yöntemleri nasıl görüyorsunuz? Bu konudaki sizin düşünceniz önemli.
Demirtaş: Evet, şimdi, her şeyden önce, PKK 30 yıldan daha fazla bir süredir Kürt sorunu, Kürt halkının hakları için silahlı mücadele yöntemini seçmiş bir örgüttür. Biz PKK’yi silahlı bir halk hareketi olarak tanımlıyoruz. Biz bugüne kadar, 1990’dan bugüne kurulmuş hiçbir partimiz, PKK’yi terör örgütü olarak tanımlamadı. Çünkü halk tarafından da desteklenen ama şiddet yöntemini tercih etmiş bir örgüt olarak tanımladık kendisini.
Ancak bizler, şiddeti bir çözüm yöntemi, silahı da bir çözüm yöntemi olarak tercih etmediğimiz için, 1990’dan bu yana demokratik siyasal mücadele yürüten bir partiyiz. Ve bizler, partimize oy veren insanların çok önemli bir kısmının da aynı zamanda PKK’ye sempati duyduğunu biliyoruz.
Ancak bizim PKK ile aramızda organik bir ilişki, organik bir bağ hiçbir zaman olmadı. Sein Fein-IRA ilişkisinde olduğu gibi iç içe geçmiş örgütler değiliz.
Biz PKK’yi doğrudan veya dolaylı, hiçbir şekilde temsil etmiyoruz. Biz BDP olarak, aldığımız oylarla elde ettiğimiz meşruiyete ve taleplerimize dayanarak kendi partimizi, sadece kendi yönetimimizi temsil ediyoruz.
Ancak şunu da biliyoruz ki, PKK de Orta Doğu’da ve Türkiye’de özellikle, bir realitedir. Dolayısıyla Kürt sorununun çözümü sürecinde, dikkate alınması ve bir şekilde temasa geçilerek ikna edilmesi gereken bir aktördür diye düşünüyoruz.
Ve biz bu siyasi çözüm sürecinde, aynı zamanda barışın da gerçekleşmesi için, eş zamanlı olarak mutlaka ama mutlaka PKK’nin de ikna edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Ve bu siyasi çözüm arayışları sırasında da mutlaka silahların susması akan kanın durması gerektiği inancındayız.
“O konuşmanın metni…”
İddia: Demirtaş’ın, çözüm sürecinin devam ettiği 2013 yılında düzenlenen, İstanbul Nevroz kutlamasında yaptığı ve dönemin basını tarafından “barış konuşması” olarak anılan konuşması nedeniyle kendisine 4 yıl 8 ay hapis cezası verilmiştir. Sn. Demirtaş ile ilgili bu ceza dosyası kesinleşmemiş olup halen Yargıtay aşamasındadır. Söz konusu konuşmaya ilişkin polis tutanağı ile Demirtaş’ın konuşmasının ses çözümü aşağıda sunulmuştur.
Yanıt: Söz konusu tutanakta, “Türk ve Kürt halkının barış içinde birlikte yaşayabileceğini, siyasetçilerin konuşarak çözüm üretebileceğini aktardığı tespit edilmiştir” ifadeleri yer aldı. Metnin devamında Demirtaş’ın yaptığı konuşmanın tam metni aktarıldı.
Heykel konuşması
İddia: Demirtaş’ın 13 Aralık 2012’de Mardin-Kızıltepe’de düzenlenen mitingde, “Apo’nun heykelini dikeceğiz” söylediği iddiası gerek seçim dönemlerinde iktidar tarafından kullanılmış gerekse de Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden ana dava olarak bilinen yargılamaya konu olmuştur.
“O konuşmayı yaptığım gün, Öcalan, Erdoğan’a iki mektup göndermişti”
Yanıt: Demirtaş’ın bu konuda Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yaptığı savunma aktarıldı. Demirtaş’ın savunmasındaki ifadeleri şöyle aktarıldı:
“Şu kadarını söyleyeyim ki o video çok kullanıldı, ben, “Öcalan'ın daha heykelini dikeceğiz” dediğim günde, Erdoğan'ın elinde İmralı'dan Öcalan tarafından yazılmış iki tane mektup vardı. Yeni İmralı çözüm sürecini başlatan mektuplar. Ve bu mektuplar üzerine zaten kısa süre sonra da çözüm süreci başladı, İmralı çözüm süreci.
Ben o konuşmayı yaptığımda, gözlerimin önünde otobüsten görebileceğim şekilde, elinde bir tane Öcalan posteri var diye 15-20 kişilik bir genç grubu kıyasıya dövüyordu polisler. Gözlerimin önünde. Ben de hem mektuptan haberdardım hem de Erdoğan'ın mektuba verdiği cevaptan haberdardım ve Ankara'da şu konuşuluyordu; bu defa barış çok yakın ve bu barışı gerçekleştirecek olanların heykeli dikilecek.
Aslında patenti bana ait değil. İsmini söylemeyim ama bende o anda çağrışım yaptıran şey, bir hükümet yetkilisinin kullandığı cümledir, aynen budur. Dolayısıyla ben orada, yakında barış gelecek ve Öcalan da bu barışın mimarlarından biri olacak ve heykeli dikilecek. Sembolik olarak denir ya hani, barışı getirecek insanın heykeli dikilir kardeşim, halk arasında kullanılan bir deyimdir.
Böyle heykeli dikilecek insan, heykeli dikilecek adam, heykeli dikilecek kadın denir ya. Böylesine kullandığım bir sözü, Erdoğan'ın da kendisi de biliyor, bakın o dönem çıkıp itiraz etmiyor hiç kimse itiraz etmiyor, aradan yedi yıl geçiyor, Erdoğan bir seçim kampanyasında bu videoyu miting miting dolaştırıp, “Bakın, Apo’nun heykelini dikecekmiş bunlar. Bilmem kimle ittifak yapmış bunlar.” İşte böyle diyecek kadar küçülebiliyor. Utanç duydum yani. Onun düştüğü halden utanç duydum. Bir ülkenin Cumhurbaşkanı kendini bu kadar küçültmemeli. O konuşmayı niye yaptığımı kendisi de biliyor, o dönemin bakanları da biliyor.”
“Şiddet, Erdoğan’ın ‘Kobane düştü düşecek’ sözleriyle başladı”
İddia: Bilindiği gibi, 6-8 Ekim 2014 tarihinde ülkemizde meydana gelen ve çok sayıda yurttaşımızın yaşamını yitirdiği ve yaralandığı, bunun yanı sıra mal kayıplarına yol açan acı olaylar yaşanmıştı. Demirtaş’ın, bu acı olaylarla ilgili, hakikatleri ortaya koyduğu, 19 Ekim 2020 tarihinde Gazete Duvar’da yayımlanan yazısı aşağıda sunulmuştur.
Yanıt: Demirtaş’ın yazısı, özetle şöyle: “6 Ekim’de de 7 Ekim’de de 8 ve 9 Ekim günlerinde de, HDP’nin açıklamasının şiddet çağrısı içerdiğine dair hiç kimse en küçük bir imada bile bulunmamıştır. Öyle ki, 7 Ekim'de Islahiye’de mülteci kampında konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, HDP’nin şiddet çağrısı yaptığına dair tek bir kelime bile etmedi. Çünkü ortada öyle bir şey yoktu. Şiddet, Erdoğan’ın “Kobanê düştü, düşecek" ifadesi üzerine başladı. HDP’nin 6 Ekim akşamı saat 21.50’de yayımladığı açıklamadan sonra Türkiye’de ve dünyanın birçok yerinde çeşitli gösteriler yapıldı. Ki zaten bu gösteriler Ağustos 2014’ten itibaren yapılan gösterilerin bir devamı niteliğindeydi ve etkili de oldu.
Ancak tek bir şiddet olayı, yaralanma ya da ölüm meydana gelmedi. Zaten ertesi sabah hiçbir gösteri ya da olay da yoktu. Her yer sakin ama kaygılı bir bekleyiş içindeydi. Biz HDP olarak Kobanê sınırındaki Suruç’ta kitlesel bir mitingin yapılmasının iyi olabileceğini tartışıyor ve bunun imkanlarını araştırıyorduk. Peki HDP’nin çağrısından sonra Başbakan, TBMM Başkanı, İçişleri Bakanı veya muhalefet partilerinin “HDP ortalığı yakıp yıkmaya çağırıyor, provokasyona gelmeyin, bu çağrıya uymayın” şeklinde bir açıklaması var mı, yok. Çünkü ne şiddet var ne de HDP’nin açıklamasının şiddet çağrısı olduğuna dair en küçük bir algı var. Eğer bir parti “ortalığı yakın, yıkın” diye bir çağrı yapıyorsa ülkeden resmi veya sivil düzeyde tek bir uyarı da mı gelmez? Gelmedi.
Çünkü ortada şiddet çağrısı yoktu. Peki buna rağmen nasıl oldu da bunca şiddet, katliam ve yıkım yaşandı? Size yine, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 7 Ekim 2014 tarihli konuşmasını hatırlatmak durumundayım. Ne demişti orada? “Kobanê düştü, düşecek.” İşte provokasyonları tetikleyen cümle budur. Bu konuşmadan sonra birkaç yerde insanlar yeniden gösterilere başladılar. Çünkü ülkenin cumhurbaşkanı, Kobanê’ye yardım edeceği yerde -hani çözüm süreci de var ya, hani Kürtlerle barış oluyor ya, hani analar ağlamayacak ya- adeta keyifle Kobanê’nin az sonra düşeceğini ilan ediyordu. Ve ilk provokasyon da bu konuşmadan hemen sonra yaşandı. Muş’un Varto ilçesinde, polis göstericilere ateş açarak 25 yaşındaki Hakan Buksur adlı HDP’liyi katletti. Aynı gün, toplam 13 kişi daha, kimliği belirsiz veya gizlenen kişilerce katledildi. Dolayısıyla provokasyonlara HDP’liler katledilerek başlandı.
“KCK’lılar değil HDP yöneticileri”
İddia: 19. Ağır Ceza Mahkemesinde devam eden davanın iddianamesinde, Sn. Demirtaş’ın KCK yöneticileriyle telefonda konuştuğu iddia edilmiş ancak konuştuğu kişilerin sadece isimleri yazılmış, görevleri belirtilmemiş, konuşmaların içeriğine dair herhangi bir suçlama da yöneltilmemiştir. Yasa dışı yollarla dinlenen konuşma tapeleri dosyaya konulan, Sn. Demirtaş ile konuştukları iddia edilen kişilerin gerçek kimlikleri ve görevleri aşağıda sunulmuştur.
Yanıt:
Ahmet Yıldırım: Dicle Üniversitesi'nde Doçent, PM Üyesi, sonradan Muş Milletvekili
Ali Şimşek: Diyarbakır İl Başkanı
Ali Oruç: Parti Meclis Üyesi
Çimen Işık: Parti Meclis Üyesi
Kamuran Yüksek: Örgütlemeden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı
Kazım Kurt: Hakkari Belediye Başkanı
Mazlum Tekdağ: Parti Meclis Üyesi
Mehmet Abbasoğlu: Eski Genel Başkan ve Yerel Yönetimler Komisyon Üyesi
Nadir Yıldırım: Parti Meclis Üyesi, sonradan Van Milletvekili
Nejdet Atalay: İl Başkanı sonradan Batman Belediye Başkanı
Osman Baydemir: Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı, sonradan Şanlıurfa Milletvekili
Selma Irmak: Genel Başkan Yardımcısı, sonradan Hakkari Milletvekili
Şükran Aydın: Bismil Belediye Başkanı
Turan Genç: Yerel Yönetimler Komisyonu Üyesi
“’Mercek’ adlı gizli tanık aslında yok”
İddia: Demirtaş’ın TBMM’de Kürtçe konuşma yapması için talimat aldığını iddia eden ve bu ifadeleri, 19. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden davanın iddianamesinde yer alan “Mercek” adlı gizli tanığın gerçekte hiç olmadığı ve böyle beyanlarının da bulunmadığı, bizzat Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına ısrarlarımız üzerine yazılan müzekkere cevabında belirtilmiştir. İlgili müzekkere aşağıda sunulmuştur.
Yanıt: Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilen müzekkerede, gizli tanıt evrakları arasında ‘Mercek’ adlı gizli tanığa ait evrakların bulunmadığı belirtildi. Duruşma tutanağına da bu ifadenin işlendiği görüldü.
“107 görüntünün hiçbirinde Demirtaş yok”
İddia: 19. Ağır Ceza Mahkemesinde devam eden davanın iddianamesinde, Sn. Demirtaş’ın, olaylı geçen çok sayıda izinsiz gösteriye bizzat katıldığı belirtilerek, 107 adet görüntü kaydı, görüntü incelemesi yapılmadan dava dosyasına eklenmiştir. Israrlarımız üzerine, yargılamanın üçüncü yılında görüntüler bilirkişiye gönderilmiş ve yapılan görüntü çözümünde, 107 görüntünün tek bir tanesinde dahi Demirtaş’a rastlanılmadığı ortaya çıkmıştır. Bu görüntü çözümleri, aşağıda sunulmuştur.
Yanıt: Metnin devamında bilirkişilere yaptırılan incelemeler özetlenerek, 107 görüntünün hiçbirinde Demirtaş’ın bulunmadığı, belgelerle ortaya konuldu.
29 FETÖ’cü savcı
İddia: 19. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden dava dosyasında bulunan fezlekeleri hazırlayan FETÖ’cü savcıların listesi ve hazırladıkları fezlekelerin numaraları aşağıda sunulmuştur.
Yanıt: Metnin devamında Demirtaş hakkında fezleke düzenleyen 29 savcının ismi ve FETÖ gerekçesiyle görevden alındıkları tarihler tek tek sıralandı.
“Hendek” konuşması
İddia: 19. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmeye devam eden davanın iddianamesinde suçlama konusu olan, Demirtaş’ın 26-27 Aralık 2015 tarihinde düzenlenen Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Genel Kurulu’ndaki konuşmanın içeriğine dair beyanının 8 Ocak 2020 tarihli SEGBİS kayıtları aşağıda sunulmuştur.
Yanıt: Metnin devamında, Demirtaş’ın konuşması aktarıldı. Demirtaş’ın, hendeklerle ilgili sözleri özetle şöyle: “Şimdi benim bu direniş dediğim, halkın direnişi, bizim direnişimiz dediğim, halkın direnişini kutluyoruz dediğim her yeri savcı cımbızlayarak “hendek ve barikat direnişini selamlıyor, kutluyor” diye verdi. Medya da halen o şekilde vermeye devam ediyor. Oysa bizim HDP olarak başlattığımız direniş, bütün bu çatışmaları durdurmaya dönük bir sivil direnişti. Ondan sonraki konuşma metinlerimin de bu şekilde algılanması lazım.
O dönem, bu girişimlerimizi provoke eden hükümet de başka çevreler de maalesef ki başarılı olmamızı engellediler. Ondan sonra defalarca basına çıktım, açıklama yaptım. Dedim ki, bu siyaset alanına çekme çağrısıdır, özerklik ilanı değildir. Bu kadar kızılca kıyamet koparıyorsunuz, ama işler daha da kötüye gidecek. Anlatmaya çalıştım röportajlarla. Basın da bize kapalı, kimse haberimizi de yapmıyor. Türkiye’ye sesimizi duyuramıyoruz. Ama yine de açıklamalarım var, fezleke ile ilgili konuşmalara, savunmaya sıra geldiğinde bunu detaylı bir şekilde sizinle paylaşacağım, ama bunu bilin isterim.
İddia: Demirtaş, hendek döneminde, bir dizi ilçede düzenlenen mitinglerde konuşmalar yapmıştır. Cizre, Nusaybin, Diyadin, Varto, Lice, Yüksekova, Başkale’de yaptığı konuşmalar şöyledir.
Yanıt: Metnin devamında, ayrı başlıklarla, Demirtaş’ın bu ilçelerde yaptığı konuşmalar özetlendi. Konuşmalar özetle şöyle: “Biz elimizden geleni yaptık daha fazlasını yapmaya devam edeceğiz. Silahların susması ve diyalogla sorunların çözülmesi için çağrılarımızı her gün daha güçlü yapacağız. Bu savaş politikalarının son bulması için siyasetçiler olarak, neyse görevimiz asla ondan çekinmeyeceğiz, kaçınmayacağız.”
“Bizler Halkların Demokratik Partisi’nin bütün yöneticileri, bütün seçilmişleri, sesimiz duyulana kadar, barış çığlıklarımız bir anlam bulana kadar, karşılık bulana kadar, her gün sesimizi yükselterek “barış, barış, barış” diye bağırmaya devam edeceğiz. Özgürlüklerimizi, haklarımızı, sahip olmamız gerekip de elimizden zorla alınan, gasp edilen her şeyi bizler siyasetle kazanabiliriz. Buna inandığımız için HDP’deyiz. Bu gücümüzün olduğuna inandığımız için HDP’deyiz. Biz AKP’yle, devletin yanlış politikalarıyla baş edebilecek güçteyiz.
Tek bir gencimizin silah tutmasına gerek yok. Canını ortaya koymasına gerek yok. Siz gereğinden fazla öldünüz. Gereğinden fazla acı, zulüm çektiniz. Burada demokrasi ve özgürlük mücadelesinde görev bizimdir, görev seçilmişlerindir. Biz sizin hakkınızı, hukukunuzu her yerde korkusuzca savunacağız. Nusaybin esnafı, Nusaybin gençliği, Nusaybin’in kadınları, Nusaybin’in ticaret erbabı, her biriniz, çiftçisi, öğrencisi fedakârlık yapılması gerektiği her zaman en büyük fedakârlıkları yaptınız. Özgürlüğünüz için bedel ödenmesi gerektiği zaman gözünüzü budaktan sakınmadınız ama biz “yeter” diyoruz artık. Çektikleriniz yeter, bu yolun artık özgürlüğe doğru açılması için son bir hamleyle barış mücadelesini yükseltelim, hem ateşkesi sağlayalım, hem müzakere masasına dönüşü sağlayalım.”
Sahte delil
İddia: 19. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden davanın iddianamesinde Sn. Demirtaş’a yöneltilen suçlamalardan biri de Sabri Ok adlı bir KCK yöneticisinden mektupla talimat aldığı iddiasıdır. Söz konusu mektubun hukuka aykırı yöntemlerle elde edilmiş sahte bir delil olduğu, Malatya 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından, Sn. Gültan Kışanak‘ın aynı iddiayla yargılandığı davada tespit edilmiştir.
Bunun yanı sıra, söz konusu mektubun gönderildiği iddia edilen aile de bu iddiayı, polise verdiği ifadede açıkça reddetmiştir. Söz konusu mektubu aileye götürdüğü iddia edilen Ali Oruç yargılanmış ve bu suçlamadan beraat etmiştir. Ancak sahteliği kesinleşen ve hakkında beraat kararı verilen, olmayan bu mektup, bütün bunlara rağmen Sn. Demirtaş hakkında hazırlanan iddianamede delil olarak konulmuştur. İlgili belgeler aşağıda sunulmuştur.
Yanıt: Metnin devamında, söz konusu mektupla ilgili farklı savcılık ve mahkemelerdeki yargılama süreçleri aktarıldı ve böyle bir mektubun gelmediğine yönelik ifadeler sıralandı.
“Bağlamından koparılan konuşma”
İddia: 7 Ocak 2021 tarihinde açılan davanın 3.530 sayfalık iddianamede, Demirtaş hakkındaki çok sayıda haber, internet sitelerinden derlenmiştir. Bu haberlere konu olanlar Demirtaş’ın Meclis grup toplantısı konuşmaları, basın toplantıları, miting konuşmaları gibi kamuya açık konuşmalardır. İddianamede Sn. Demirtaş aleyhine sadece iki adet somut delil bulunmaktadır. Bunlardan biri, birbirleriyle çelişen ama bunun yanı sıra da farklı zaman ve yerlerde bire bir aynı sözleri içeren açık ve gizli tanık ifadeleridir. Bunlarla ilgili çelişkiler ve tuhaflıklar aşağıda sunulmuştur.
Yanıt: Metnin devamında, çelişkiler şöyle sıralandı: “Biri açık, diğeri gizli olan iki tanık, Sn. Demirtaş’ın 30 Eylül 2014 tarihinde Kobani kentine geçtiğini, orada örgütsel talimat aldığını, aynı gün dönüşte Mürşitpınar Sınır Kapısı’nda yaptığı basın açıklamasında geçen, “Bu bir yalvarma değildir. Bu bir minnet değildir. Tarihi direnişe hep birlikte katılalım. Tarihi direnişi hep birlikte yapalım ki, tarih ittifakı da tarih birliği de oluşturma fırsatımız olsun” şeklindeki sözlerini, örgütten aldığı talimat doğrultusunda söylediğini iddia etmektedirler.
İddianame, Sn. Demirtaş tarafından yapılan bu açıklamanın 6-8 Ekim olaylarını başlatan çağrı olarak kabul etmektedir. Bütünlükten koparılan dört cümlenin bağlamı Demirtaş’ın konuşmasından, bağlamı koparılarak alınan bu dört cümle, iddianamenin 3.407, 3.412, 3.454, 3.460 ve 3.461 numaralı sayfalarında bulunmaktadır. İddianamenin herhangi bir yerinde, bu cümlelerin geçtiği konuşmanın tam metni ya da bu cümlelerin bağlamıyla ilgili herhangi bir bölüm bulunmamaktadır. Demirtaş’ın, söz konusu basın açıklamasındaki konuşmasından, bu sözlerin yer aldığı bölüm şöyledir:
“Çok kritik saatlerden, çok kritik dakikalardan geçiyoruz. Şurada konuştuğumuz saatlerde cephede halen çatışmalar devam ediyor. İmkansızlıklar içerisinde bir halk direniyor. Amerika'nın, Rusya'nın teknolojik silahları ve modern silahlarını, tekniğini ele geçirmiş olan IŞİD büyük bir hızla işgalini ilerletiyor, saldırısını ilerletiyor. Bu barbarlıktan kurtulmanın tek yolu birlikte hareket etmektir. İttifak içerisinde, insanım diyen herkesin ortak vicdan etrafında birleşmesi gerekir. Kobani bugün Türkiye'nin her yerinde aynı düzeyde sahiplenilmelidir.”
İddianamedeki dört cümlenin bağlamına bakıldığında, 30 Eylül 2014 tarihli bu konuşma içeriğinin, örgütsel bir talimatın kamuoyuna yönelmiş bir çağrı niteliği olmadığı açıkça görülmektedir. Sadece gerçek bile, açık ve gizli tanık beyanlarını tek başına çürütmektedir. Demirtaş gerçekten böyle bir talimat almış ve bu talimat doğrultusunda bir çağrıda bulunmuş olsaydı hakkında o dönemde acilen bir soruşturma açılması ve fezleke düzenlenmesi gerekirdi. Oysa anılan bu konuşma, hiçbir zaman herhangi bir soruşturmaya konu edilmemiştir.
Öyle ki, Demirtaş hakkında açılan ve halen Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden davanın iddianamesinin, 31 nolu fezlekesindeki 6-8 Ekim olaylarıyla ilgili suçlamalarda dahi bu konuşmaya hiçbir şekilde yer verilmemiştir. Bütünüyle yorum ve tahmine dayanan tanık beyanları da karşılaştırıldığında beyanların çelişkili olduğu görülmektedir. Tanık Kerem Gökalp, dönemin DBP Eş Genel Başkanı Kamuran Yüksek’in, örgüt üst yönetiminden almış olduğu talimatları Demirtaş’a aktardığını (iddianamenin 3.412 nolu sayfası) gizli tanık “Mahir” ise KCK Türkiye sözcülüğünde isimli bir grupta bulunduklarını iddia ettiği kişilerin Demirtaş’a talimat verdiklerini iddia etmektedirler. (İddianamenin 3.460 ve 3.461 nolu sayfaları.) Açık ve gizli tanıkların beyanlarındaki çelişkilerin yanı sıra, aynı tanıkların kişisel yorum ve tahminleri Demirtaş’a yönelik suçlama konusu yapılmıştır.
Örneğin, iddianamenin 3.407 nolu sayfasındaki “Mahir” adlı gizli tanığın beyanında, “İlk etapta Selahattin Demirtaş bu açıklamayı yaparak sorumluluğu tek başına almak istemedi. Böyle bir açıklama yapması durumunda hukuki anlamda sorumlu olacağını biliyordu. Ancak siyasi kariyerindeki geleceğini ve Kandil tarafından üzerinde oluşturulacak baskıyı göze alamadığından, KCK Türkiye sözcülüğünün yapmasını istediği açıklamayı yaptı” şeklinde bir bölüm bulunmaktadır. Burada açıkça görüldüğü üzere, kişisel yorum ve tahmin söz konusudur. İddianamenin 3.413 nolu sayfasındaki Kerem Gökalp adlı tanığın beyanında, “HDP, DBP MYK ve PM’si, DTK ve Selahattin Demirtaş bu şekilde açıklama yapmamış olsaydı 6-8 Ekim olaylarındaki serhildan eylemlerinin şiddeti bu denli olmaz ve ölümler yaşanmayabilirdi” şeklinde bir bölüm bulunmaktadır. Burada da açıkça görüldüğü üzere, kişisel yorum ve tahmin söz konusudur. Bu iddianın dayanaktan tamamen yoksun olduğu açıkça görülmektedir.
İddia: “Sahte Twitter hesabı delil sayıldı”
Yanıt: Metnin devamında, 7 Ocak 2021 tarihinde açılan davanın 3.530 sayfalık iddianamede, Demirtaş aleyhine olan iki adet somut delilden biri, kendisine ait olmayan sahte bir Twitter hesabından atıldığı iddia edilen tweet’lerdir. Bu hesabın, Sn. Demirtaş ile herhangi bir ilgisi bulunmamaktadır. Kendisinin hesabı, https://twitter.com/hdpdemirtas adresli, @hdpdemirtas kullanıcı adlı, 2010 yılının Aralık ayında açılmış olan, Twitter tarafından mavi rozet verilerek doğrulanmış olan hesaptır. O dönemde Barış ve Demokrasi Partisi Eş Genel Başkanı olduğu için @bdpdemirtas olan hesabın kullanıcı adı, kendisi HDP’ye geçtikten sonra @hdpdemirtas olarak değiştirilmiştir.
Barış çağrısı
İddia: Sn. Demirtaş’ın şiddet karşıtı barış mesajlarını içeren sayısız konuşma ve açıklamalarının bir bölümü aşağıda sunulmuştur.
Yanıt: Metnin devamında, Demirtaş’ın yaptığı çok sayıda konuşmadan örnekler verildi. Örnek verilen konuşmalardan biri, özetle şöyle:
“Önceki gün Adıyaman'da yaşamını yitiren asker de bugün Ceylanpınar'da katledilen polisler de bu ülkenin, ezilen insanların, emekçilerin çocuklarıdır. Hepimizin çocuklarıdır. Ben onlara da Allah'tan rahmet diliyorum, yakınlarına sabırlar diliyorum. Acılarını yürekten paylaştığımızı ifade etmek istiyorum. Biz başka türlü bu şiddet sarmalından çıkamayız. Barışı her koşulda savunmak dışında, barışı ilkesel bir yaşam tarzı olarak savunmak dışında, tutunabileceğimiz başka bir şey olamaz. Bilelim ki eğer bu ülke hepimizin ortak vatanı ve hep birlikte yaşayacaksak birbirimizin hakkına hukukuna, dinine kültürüne inancına, yaşam tarzına, daha fazla saygı duyacağız. Özgürlüğü de ancak böyle büyütebiliriz.”