Gündem

Demirtaş: Çınar saldırısını yapanlar, kadınlar, bebekler ve siviller için bu halktan özür dilemelidir!

"Akademi dünyasına yapılanlardan sonra yaşananlar, en büyük PKK propagandasıdır"

15 Ocak 2016 20:48

Diyarbakır'ın Çınar ilçesindeki Emniyet Müdürlüğü'ne düzenlenen ve 6 kişinin hayatını kaybettiği saldırıyla ilgili konuşan HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş; "Çınar saldırısını yapanlar; kadınlar, bebekler ve siviller için çıkıp bu halktan özür dilemelidirler" dedi.

Güneydoğu'da yaşanan sokağa çıkma yasakları ve çatışma ortamı neticesinde yaşanan hak ihlallerine karşın düzenlenen imza kampanyasına destek veren akademisyenlerin yaşadıklarını da değerlendiren Selahattin Demirtaş, "Akademi dünyasına yapılanlardan sonra yaşananlar, en büyük PKK propagandasıdır. PKK on yıllarca çalışsaydı, kendi propagandasını bu kadar yaptıramazdı. Savcılar, Başbakan, Cumhurbaşkanı, AKP medyası, günlerdir PKK propagandası yapıyorlar. Akademi dünyasının niyeti PKK propagandası yapmak değildi. Şiddet, silah propagandası yapmak değildi. Beyaz şovda yaşananlarda bu niyetle yapılmadı. Ama sonrasında hükümetin, yargının refleksi, medyanın refleksi, asıl propagandaya dönüştü" diye konuştu.

DHA'nın haberine göre,  Diyarbakır’ın sokağa çıkma yasağı bulunan Sur ilçesinde yaşanan çatışma sırasında ilçe merkezinde sağlık hizmeti vermeleri engellendiği gerekçesiyle Büyükşehir Belediyesi önünde oturma eylemi yapan doktor ve sağlık çalışanlarını ziyaret eden HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, burada gündeme dair açıklamalarda bulundu.

 

"Türkiye toplumu olarak birbirimize bakacak yüzümüz kalsın..."

 

"23 günden bu yana ölümde karar kılanlara inat, yaşatacağız şiarıyla savaşa karşı bir duruş ortaya koyan ve bu vesileyle barış sesini, savaşın durması, ölümlerin durması çığlığını kamuoyuna ulaştırma gayretini ortaya koyan sağlık çalışanlarına teşekkür ettiğini" söyleyen Demirtaş, barış adına tek bir sözcüğün dahi yasaklanmaya çalışıldığı bugünlerde yaşamın kutsallığına vurgu yapan her çalışmanın kendileri açısından çok kıymetli olduğunu belirterek şunları söyledi:

"Çatışma ve savaş ortamları sadece insanın fiziki durumuna aykırı değil, insan doğasına da aykırıdır. Çatışma ve savaş ortamları toplumları kendi içerisinde de parçalar, ayrıştırır. Savaş, sıkılan ilk kurşunla birlikte vicdanları öldürür, gerçekleri öldürür ve toplum giderek duyarsızlaşmaya, ya da kamplaşma, kutuplaşma çerçevesinde birbirine düşman olmaya başlar. İşte vicdanların kaybolduğu anlar o anlardır. Bu çatışma, savaş toplumun, halkın istediği bir savaş değildir. Topluma rağmen dayatılan bir savaş dayatmasıdır. Elbette bir gün bitecek. Şu saatte, şu dakikada bitmesi hepimizin samimi beklentisi, temmenisidir. Fakat, savaşı bitirmeye sonlandırmaya gücümüz yetmiyor diye insanlığımızı da kaybetmenin bir anlamı yoktur. Bu savaş bittiğinde mezarlarımız geride kalacak. Geride yaralılarımız kalacak, acılarımız kalacak, ama en azından bir de insanlığımız kalsın diyoruz. Türkiye toplumu olarak birbirimize bakacak yüzümüz kalsın geride. Bizler yüzlerce, binlerce yıldır bu topraklarda bin bir zorluğa, zahmete rağmen bir arada yaşamayı başarmış halklar olarak, eğer ki çatışma ve savaş ortamında eğer bu değerlerimizi kaybedersek, bu savaşın bize kaybettirdiği en büyük değer olacaktır. Şu günlerde yaşananlar, hükümet merkezli söylemler, Cumhurbaşkanı başta olmak üzere, devlet adına konuşuyorum şiarıyla sadece kamplaştırma ve kutuplaştırmaya hizmet edenler işte toplumu bu şekilde yaralayan, karşı karşıya getiren, toplumu birbirine karşı neredeyse düşmanlaştıran ve linç ortamı yaratan siyasi söylem sahipleridir."

 

"Parlamentonun Türkiye’nin sorunları diye bir gündemi yok"

 

HDP olarak bütün sorunların çözümünün siyasetten geçtiğine inandıkları için parlamentoda olduklarını, konuşarak çözülemeyecek hiçbir sorunun olmadığını, buna güçleri, kararlılıkları ve iradelerinin yeterli olduğunu söyleyen Demirtaş, şöyle devam etti:

"Hükümet 7 Haziran sonrası ortaya çıkan tabloyu elinin tersiyle bir kenara itip adeta siyasi bir saray darbesiyle parlamentoya, devlete, siyasete, bürokrasiye el koyduğu günden bu yana Türkiye’de siyaset işlemiyor. Parlamentonun Türkiye’nin sorunları diye bir gündemi yok. Çatışma, gerilim diye bir gündemi yok. Parlamento zaman tüketiyor. Gereksiz bir kurum muamelesi görüyor. Bütün kararlar parlamento dışında alınıp uygulanıyor. Siyaset devre dışına itilip bypass noktasına getiriliyor. Bunların hepsi bilinçli politikalardır. Bu politikaların üstesinden gelebilmenin yolu barış sesini çoğaltmaktır. Yani gerçekten toplum bu savaştan memnunsa, toplumun büyük çoğunluğu memnunsa, hükümet bu savaş sürdürmekte haklıdır. Fakat bizim kanaatimiz o ki, Karadeniz’de, Trakya’da Ege’de, Doğu Anadolu, Akdeniz ve İç Anadolu’da da toplumun ekseriyeti bu savaşın bir an önce sonlanması, sorunların diyalogla çözümü taraftarıdır."

 

"AKP’nin parasını vererek kurdurduğu 600’e yakın televizyon 24 saat savaş yayını yapıyor"

 

Akademisyenlerin yayımladığı bildiriden sonra yaşananları değerlendiren Demirtaş, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Düşünün bir şov programında bir kadın çocuklar ölmesin, barış olsun, analar ağlamasın dediği için hem kendisi, hem programın sahibi, yapımcısı yöneticisi, sunucusu bir bütün olarak linç ortamına tabi tutuldular. Ben merak ediyorum hükümete bağlı, doğrudan hükümete çalışan hatta AKP’nin bizzat parasını vererek kurdurduğu 600’e yakın televizyon var Türkiye’de. Bunlar 24 saat savaş yayını yapıyorlar. Bu savaş niye olmalı ve bu savaş niye yürümeli propagandası yapıyorlar. Peki bir televizyon programında bir dakikalığına barış mesajı verilmesi, neden panikletiyor bu kadar bu hükümeti? Hükümet, bir dakikalık bir barış propagandasından neden korkuyor? Korkunun nedeni, barışın bulaşıcı olmasıdır. Savaş bulaşıcı değildir, insan doğasına aykırıdır. Ama barış duygusu ve barış isteği bulaşıcıdır.

 

"Bir dakikalık barış propagandası kendilerini çılgına çevirebiliyor"

 

O bir dakika bir anda bütün Türkiye’de barış çığlığına ulaşabilir, bundan korkuyorlar. Bu bir dakikalık barış propagandası kendilerini çılgına çevirebiliyor ve derhal en ağır şekilde linç edip cezalandırıp ve bir daha kimsenin çocuklar ölmemeli, analar ağlamamalı, barış olmalı diyemeyecek noktaya getirmek istiyorlar. Bir kaç gündür akademisyenlerin yaşadığı durum aşağı yukarı budur. Barış isteyen ve hükümeti eleştiren herkesi vatan haini, terörist, düşman kodlayıp bir daha kimsenin böyle bir şeye cesaret edemeyeceği bir linç ortamı yaratmak istiyorlar. Çünkü barışı ancak onlar isterse muktedir hazretleri isterse olabilir. Halk isterse barış olamaz, halk istememeli, kendisi isterse olur ancak. Ve kendisi istemeye başladığında etrafındaki şakşakçıları, paralı, maaşı aveneleri kraldan daha kralcı bir şekilde, barış barış diye haykırmaya başlıyorlar.

 

"Akademi dünyasına yapılanlardan sonra yaşananlar, en büyük PKK propagandasıdır"

 

Bugün barış diyenleri linç edenler, yarın hepimizden daha barışçı, daha çözümcü olabiliyorlar. Bu ilkesiz, ahlaksız devlet yönetme anlayışı, Türkiye açısından büyük bir talihsizliktir. Türkiye’nin akademik vicdanı hükümete seslenmiş, devleti muhatap almış ve barış olsun demiş. Suç işlemeyin ve biz de suça ortak olmayalım demiş. Bir barış çağrısı yapmak akademik dünyası açısından bir hak değilse, bir ifade özgürlüğü değilse daha ne desinler? Oluk oluk kan akacak diyenler baş tacı edilebiliyor ve siz bunun adına ileri demokrasi diyorsanız, toplumu kendi ellerinizle bölüp parçalamış olursunuz.

 

"Savcılar, Başbakan, Cumhurbaşkanı, AKP medyası, günlerdir PKK propagandası yapıyor"

 

Akademik dünyasına yapılanlardan sonra yaşananlar, en büyük PKK propagandasıdır. PKK on yıllarca çalışsaydı, kendi propagandasını bu kadar yaptıramazdı. Savcılar, Başbakan, Cumhurbaşkanı, AKP medyası, günlerdir PKK propagandası yapıyorlar. Akademi dünyasının niyeti PKK propagandası yapmak değildi. Şiddet, silah propagandası yapmak değildi. Beyaz şovda yaşananlarda bu niyetle yapılmadı. Ama sonrasında hükümetin, yargının refleksi, medyanın refleksi, asıl propagandaya dönüştü. Asıl o zaman PKK propagandası yaptılar. Bildiriyi eleştirebilirsiniz, katılmayabilirsiniz, bildiriyi yayınların yayınlama hakkı varsa, geriye kalanların onu eleştirme hakkı vardır. Demokrasilerde böyle işler, en fazla bu kadar ama. Hele hele hükümet yetkilileri olarak hedef gösteremezsiniz, Cumhurbaşkanı olarak yargıya hedef gösteremezsiniz. Suçtur, anayasal suçtur, bizzat yargıyı göreve çağıramazsınız. Kişi olarak isterseniz suç duyurusunda bulunabilirsiniz. İşte böylesi ortamlarda barış diyebilmek, cesaret işidir. İnsan kutsallığını savunabilmek cesaret işidir." 

 

"Çınar saldırısını yapanların çıkıp, açıkça kamuoyundan özür dilemesi lazım"

 

Çınar’da yaşanan saldırıyı da değerlendiren Demirtaş, "Çınar’da kaybettiklerimizi de Sur’da, Silvan’da, Cizre’de yitirdiklerimizi de aynı sıcaklıkla anabilmek, bağrımıza basabilmektir barışı cesaretle savunmak. Biz Çınar’da katledilen sivili, bebeği, Çınar’da, Sur’da katledilen sivilden, bebekten ayırabilirmiyiz? Biz ayıramayız. Bu ayırımı yapan da kendine insanım diyemez. Ama haftalardır, aylardır, Cizre’de sivil öldürüldüğünü kabul etmiyor hükümet. Sivil ölüm yoktur diyor, böyle bir şey olmamıştır diyor. Bunu söyleyen suç işlemiş sayılır, terör propagandası yapmış sayılır diyor. Bu vicdansızlık ortamını kabul edemeyiz" ifadelerini kullandı.

Çınar’da yaşanan saldırının, kimler tarafından yapıldığını bilmediklerini de söyleyen Demirtaş, "Üstlenen çıkar mı ya da sorumluları devlet tarafından tespit edilir mi? Bilmiyoruz. Ama orada katledilen sivil, bebek, çocuklar için bunu yapanların çıkıp, açıkça kamuoyundan özür dilemesi lazım. Hükümet bunu yapabilir mi? Cizre’deki ve diğer yerlerdeki bebek, çocuk, sivil katliamları için yapamaz, kabul bile etmiyor. Ama Çınar’da kim yaptıysa, Cizre’de kim yaptıysa, Silopi’de, Sur’da, Silvan’da yada başka yerde özür istemek, özür dilenmesini beklemek, halk olarak, toplum olarak beklemek hepimizin hakkıdır. Bir daha böyle şeylerin yaşanmayacağına dair bir özür beklemek hepimizin hakkıdır" dedi.

Devletlerin ve hükümetler hata yapabiliceklerini bu işin doğasında bunun olduğunu söyleyen Demirtaş, şöyle dedi:

"Yanlış olan hatada ısrardır, hatayı kabul etmemektir. İşte hükümet uzun süredir vahim hatalarda ısrarcı davranıyor. Eksikliklerini, yetmezliklerini, yanlışlıklarını kabul etmek yerine bunu dile getirenleri düşman ilan ediyor. Emrindeki yargıyı harekete geçiriyor ve ülke biranda bir veya iki yada 3 kutuba ayrılıp, kamplaşıp birbirine düşmanca bakan toplum, halk haline gelebiliyor. Bunu yapan işte iktidarın kendisidir."

HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, bir ülke içerisinde yasa dışı bir şekilde silahlı durumların olmaması gerektiğine inandıklarını belirterek, "Ama, devletin silahlı güçleri de asla yasanın dışına, kanunun dışına, insan hakları ve evrensel kriterler dışına çıkmamalıdır. Varsa yasa dışı silahlı bir unsur, öncelikli yol müzakereyle, konuşarak ikna etme yoludur. 2.5 yıl İmralı merkezli yürüyen bütün müzakerelerde elde edilmek istenen amaçlardan biri bu değil miydi? Ve o noktaya gelinmemiş miydi? Bırakın şehirlerde, dağlarda bile silahlı insan kalmayacaktı. Hepsi yasal çerçevede çözülecekti. Ve sadece 1 hafta, 10 gün müzakerenin sürmesi gerekiyordu. Dolmabahçe mutabakatından sonra görüşmelerin sürmesi ve nihayetlenmesi gerekiyordu.

 

"Oyu siz aldınız, oyu desteği siz aldınız, çözmek zorunda olan da sizsiniz"

 

Bu yapıldı mı? Hayır. Neden vazgeçildi? Bilen yok. Cumhurbaşkanı, Başbakan açıklamıyor. Neden vazgeçildi? Bu kadar ölüme, bu kadar insan hakları ihlaline ne gerek vardı? Masayı devirmeyecektiniz, görüşmeler devam edecekti. Neden masayı devirdiler? Kim, verilemeyecek ne istedi onlardan? Bizim bir talebimiz olmadı. Sadece ülkemiz için demokrasi istedik. Özgürlükçü sivil bir anayasayı da, Türkiye bölünmeden, parçalanmadan bir arada yaşamanın formüllerini konuşalım dedik. Türkiye’ye zarar verecek bir talebimiz olmadı. Neden masa devrildi? Hükümetin Cumhurbaşkanın da çıkıp açıklaması lazım. Dolmabahçe fotoğrafında yanlış olan şey nedir? Yani şu Sur’da, Cizre’de, Silopi’de, Çınar’daki fotoğrafta yanlış çıkaramıyorsunuz da, Dolmabahçe nasıl o kadar yanlış çıkarabiliyorsunuz? Siyasetçi olmak bu mudur? Eğer bu işi Genelkurmay ve askere havale edecekseydiniz, seçime niye girdiniz? Siz kazandıysanız, siyasi sorumluluk sizdedir. Hiç laf çevirmenin alemi yoktur, suçu akademisyenlere, suçu siyasete, muhalefete, medyaya atmanın bir anlamı yok. Oyu siz aldınız, oyu desteği siz aldınız, çözmek zorunda olan da sizsiniz. Biz sonuna kadar barış ve çözüm yanlısı tutumumuzu sürdüreceğiz, kararlılığımız tamdır" dedi.

 

 "Daha fazla çocuğun, bebeğin ölmemesi için de, herkes sesini yükseltmelidir"

 

Selahattin Demirtaş, ne kadar dik durulursa ve karanlığa karşı ne kadar ışık yakılırsa, o kadar ülkemizin erken aydınlanacağını ifade ederek, "Daha fazla çocuğun, bebeğin ölmemesi için de, herkes sesini yükseltmelidir. Çınar’daki Mevlüde bebek de Cizre’deki Miray bebek de bize bunu emreder. Geride kalan insanlar olarak kaybettiklerimizin ortak acısının, onların hatırası üzerine ortak bir yaşam, özgür bir yaşam inşaa etmek istiyorsak, bunu isteyen herkesin demokrasi bloğunda, demokrasi cephesinde yerini alması gerekir" diye konuştu.