Dünya

Delilik salgını

DW’den Martin Muno, Katalonya’da referandum nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın her iki tarafın da porselen dükkanına girmiş fil gibi davrandığı görüşünde.

30 Eylül 2017 01:31

İspanya Başbakanı Mariano Rajoy, geçtiğimiz günlerde Katalonya bölgesindeki bağımsızlık referandumunu engellemek için yaptıkları, Carles Puigdemont başkanlığındaki Katalonya bölgesey yönetimini içten içe keyiflendirmiş olmalı.

Madrid yönetimi ister bölgede polis güçlerini takviye kararı alsın, ister paramiliter Sivil Muhafızları Katalonya'ya konuşlandırsın, ister seçim lokallerine müdahale emri versin, ister belediye başkanlarını gözaltına aldırtsın, yaptığı her şey Katalanların merkezi yönetime nefretini kışkırtıyor ya da daha da artırıyor.

Bu tavrı ile Rajoy, yangına körükle giden sonra da yangın büyüdü diye şikayet eden popülistleri çağrıştırıyor. Katalonya'daki ayrılma yanlılarının gittikçe daha fazla destek görmesine yol açan etkenlerden biri de muhafazakar Halk Partisi'dir.

Özerklik statüsü: Kaybedilmiş fırsat

Hatırlanacak olursa 2006 yılında İspanya ve Katalonya parlamentolarında Katalonya için öngörülen geniş çaplı özerklik statüsü kabul edilmiş ve Katalonya'da düzenlenen halk oylaması ile de onaylanmıştı. Bu özerklik statüsü metninde Katalonya bir "ulus" olarak tanımlanmıştı. Ve bu metin Barcelona ile Madrid arasında iç savaştan ve ardından gelen Franco diktatörlüğü döneminden kalma derin ayrılığı giderecek gibi görünüyordu.

Ancak liderliğini Rajoy'un yaptığı Halk Partisi işte bu özerklik statüsünü Anayasa Mahkemesi'ne götürdü. Mahkeme 2010 yılında verdiği kararda özerklik statüsü metninde geçen başlıca öneme sahip maddelerin yasaya göre geçersiz olduğuna hükmetti. Bu karar, daha fazla özerklik yerine merkezî yönetime geri dönülmesinin ve yetkilerin yeniden Madrid'e verilmesinin yolunu açmış oldu. Bunun sonuçları işte bugün çok iyi hissediliyor. Bu karar öncesinde Katalonya Özerk Bölge Parlamentosu'nun eskiden 135 üyesinden sadece 14'ü İspanya'dan ayrılma yönünde görüş belirtirken, şimdi bu sayı 72'ye yükselmiş durumda. Bu da mutlak çoğunluğa işaret ediyor.

Sadece kaybedenler mi var?

Aslında Katalanlar da bu girişimleri ile ne kadar riskli bir oyuna giriştiklerini biliyorlar. Çünkü bağımsız bir Katalonya'nın İspanya ve AB ile ilişkilerinin büyük ölçüde zorlaşacağı ortada. Burada söz konusu olan bir ayrılma durumunda ünlü futbol kulubü Barcelona'nın İspanyol liglerinde ya da Şampiyonlar Ligi‘nde oynayıp oynamayacağı meselesi değil. Öyle bir durumda Barcelona ancak ve ancak kendi şehirlerinin kulüplerine karşı sahaya çıkabilir.

Asıl mesele Belçika büyüklüğünde bir yüzölçüme sahip olan Katalonya'nın kendi devlet yapısını oluşturma zorunluluğunda olmasından kaynaklanıyor. Böyle bir durumda Katalonya'nın AB'den çıkması ve hem İspanya hem Avrupa ile ticaretin de ister istemez çöküntüye uğraması gündeme gelecektir. O zaman da bağımsız devlet çoşkusu anında hayal kırıklığına dönüşecektir.

Madrid'in Katalanların ayrılma eğilimi konusundaki rahatsızlığı ise anlaşılır bir durum. Zira İspanya'nın ekonomik performansının beşte biri Katalonya'da gerçekleşiyor. Olası bir ayrılma durumunda İspanya daha da derin bir ekonomik çöküntüye düşebilir. AB'nin de haklı endişeleri var. Çünkü Katalonya'nın bağımsız duruma gelmesi Bask Bölgesi‘ni, Kuzey İrlanda‘yı, Güney Tirol Bölgesi‘ni, İskoçya‘yı ve Belçika'nın Flaman Bölgesi'ni de bağımsızlık yönünde fitilleyecektir.

Çözüm bulmak için geç mi kalındı?

Peki halk oylamasının kendisi ne olacak? Son polis baskınları ve gözaltılardan sonra 1 Ekim'deki referandumun düzgün bir biçimde yapılması mümkün olmayacak gibi görünüyor. Referandumun sonucu ne olursa olsun, siyasi anlamda da hukuksal anlamda da bu sonucu kalıcılığı olmayacaktır.

Peki ama Rajoy hükümeti daha sonra yapılacak bir referandumu engelleyebilir mi? Sadece yoğun sayıda Sivil Muhafızı Katalonya'da sürekli konuşlandırırsa, ancak o bedel karşılığında olabilir. Bunun ne gibi sonuçları olabileceği 1980'li yıllarda Bask Bölgesi'nde yaşanmıştı. Orada ilan edilen fiili olağanüstü durum muhafazakar orta sınıftan insanları bile yasa dışı ETA örgütünün sempatizanı konumuna getirmişti.

Şu anda İspanya ile Katalanya yönetimleri, iki yeni yetmenin birbirine karşı araba yarışına çıkması gibi bir tavır içinde. Bir facianın önlenmesi için oturup görüşmeleri lazım. Adil bir mali dengeleme, özerklik hakları ve İspanya'nın merkezî bir devlet yapısından federal yapıya dönüşmesi gibi konuların görüşme gündeminde olması gerekiyor. Rajoy ile Puigdemont bunun üstesinden gelebilir mi, bu biraz kuşku götürür.

Martin Muno

© Deutsche Welle Türkçe