G-20 zirvesinde “Dünya ekonomisi duraklamadan nasıl çıkar” tartışmasında, Başbakan Ahmet Davutoğlu, ABD Başkanı Barack Obama’nın “talebi artırıcı politikalara öncelik verilsin” tezine destek çıktı. Davutoğlu, “Bizim ekonomimiz için Amerika’nın tutumu doğru bir yaklaşım. Dünya piyasalarında eğer talep artmazsa, Türk ekonomisinin büyümesinin de sınırı var. Dolayısıyla biz bu ihtilafta dünya piyasalarında talebin artması yanında duruyoruz. Ama bunu yapmış olmak bir ülkenin illa mali disiplinden taviz vereceği anlamına gelmez dedim” dedi.
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun hafta sonunda katıldığı G-20 zirvesi, dünya ekonomisindeki toplam gayrisafi milli hasılanın yüzde 85’ine yakın bir bölümünü üreten bu grup içinde ekonomik büyüme ve dünya ticaretine ilişkin temel politikalar üzerinde beliren görüş ayrılıklarını sergilemesi ve ayrıca Türkiye’nin bu kamplaşmalarda kendisini nerede konumlandırdığını göstermesi bakımından ilginç tartışmalara sahne oldu.
Bu tartışmalar özellikle G-20’nin önceki günkü oturumuna damgasını vurdu. Dünya ekonomisinin küresel krizden çıkması için hangi yolun izlenmesi gerektiği konusunda başlıca iki görüş şekillendi.
Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Sedat Ergin’in haberine göre G20 zirvesinde yaşananlar şöyle gelişti:
ABD Başkanı Barack Obama ve İngiltere Başbakanı David Cameron’un başını çektiği grup, piyasalarda talebi artırmaya dönük politikalara ağırlık verilmesini savundu. Obama, küresel talebin artırılması hedefine her ülkenin katkı yapması çağrısında bulunurken, Almanya Başbakanı Angela Merkel ise talep artışının enflasyonist baskı yaratacağı görüşünden hareketle mali disipline ağırlık veren politikalar izlenmesi tezini savundu. Bu bölümde dikkat çeken bir nokta, AB üyeleri arasından Fransa ve İtalya’nın Almanya’nın mali disiplinci çizgisinden çok, ABD’nin talepçi yaklaşımından yana yer almalarıydı.
Taraf tutmuyoruz ama…
Peki bu çekişmede Türkiye nasıl bir tutum aldı. Başbakan Davutoğlu, önceki akşam bir grup gazeteciyle sohbetinde, G-20’de bu konuda verdiği mesajı aktarırken “Ben de yaptığım konuşmada böyle bir zıtlığın doğru olmadığını, bunun üretken bir sonuç doğurmayacağını vurguladım” diye konuştu. Bununla birlikte, Davutoğlu’nun aldığı pozisyonda “tarafsızlık” tonuna karşılık ibre yine de kısmen Obama’nın talebi artırmaya dönük politikasından yana kaymıştı. Başbakan, bu durumu şöyle ifade etti:
“Daha sonra Obama’nın söylediklerine katılıyorum dedim. Gerçekten de öyle. Bizim ekonomimiz için Amerika’nın tutumu doğru bir yaklaşım. Dünya piyasalarında eğer talep artmazsa, Türk ekonomisinin büyümesinin de sınırı var… ‘Dolayısıyla biz bu ihtilafta dünya piyasalarında talebin artması yanında duruyoruz. Ama bunu yapmış olmak bir ülkenin illa mali disiplinden taviz vereceği anlamına gelmez’ dedim. Bunun ikisi birlikte gerçekleşebilir. Bunun ikisini birlikte gerçekleştirecek olan şey, piyasalarda güven ortamının sağlanmasıdır.
Güven olan yerde hem uzun dönemli planlama ile yapısal dönüşümü gerçekleştirirsiniz, hem de mali disiplinden taviz vermeniz gereken bir tablo ortaya çıkmaz. Ama güvensizlik varsa istikrarsızlık beklentisi varsa, ekonomide popülizm varsa o zaman reel sektöre dönük adımlarınız enflasyonist bir baskı oluşturur. Biz bu kutuplaşmada bir taraf tutmak yerine siyasi istikrara dayalı olarak her ikisinin de gerçekleşebileceği inancını taşıyoruz. Zaten Türkiye’nin rakamları da bunu gösteriyor. Bütün ülkelerin kalkınması negatife düştüğü bir dönemde Türkiye (geçen 11 yılda) yüzde 5.5 ortalama kalkınma sağladı. Bu da istikrarla izah edilebilecek bir şey.”
2024’e kadar Ak Parti iktidarı mesajı
Bu vurgusuyla birlikte, Davutoğlu’nun G-20’deki konuşmasının önemli bir teması, Türkiye’de geçen 12 yıldaki reform sürecini konu aldı. Başbakan, öncelikle reform sürecinin siyasi boyutunu ön plana çıkardı ve “Bu masa etrafında Türkiye dışında 12 yıl kesintisiz siyasi istikrar yaşamış başka bir ülke yok” diye konuştu.
Davutoğlu, bu çerçevede 2014 yılında Türkiye’nin iki seçim geçirdiğini, üçüncü seçimin de eşikte olduğunu belirtti. Burada ilginç olan bir nokta, Davutoğlu’nun başbakanlığını yaptığı 62’inci hükümetin programının “dokuz yıllık bir perspektifle” yazıldığını vurgulamasıydı. Davutoğlu, bu mesajını gazetecilere değerlendirirken “Dolayısıyla buradakilere ‘siz de ayağınızı buna göre ayarlayın’ demiş olduk” açıklamasını yaptı. Davutoğlu’nun “ayağınızı buna göre ayarlayın” mesajından G-20’deki muhataplarına, yaklaşık dokuz yıllık bir AK Parti iktidarı perspektifi verdiği sonucunu çıkartmak mümkün.
Davutoğlu, bu mesajının muhataplarında da genel bir kabul gördüğü görüşünde. Nitekim Başbakan, önceki akşamki açıklamaları sırasında “yabancı muhataplarında Türkiye’nin önümüzdeki dönemde siyasi istikrarı sürdüreceğine dair genel bir kanaatin bulunduğunu” vurguladı.
Davutoğlu, G-20’deki konuşmasında ayrıca hükümetin mali disiplini koruma ve yapısal reformları gerçekleştirme alanındaki adımlarını da anlattı, bu çerçevede üretim kalkınması alanında 25 sektörde büyük bir dönüşüm programının açıklandığını kayda geçirdi. Davutoğlu, gazetecilere de “Başka hiçbir ülkenin bizimki gibi bir yapısal eylem programı yoktu” diye konuştu.
İthalat-ihracat karşı kutuplar değil
G-20’nin önceki günkü oturumunun öğleden sonraki bölümü ise ticaret politikaları ve özellikle Dünya Ticaret Örgütü’nün reform edilmesi ihtiyacına dönük üzerindeki tartışmalarla geçti. Davutoğlu, bu tartışmalar sırasında verdiği mesajı da şu sözlerle aktardı:
“Bu konuda da ciddi bir tartışma yaşandı. Orada da söz aldım ve dünya ticaretinin liberalleşmesi gerektiğini söyledim. Dünya ticareti her sene yüzde 6-7 büyürken geçen sene yüzde 3 büyüdü. Bu ya korumacı politikalar yüzünden, talepte zaten düşme var… İkinci olarak bizim üzerinde durduğumuz konu, ithalat ve ihracatın karşı kutuplar olarak görülmemesi gereğidir. G-20 ülkelerinin ihracatının yüzde 30 ile 60’sı girdisi ithalat olan şeyler. Birisi ihracat yaparken, ithalat yaptığı bir şeyi ihraç ediyor. Mütekabiliyet uyguladığınızda, aslında kendi ayağınıza da kurşun sıkmış oluyorsunuz. Bizde de çok var, alıp asemble edip satıyorsunuz. İthalatınızın girdisinin fiyatı artınca, sizin de ihraç ettiğiniz malınızın fiyatı artıyor. ‘Dolayısıyla bu kadar iç içe geçen bir ekonomide bunu tamamıyla kutuplar arası bir savaşa dönüştürmemek lazım’ dedim. Ayrıca, KOBİ’lerin öne çıkması için özel bir çaba gerekir. Kobiler istihdamı artırmak bakımından bizim için kritik bir alan. “
G20’de AB’ye sadakat çağrısı
Davutoğlu’nun ticaret bölümünde verdiği en önemli mesajlardan biri de ABD ile AB arasında yürütülmekte olan Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Antlaşması’nı (TTIP) konu aldı. Başbakan’ın ana mesajı, AB’nin yüklenmiş olduğu ikili anlaşmalar ile sonradan yapacağı düzenlemeler arasında ortaya çıkacak çelişkilerin bazı ülkeleri (Türkiye) “mağdur edeceği” tezini konu aldı. Davutoğlu, bu başlıkta G-20’ye verdiği mesajı şu sözlerle anlattı: “İkili anlaşmalarla, çoklu ve çok taraflı anlaşmaların tutarlı olması gerekir. Biz AB ile gümrük birliği içindeyiz ama AB’ye tam üye değiliz. AB’nin yaptığı her ikili ticaret anlaşması bu durumda bizi etkiliyor ve ticaret rekabeti bakımından aleyhimize durum yaratıyor. Örneğin, AB Meksika ve Güney Kore ile anlaşma yapınca, bu bizim aleyhimize sonuç doğuruyor. O zaman liberal ticaretten söz edemeyiz. ‘O zaman AB ahde vefa göstersin, bizimle yaptığı anlaşmada AB’yi sadakate çağırıyorum’ dedim… ABD ile AB arasında ticaret anlaşması (TTIP) imzalanırsa ve Türkiye dışında kalırsa, bu bütün uluslararası taahhütlere aykırı bir durum ortaya çıkartır. AB’ye çağrıda bulunuyorum. Burada gümrük birliğinin doğasını bozacak şeylerden kaçınılması lazım, bu bizim için hayati bir mesele ve liberal ticaret anlayışlarına da ters düşer.” Davutoğlu, bu çıkışı yapmasının ardından İngiltere Başbakanı David Cameron’un kendisine hak verdiğini anlattı. Kuşkusuz, bu mesajın gittiği adreslerden biri de ABD’ydi. Peki bu meselenin aşılmasında ABD mi yoksa AB’ye mi rol düşüyor. Bir gazetecinin “Bizi hangisi kurtarır?” sorusuna Davutoğlu şu yanıtı verdi: “AB ‘gelin beraber yapalım’ derse kurtarır. Ya da ABD ‘Türkiye olmadan ben bunu nihayetlendirmem’ derse kurtarır. Biz ‘beraber müzakere edelim, yok olmazsa ABD benzer bir anlaşmayı bizimle yapsın, biz de bu sistemin bir parçası olalım’ diyoruz…”
2015 seçimi dönem başkanlığını etkilemez
Bu zirvenin önemi, G-20’nin dönem başkanlığının Avustralya’dan Türkiye’ye geçmesinin hemen öncesine rastlamasıydı. Türkiye, dönem başkanlığını iki hafta sonra 1 Aralık tarihinde resmen üstleniyor. Dönem başkanlığı, aynı zamanda Türkiye’deki bir seçim yılına denk düşecek. Seçimin Türkiye’nin dönem başkanlığına etkisi olur mu? Davutoğlu, bu soruya yanıt verirken, “hiçbir etkisinin olmayacağını” belirterek şöyle dedi: “Belki bunu altı ay önce, martta konuşuyor olsaydık (bu sorunun) bir anlamı olabilirdi. Türkiye içinde de Türkiye dışında da, piyasalar itibarıyla, siyasal anlamda da burada herkesin gördüğü, bu hükümetin önümüzdeki kısa ve orta vadede gelecekte alternatifi yok… Uzun vadeyi Allah bilir, kısa vadeyi de Allah bilir de… Ama seçimler zirve hazırlıklarını etkilemez… “
G-20 ülkeleri
ABD, İngiltere, Japonya, Kanada, Almanya, Fransa, İtalya, Rusya, Avustralya, Brezilya, Arjantin, Hindistan, Çin, Endonezya, Meksika, Suudi Arabistan, Güney Afrika, Güney Kore, Türkiye ve Avrupa Birliği Komisyonu.
Dünyanın ekseni sizin zihin algınızdır
Başbakan Ahmet Davutoğlu, önceki akşam yaptığı açıklamalar sırasında geçmişte eksen tartışmaları nedeniyle kendisini eleştirmiş olan köşe yazarlarına da bir dokundurma yaptı ve şöyle dedi:
“Mesele şu, yumurtalarınızı aynı sepete koymayacaksınız, riski dağıtacaksınız, alana yayılacaksınız. Bazı gazeteci dostlarımızı hatırlıyorum, isimleri gözümün önünden geçiyor, 2006 yılında Afrika açılımı ile ilgili ilk adımları attığımızda bizi eksen kaymasıyla, Türkiye’yi batıdan koparmakla suçlamışlardı. Keşke şimdi gelseler de şu G-20 ekseninde neler konuşuluyor, bir görseler... Artık dünyanın ekseni sizin zihin algınızda, eksen orada... Yani ne kadar yeni fikir, yeni marka üretiyorsanız, ne kadar yaratıcı alternatifleri çoğaltıyorsanız eksen orada... Mesela Almanya’nın Çin ile ilişkileri o kadar sofistike ve derin ki, ama kimse Almanya’da Çin ile ekonomik ilişkiler dolayısıyla eksen kayıyor demiyor...”