T24 - Balyoz darbe planı iddiasıyla ilgili olarak açılan davanın bir numaralı sanığı eski 1. Ordu Komutanı, emekli Orgeneral Çetin Doğan’ın damadı Prof. Dani Rodrik, “kasıtlı ve yanıltıcı yayınlar yaptığını” savunduğu Zaman gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı'yı, internet üzerinden açık bir tartışmaya davet etti. Rodrik, tartışmayı yönetmesi için tarafsız bir gazeteci üzerinde uzlaşma sağlanamazsa, iki tarafın da karşılıklı olarak yönelteceği üçer sorunun kamuoyu önünde cevaplanması önerisinde de bulundu.
Çetin Doğan'ın, ikisi de Harvard Üniversitesi'nde öğretim üyesi olan kızı Pınar Doğan ile damadı Dani Rodrik, Şubat 2010'da “Çetin Doğan ve Gerçekler” adı altında yayına soktukları blogda iddialara karşı bulgularını paylaşıyorlar. Rodrik ve Doğan, bir dizi zamanlama çelişkisi içeren bulgu ve analizlerini kısa süre önce “Balyoz: Bir Darbe Kurgusunun Belgeleri ve Gerçekleri” adıyla kitap olarak yayımladılar.
Dani Rodrik'in Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı'ya yaptığı ve blogda da yayımladığı çağrı şöyle:
"Sayın Dumanlı,
Balyoz davası konusunda yaptığınız yayınların birçok yanlışlar içerdiğini görüyor, bu yayınların çoğu zaman kasıtlı ve yanıltıcı olduğunu düşünüyorum. Son günlerde beni de doğrudan hedef alan yazılar yayimlamaya başladınız. Bu yazılar da evvelkiler gibi birçok maddi hata içeriyor.
Bu yanlış ve hata dolu yazılarınızdan sadece iki tane örnek vermekle yetiniyorum: http://cdogangercekler.wordpress.com/2011/01/22/a-bizarre-but-revealing-article/ ve http://cdogangercekler.wordpress.com/2011/01/06/zaman-gazetesi-zor-durumda/.
Blogumuzda daha birçok örneğini bulacaksınız.
Şahsımı hedef alan yazılarınız doğrusu beni rahatsız etmiyor. Bu tür yayınlara devam etmek sizin bileceğiniz iş. Ancak, Türkiye ve dünya kamuoyunun Balyoz davasıyla ilgili aydınlanması ve gerçeklerin ortaya çıkması açısından bu konuda karşılıklı bir tartışmanın faydalı olacağını düşünüyorum.
Size şöyle bir önerim var: İsmi üzerinde önceden anlaşacağimiz bir gazetecinin yöneteceği ve bize karşılıklı sorular soracağı bir söyleşiye katılmaya hazır mısınız? Ben Amerika’da siz Türkiye’de olduğunuzdan, böyle bir söyleşiyi yazılı olarak internet üzerinden yapmak durumundayız, ama gene de mümkün ve faydalı olacağını düşünüyorum.
Eger 'tarafsız' bir gazetecinin ismi uzerine anlaşamazsak, ikinci olarak şunu öneriyorum: Siz bana istediğiniz üç soruyu yöneltin, ben de size istediğim üç soruyu yönelteyim. Kabul ederseniz, bana verdiğiniz cevapları biz blogumuzda yayımlamak isteriz. Siz de benim verecegim cevapları (değistirme/kısaltma yapmamak şartıyla) istediğiniz gibi kullanırsınız.
Hiçbir şeyde anlaşamıyorsak dahi, Turkiye'de bu noktada büyük bir bilgi kirliliği olduğu konusunda umarım anlaşabiliriz. Size teklif ettiğim cinsten bir tartışmanın bu bilgi kirliliğini biraz olsun azaltmaya yarayacağını düşünüyorum.
Umarım teklifime olumlu cevap verirsiniz.
Saygılar,
Dani Rodrik
Not: Bu mektubu blogumuzda olduğu gibi yayımlıyoruz."
Dumanlı: Gölcük belgeleri meseleyi kesinleştirdi
Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, 24 Ocak Pazartesi günü yayımlanan son yazısında, Gölcük'te ele geçen belgelerin “teferruatlı bir askeri darbe çalışmasını gözler önüne serdiğini, meseleyi daha kesin ve daha somut bir noktaya taşıdığını” öne sürdü. Daha farklı belgeler de ortaya çıkmasına rağmen Gölcük'te bulunanların Taraf'ta 20 Ocak 2010'dan itibaren yayımlanan belgelerin aynısı olduğu iddiasına katılması dikkat çeken Dumanlı'nın, Zaman'da “Harp oyunu dedikleri böyle oluyor galiba” başlığıyla yayımlanan (24 Ocak 2011) yazısı şöyle:
Gölcük'teki Donanma Komutanlığı'ndan çıkan belgeler yeni bir dönüm noktasıdır. Bazılarının bilgileri ayrı ayrı ele alarak giriştiği yanıltma çalışması tipik bir psikolojik harekâttır.
Aslolan soru şu: Bir ülkenin ordusu bazı evrakları niçin parkelerin altındaki gizli bölmelerde saklar? Madem illegal bir faaliyet söz konusu değildir; niçin askerî tesislerde 'zula' yapılır ve belgeler 'çok gizli' bir şekilde korunur? Niçin? Bu sorunun cevabını veremeyenlerin her bir evrak hakkında uzun uzun konuşmasının kamuoyunun dikkatini dağıtmaktan başka hiçbir anlamı bulunmuyor. Kaldı ki ortaya çıkan belgeler teferruatıyla bir askerî darbe çalışmasını gözler önüne seriyor.
Devletin savcısı bir ihbar üzerine Gölcük'teki Donanma tesislerine gidiyor ve 'zula'da bulduğu belgeleri kameralar eşliğinde kaydediyor. Üstelik bu hukukî işlemler yapılırken askerî yetkililer de orada bulunuyor ve işlemlerin yapılmasında yardımcı oluyor.
Dile kolay; 9 çuval belge. İçinde yok yok! Balyoz darba planının bir numaralı sanığı emekli Orgeneral Çetin Doğan'ın 'imzasız' gerekçesiyle inkâr ettiği 11 No'lu Balyoz CD'si de Gölcük'teki aramada 'ıslak imzalı' olarak açığa çıkıyor. Camilerin nasıl ve kimler tarafından bombalanacağı, sivil ve askerî şahıslardan kimlerin tutuklanacağı, darbe karşıtı sanılan komutanların nasıl görevden uzaklaştırılıp tevkif edileceği, gözaltı ve tutuklamaların kimler tarafından yapılacağı vs. tek tek anlatılıyor. Üstelik şu ana kadar inkâr edilen bazı dijital belgelerin yine ıslak imzalı orijinalleri de ele geçiyor aramalarda.
Şimdi bu saatten sonra, "Gölcük'te çıkan belgeler daha önceki belgelerin aynısı!" diyerek işi sulandırmanın hiçbir manası yok. Tabii ki aynısı olacak. Anlaşılan o ki birtakım güncellemeler, darbeye her an hazırlıklı olmanın tabii bir neticesi. Cunta istiyor ki, yol haritaları bir yerde hazır bekletilsin; ta ki yönetime el koyduklarında şaşkınlık yaşamasınlar. Zaten ele geçirilen belgelerde bu durum açık açık ifade ediliyor. 12 Eylül Darbesi esnasında tam hazır olmamaktan kaynaklanan bazı sıkıntılar dile getiriliyor ve darbe planlarının her an yeni ve hazır halde tutulması isteniyor.
Çetin Doğan ve akrabalarının temel tezi neydi? Daha önceki belgelerin sahte olduğunu, bu belgelerin bir yerlerde hazırlandığını savunuyorlardı. Oysa o belgelerin teferruatını da dışarıdan yazmak, o kadar bilgiyi sahte evrakla teyit etmek imkânsızdı. Şimdi ortaya çıkan 'Gölcük belgeleri' meseleyi daha kesin ve somut bir noktaya taşıdı. Bu noktadan sonra savcılık tarafından ileri sürülen iddiaları daha dikkatle okumak zorundayız. O iddialara kulaklarını tıkayıp meseleyi sulandırmak için yapılan tahrifatın bir önemi kalmamıştır. Belgeler, vahim bir cunta çalışmasını işaretliyor. Bunun hesabını vermek yerine dikkatleri dağıtmaya yönelik laf üretmek doğru, sağlıklı ve inandırıcı bir yaklaşım değildir.
Acı tecrübelerle sabittir ki, bu ülkede darbeciler 'kamuoyu oluşturma'ya, 'şartların müsait hale gelmesi'ne büyük önem vermiştir. Kaotik olayların tezgâhlanması, darbeyi meşru gösterebilmek içindir. Balyoz Planı'nda da Aleviler, tarikatlar, sol gruplar, cemaatler, azınlıklar diye ifade ettikleri kitleler arasına 'adam sızdırmak' için büyük bir gayret sarf ettikleri görülüyor.
Peki ya, cunta bir şekilde deşifre olursa? Onu da düşünmüş Balyoz Planı'nı yapanlar. Yakalanmaları halinde 'harp oyunu' diye bir gerekçeye sığınacaklarını, Gölcük belgeleri ispat ediyor. Demek ki bazı sanıkların o televizyondan bu televizyona koşarak, "Darbe değil, harp oyunu!" demesi boşuna değilmiş. Ortada bir oyun olduğu, rollerini hiç de fena yapmayan oyuncular bulunduğu tezi, ortaya çıkan 9 çuval belge sonucunda çok kuvvetlendi. Bu duruma rağmen, 'harp oyunu' oynamaya devam edenler çıkabilir; ancak bu tatbikat amaçlı bir askerî oyun değil, olsa olsa topluma yönelik psikolojik harp oyunudur...
Rodrik ve Doğan: Somut kanıt ve bulgularımız var
Dani Rodrik ve Pınar Doğan, bloglarında, bazı gazete yazarlarına cevap verirken Gölcük'ten çıkan belgeleri ilk incelemelerinde bile zaman çelişkisine rastladıklarını belirtirken, daha önce yayımlanan belgelerdeki çelişkilerin de hâlâ cevaplanamadığını vurguladılar. Rodrik ve Doğan'ın, Balyoz belgeleri üzerine 23 Ocak Pazar günü “Olgular, kanaatler, gerçekler” başlığıyla yayımladıkları yazı şöyle:
Olgular, kanaatler, gerçekler
Balyoz’un gerçek olduğuna kesin gözüyle bakanlar ve bizim yazdıklarımıza tepki gösterenlerden çokça böyle şeyler isitiyoruz.
Türkiye’de askerlerin bir darbe geleneği olduğu malum. Üstelik, 2003-2004 yıllarında 1. Ordu’da darbe hazırlıkları olduğuna dair MIT’in bile ciddiye aldığı söylentiler yok mu?
Bu kadar detaylı dosyaları (örneğin subayların sicil numaralarına kadar varan görevlendirme belgelerini) ordunun içinden birileri dışında kimler hazırlamiş olabilir?
TÜBITAK’ın Emniyetin, savcıların, o kadar inceleme sonunda gerçeklere varmamış olmaları, sahtecilik emarelerini anlaşmışcasına gözardı etmiş olmaları mümkün mü?
Donanmanın göbeğinden çıkan tonlarca belge gerçekten bir “çete” tarafından oraya yerleştirilmiş olabilir mi?
Balyoz doğru olmasaydı, Genel Kurmay o kadar zaman sessiz kalır mıydı?
Balyoz’a şüpheyle bakan kimilerinden ise böyle şeyler duyuyoruz:
Türkiye’de veya dünyada hangi darbe planı önceden bu kadar detaylı bir şekilde kağıda dökülmüş, komutanın emriyle yapılan bir seminerde kayda alınmış? Bu hiç mantıklı gelmiyor.
TSK geçmişte bazı karanlık işlere karışmış olsa dahi, komutanların cami bombalama, uçak
düşürme, azınlıkları katletme gibi canice planlar yapmış olması akla sığmıyor.
İstanbul merkezli bir kıpırdanma olmuş olsa dahi, bu adamlar ülke çapında yönetimi nasıl ele geçireceklerdi?
Balyoz gerçek olsa, şimdiye kadar bir tek Allahın kulu çıkıp da, “evet ben bu planlara iştirak ettim, çünkü ülkenin yararı için bunu yapmak gerekiyordu, bakın AKP’nin ülkeyi getirdiği duruma …” cinsinden laflar etmez miydi?
Darbe planları yapılmış olsa dahi, şimdiye kadar belgeleri imha edilmiş olmaz mıydı? Özellikle dava açıldıktan sonra Gölcük’te yer karolarının altında çuvalla darbe belgesi saklayacak kadar akılsız olabilir mi bu adamlar?
Balyoz davasına, detaylarına ve belgelerine girmeden dışarıdan bakarsanız, bu argümanlardan hangilerini daha inandırıcı bulduğunuza, dünya görüşünüze ve genel değerlendirmelerinize göre karar verirsiniz. Doğrusu, biz de belgelerle haşır neşir olmamış olsak, birinci gruptaki argümanların (en azından bir kısmını) kuvvetli bulurduk, kanımız o yönde olabilirdi.
Ama bizim bu blogda olaylara yaklaşımımız iki kesimden de farklı. Dikkatinizi çekelim, bu blogda biz ikinci türden (örneğin Ahmet Hakan’ın ileri sürdüğü cinsten) argümanlara pek yer vermiyoruz. Biliyoruz ki bu cinsten argümanların karşısında benzer (ve belki de eşit inandırıcılıkta) birinci grupta listelediğimiz argümanlar var. Tartışma bu düzeyde kalırsa, bir kanaat belirtme yarışına dönüşür, inananlarla inanmayanların görüşlerini değiştirmek için hiçbir kuvvetli sebebi olmaz.
Biz böyle yapmıyoruz, vardığımız sonuçlara somut kanıtlar, herkesin anlaşmak zorunda olduğu bulgular üzerinden gidiyoruz. Bu bulguların ne olduğunu tekrar özetleyelim.
2003’te hazırlandığı iddia edilen ve iddianamede atfedilen suç unsurlarının tamamını ihtiva eden 11 no.lu CD’de daha sonraki senelere ait (ve önceden bilinmesi mümkün olmayan) bilgiler vardır. Bu, bu CD’nin 2003 senesinde oluşturulmadığının, dolayısıyla üzerinde oynanmış sahte bir CD olduğunun tartışılmaz kanıtıdır.
Savcıların bu CD’nin gerçek olduğuna dair iddialarının en önemli dayanağı, CD’nin ve içeriğindeki belgelerin üstverilerinde görülen tarih ve kullanıcı bilgileridir. Bu bilgilerin istenildiği şekilde kötü niyetli kişiler tarafından sonradan üretilebileceği bilinen bir şeydir ve TÜBITAK’ın kendi (ikinci) raporunda açıkça belirtilmiştir.
Emniyet ve savcılar, bizim ve başkalarının ortaya çıkardığı zamanlama çelişkilerini araştırmamış, ellerinde bu çelişkileri gösteren bilgiler olduğu halde göz ardı etmiştir.
Gölcük’ten çıkan belgelerin bir kısmı 11 no.lu CD’dekilerin aynısıdır, bir kısmı da benzer dijital belgelerdir. 11 no.lu CD’dekilerin sahtekarlık içerdiği (yukarıda belirttiklerimiz ışığında) açıktır. Yeni belgelerde de şimdiden en azından bir tane kesin zamanlama çelişkisi ortaya çıkmıştır. Bu da yeni belgelere en azından kuşkuyla bakılmasını gerektirmektedir.
Burada yazdıklarımızın hiçbiri kanaata dayalı, yoruma açık ifadeler değil. Hepsini blogumuzda bolca belgeledik. Bu bulgular ışığında Balyoz iddialarının gerçek olduğuna inananları anlayamıyoruz.
Inanmaya devam edeceklerse, onlardan en azından şu soruyu cevaplandırmalarını istiyoruz: Yukarıda belirttiğimiz 4 bulgudan hangisi hakkinda kuşkunuz var? Bu bulgularda anlaşıyorsak (ki başka türlüsünün nasıl olabileceğini görmüyoruz), iddiaların gerçek olduğunu özellikle zamanlama çelişkileri ışığında nasıl izah edebiliyorsunuz?
Biz karşı taraftan gelen tüm sorular uzerinde düşünüyor, onlara cevaplar yetiştiriyoruz. Ama bizim bu sorularımıza nedense hiç cevap gelmiyor.
Biz zamanlama çelişkilerini ortaya çıkardıkça, önce sessizlikle karşılaştık. Sonra, tek tük izah etmeye uğraşanlar oldu. Çelişkiler arttıkça ve sağlamlaştıkça, bu zorlama cevaplar da gittikçe azaldı. Sonra kendi içinde tutarsız “belgeler güncellendi” iddiası ortaya atıldı. Gölcük’ten çıkan bir bir belgenin üstverisi Emniyet tarafindan yanlış aktarıldı diye, “işte güncellenme” diye bir dizi yayın yapıldı. Bunun yanlış olduğu ortaya çıkınca, gene suskunluk hakim oldu. (Ilginç olan, argümanları çürüdükçe kimse çıkıp da, “yanlış düşünmüşüm” diye bir düzeltme yapmak ihtiyacı hissetmiyor.)
Biz “burada sahte belge üreten bir çete var, çetenin işbirlikçileri de değişik yerlere sızmış” dediğimiz zaman bunu peşin hükümlü olduğumuz için söylemiyoruz. Elimizdeki bulguları başka türlü izah etmek mümkün olmadığı için bu sonuca varıyoruz. Aksini düşünenler ise bulgularımızı ya görmezlikten geliyor, ya da tutarsız ve/veya yanlış argümanlarla çürütmeye çalışıyor.
Balyoz’un gerçekliğine inananlara tekrar soruyoruz: Yukarıda belirttiğimiz ve Balyoz davasının çökmesini gerektiren dört bulgudan hangisiyle sorununuz var?