“Oradan normal yaşınla gelmiyorsun. 16 yaşında gitmişsem, 16’ımda döndüm. Sen gittiğin gibi dönüyorsun, ama işte geride bıraktıkların öyle değil.”
Bu sözler PKK’daki kod adı Rojda olan ve 16 yılını dağda geçiren, gerçek ismi kendinde saklı bir kadına ait. Evleri bombalanınca İstanbul’a taşınan, bir kışını naylondan yapılma evde geçirdiği, kendi deyimiyle ‘bir rezalet içinde geçen çocukluğu’nun ardından 1989’da dağa çıkan Rojda, bugün Almanya’da yaşıyor. Başta çocuğu aracılığıyla edindiği sınırlı çevresinden sakladığı, kendi çocuğuna da henüz anlatmadığı hikâyesini anlatıyor.
Bu hikâye, en çok ölenlerin sayılarıyla tarif edilen ‘Kürt sorunu’nun henüz konuşulmaya başlanmayan fasıllarından birini açıyor: Dağdan inenler. Daha daraltılmış haliyle, dağdan inen kadınlar.
“Neden dağa çıktılar” sorusunun cevabı az çok verilen, ancak dağda, PKK içinde ne yaşadıkları sınırlı çevrelerce bilinen, dağdan inme kararı aldıktan sonra adımını attıkları yeni ve sivil hayatta neler yaşadıklarını sadece kendilerinin bildiği bu kadınlar, “Bizim Gizli Bir Hikâyemiz Var” başlıklı kitapta şimdiye kadar ‘merak edilmeyen’ kendilerini anlatıyorlar.
Aralarında devletin Kürtlere yaptıklarının yanı sıra erkeklerin hemcinslerine yaptıklarını da dert edinerek dağa çıkanların olduğu kadınlar, 'erkekler etkilenmesin' diye başörtüsü taktıkları, gömleklerinin kollarını kıvırmanın yasak olduğu 1990’lardan yaklaşık 2005’e uzanan süreçte kendileriyle birlikte dağdaki dönüşümü de anlatıyor. Ve Bingöl, dağdan inen kadınların bilmedikleri bir hayata sıfırdan başlamasına odaklanıyor. Silah kullanmaktan temizlikçiliğe, kadın-erkek eşitliği için mücadeleden ev kadınlığını kabule uzanabilen, ‘uyum’un kelime olmaktan çıkıp hoyratlığa dönüştüğü, gözlerinin gördüklerinin bugünlerini izole ettiği kadınların yaşadıklarını aktarıyor.
Hakikat niyeti sınar! Bingöl'ün çalışması, bu evrensel hakikati, dağa çıkıp dönen kadınların merceğinden, onların ilk kez paylaştıkları tecrübelerle karşımıza koyuyor.
Kitaptan alıntılar eşliğinde, Berivan Bingöl’ün T24’ün sorularına verdiği yanıtlar için buyrun.
- Görüştüğünüz kadınlar hangi yıllarda ve neden dağa çıkmışlar?
Bu çalışmayı özellikle gerilla savaşının olduğu 1987-88 ile 2004-05 arasında dağda bulunmuş kadınlarla yaptım. Dağa çıkma nedenleri, daha çok devletin o bölgede yaptığı haksızlıklar.
- Çalışma kapsamında konuştuğunuz 20 kadın da Kürt mü?
Konuştuklarım arasında iki tane de Türk vardı. Biri üniversite öğrencisi iken, biri de memuriyeti bırakıp katılmıştı.
- Türk olan bu iki kadın Alevi miydi?
Evet, Aleviler ve sol bir gelenekten gelmişler. Kürt hareketini görüp tanıyıp değerlendirdikten sonra katılıyorlar.
- Hikâyelerini aktardıklarınız arasında evleri tarananlar, İstanbul’da naylon bir evde yaşayan veya yakın akrabaları öldürülenler var. Bu kadınlar genel olarak kaç yaşlarında PKK’ya katılıyorlar?
Her yaş grubundan katılan mevcut.
- 12 yaşında katılan bir çocuk da hatırlıyoruz kitapta.
Çocukluk sınırı modern zamanda 18 yaş olarak tarif ediliyor. Ama bölge için çok geçerli bir sınır değil, özellikle o dönem. Örneğin, Zınarîn 15 yaşında katılıyor, ama geri gönderiyorlar. Daha sonra 16 yaşında katılıyor. Buna karşı “Ben evlendirilmek için küçük değildim, öldürülmek için küçük değildim, işkence görmek için küçük değildim” diyor.
“Kızının bavulunu hazırlayan aile de var”
- PKK içinde 18 yaş altındakilerin özel bir ismi olduğu da aktarılıyor: ‘Portatif arkadaşlar’. Anlamı ne?
Daha büyükler onları bir şekilde taşıyorlar, onlara destek oluyorlar...
- Peki, bu yaştaki kadınlar dağa gitme kararı aldıklarında ailelerine söylüyorlar mı, söylediklerinde aldıkları tepkiler neler oluyor?
Konuştuklarım arasında tepki alanlar olmuş, sonuçta kimse çocuğunun gitmesini istemez, ama genelde ailelerinin gösterdikleri çok engelleyici tepkiler değil. Çünkü ailelerin de bildiği bir süreç, daha önce ailelerinden dağa gidenler var. Gördüğüm kadarıyla çok da beklenmedik bir karar olarak görmüyorlar. Kızının eşyasını, bavulunu hazırlayan da var.
- Kadınlar dağa çıkmadan önce akıllarında nasıl bir PKK var, ne görmeyi bekliyorlar?
Sonuçta çok erkek egemen bir toplumdan da gidiyorlar. Oradan gittikleri için daha eşitlikçi olmasını istedikleri bir yer hayal ediyorlar. “Kadın olarak ezildiğim için gittim” diyen de vardı.
Zınarîn: Partide katılım sebebimizin duygusal olduğu, bilinçli olmadığımız yönünde eleştiriler alırdık. Oysa o duygusallık bilinçten yoksun değildi, benim ailem de sol görüşlüydü. Ben de insanların haksız yere katledildiğini görüyordum, yüreğim yanıyordu. Yani sadece Kürt halkından dolayı değildi katılımım, kadın olarak zorlandığımı hissediyordum. Babamın, amcamın ya da eniştelerimin anneme, teyzelerime, halalarıma küfür etmesi zoruma gidiyordu; gururuma dokunuyordu.
- Gittiklerinde gördükleri PKK, bu ‘hayal’i sizce ne kadar karşılamış?
Dönemine ve gittiği yere göre değişiyor. Kendi içinden geldiği sisteme kıyasla cinsiyetler arası ilişkide daha eşitlikçi bir yapı var, ama uzun bir dönem yaşananlarla birlikte bunun yetmediğini de görüyorlar. Ve bunun mücadelesini vermeye başlamışlar.
“90’larda başörtüsü takıyorduk, elbisenin kolunu katlamak yasaktı”
- PKK içinde kadına yaklaşımın nasıl değiştiğini de tespit edebilmek adına soracağız; kadınlar dağa çıktıklarında erkek egemenliğin nasıl yansımalarına tanık oluyorlar?
O dönemki feodalite bir halk gerçekliği ve geleneksel yaşamın orada da yansımaları olmuş elbette, başlara eşarp takma diye bir şey var örneğin.
- Başörtü-eşarp uygulaması PKK içinde ne zamana kadar sürüyor?
Ben bu çalışmayı örgütün tarihsel sürecini öğrenmek ve anlatmak için yapmadım. Duygu odaklı çalıştığım için bana anlatmadılar açıkçası, sohbet arasında söylendiği kadarını biliyorum.
Rojda: Kızım Helin için tek hayalim okuması. Ekonomik bağımsızlığını kazansın. Mesleği olsun, gücü olsun ve ezilmesin. Hatta elimden gelse evlendirmem. Çünkü kadın olarak, sen ne dersen de, cins olarak, toplumsal olarak eziliyorsun. Mücadele içinde bile yine en çok ezilen kadındı. 90’larda dağa yeni gitmiştim. O zaman tabii şimdiki gibi değildi. İnanmayacaksın; kefiye, başörtüsü takıyorduk erkekler saçımızı görmesin, etkilenmesin diye. Arazide KDP’liler de vardı. KDP’liler araziye çıktığında, kadınları görüp kampa saldırmasınlar diye çalılıkların arasından günlerce çıkmazdık. Bazen bizi orada unuturlardı, günlerce yemek vermezlerdi.
O zaman Osman Öcalan’a bir rapor yazdım, beni çağırdı. “Şu koşullarda KDP geliyor, adamlardan saklanıyoruz, sizler desen ayrı bir dert... Başörtüsü örtüyoruz. Yok ‘Erkeklerle konuşamazsın’, yok ‘Kolunu katlayamazsın...' Yazın ortası, hava sıcak, dayanamıyoruz! Elbiseler kalın, kolunu bir yere kadar açabiliyorsun. Bu ne biçim sistem! Ben bir erkeğin kadını olmak istesem toplumda kalır, evlenirdim. Bu kadar baskının âlemi ne? Madem devrimciyim, o halde bunları niye yaşıyorum?” dedim. Özgürlük mücadelesi verdiğimiz yerde bile en fazla ezilen kadındı. Ama uzun mücadeleler sonucunda birçok şey değişti partide.
Görüşmelerde eğer eşarp veya ideolojik-tarihsel süreçlere girseydim, benimle konuşmazlardı. Tekniğe girdiğin andan itibaren gardlarını alabiliyorlar. Bunları sormam “Bilgi mi arıyor, ne istiyor karşımdaki kişi” gibi sorgulamalara neden olabilirdi.
- Bu gerilimi çok sık yaşadınız mı?
Şöyle söyleyeyim; birlikte kaldıklarım da oldu, ama çoğunun ismini hâlâ bilmiyorum. Fotoğraf bile çekmedim çünkü hayata karşı ciddi bir kaygıları var. Etik çerçeveyi birlikte çizdiğimiz için gerilimli anlar çok yaşamadık.
- Birkaç istisna olmakla birlikte, eski PKK üyesi kadınlar ilk kez toplu olarak konuşuyorlar, doğru mu?
Evet. Suiistimale çok açık olduklarını düşündükleri için genel olarak konuşmayı istemiyorlar. Bir görüşmemde “Bütün ağlamalarımı hatırlarım” denmesine ve bunu diyen kişi çocukluk arkadaşım olmasına rağmen bir ağlamasını sorduğumda iki saate yakın fırça yedim. O yüzden de PKK içindeki olumsuzlukları veya Kürt kadın hareketinin kendi içindeki dönüşümünü bana birebir anlatmadılar. Ben de duygularını önemsediğim ve bunları öğrenebilmek için onları rahatsız edebilecek soruları sormadım.
“Habire ekmek pişiriyorduk, bir gün ‘Hazırlanın’ dediler, ayı eylemine gönderdiler”
- Arka plan bilgisi olarak, kendi okumalarınızdan öğrendiklerinizi paylaşabilir misiniz; PKK içinde kadınların dönüşümü nasıl oldu?
PKK, başta erkeklerin çok, kadınların az olduğu bir hareket. Katliamların yaşandığı, halk ayaklanmalarının başladığı 92’lerle birlikte kadın katılımı ciddi anlamda artıyor. Önce kadınları daha geri plana itmek istiyorlar, “Siz yemek yapın, biz savaşalım” diyorlar. Toplumsal cinsiyetçi roller orada da devreye giriyor. Bunun en iyi örneklerinden biri kitaptaki ayı olayı.
Medya: 1994’te çok kayıp verildiğinden kadınlar noktada kalıyordu, yani bizi eylemlere götürmüyorlardı ve biz de habire ekmek pişiriyorduk. Bizim Şervîn, “Kürdistan kurulduğunda benim mesleğim hazır, fırıncı olacağım” derdi. Baktım bir gün bölük komutanımız geldi, “Kadın arkadaşlar hazırlanın, eyleme gidiyorsunuz” dedi. Büyük bir sevinç ve telaşla hazırlandık. “Çirav’da bütün depolarımıza saldıran bir ayı var, ona karşı bir eylem düzenleyeceksiniz, yani ayı vurma eylemi. Bu eylemi kadın arkadaşların başarıyla yapacağına inandığımızdan görevi size veriyoruz” dedi. Bizi kahkaha, gırgır, şamata ile eyleme gönderdiler.
Erkekler, dışarıdaki rollerini oraya da taşıyorlar. Hebûn “Düşmanın bana dayattığına karşı şehit olmayı göze alıp onunla savaşabilirim, ama içimizdeki erkek arkadaşların dayatmalarına şaşırıp kalıyorduk. Onun erkeklik egosu ‘Kadın her zaman benim bir adım gerimde olacak’ der” diyordu. Kadın hareketinin dönüşümü bu noktalarda başlıyor. “Ben niye mutfakta olayım, neden geri planda olayım” diye soruyorlar ve bununla pratikte mücadele ediyorlar.
- Bu karşı çıkış nasıl yaşanıyor?
Örgütleniyorlar, kongrelerde eleştirilerini söylüyorlar.
İlk regl ve gömleğin altını keserek bez yapmak
- Dağa çocuk yaşta çıkıp ilk reglisini orada olan ve buna bilgi açısından da hazırlıksız kadınların hikâyelerini de aktarıyorsunuz kitabınızda.
Toplumda o dönem yaşadıklarımızın farklı bir versiyonunu onlar da orada yaşıyor. Görüştüğüm 20 kadın da bunu anlattı. Hepsinin gömleklerinin altı kesikmiş, bez yapmak için.
Nûjîn: O ilk zamanlar en zoruydu. Mesela âdet hakkında hiçbir bilgim yoktu. Savaş başlayacaktı. Geceydi, bayağı ağır yük kaldırdım, karnım ağrıdı. Hafif bir ıslaklık hissettim, altını ıslatır gibi. Sonra kan geldi, ayakkabıma kadar girdi. Ağacın altına uzandım. Çok korktum, bilmiyordum kızların öyle olduğunu. Sanıyordum ki, yanlış bir şey yapmışım, bana bir şey yapacaklar. O yüzden anlatamıyordum da...
- Kadınları dinlerken sizi dağ yaşantılarına dair öğrendikleriniz arasında şaşırtan veya üzenler neler oldu?
Aslında beni en çok şaşırtan, dağa dair değil, kadınların hayata hâlâ o kadar bağlı olmaları oldu. Çok düşündüm, yani biz her gün burada belki de onların yaşadığı sorunların çok küçük bir parçasını yaşadığı halde depresyona giren, hatta intihara kadar giden öyküler dinliyoruz. Düşünsenize neredeyse 30 yaşına kadar bambaşka bir hayat yaşarken onu bırakıp kendinize tamamen farklı bir yaşam kuruyorsunuz. Bu cesaretleri beni en çok şaşırtan şey oldu.
- Kitabınızda kadınların, çocuklarına geleceklerinde aşk dilediğini okuyoruz. Sizce neden?
Çünkü kendileri yeterince yaşayamamışlar.
- Kadınlar, dağda birinden hoşlandıklarında bu duyguyla nasıl mücadele etmişler?
Hiç aşık olmayan çok. Onu ilk sevdiğini söyleyen kişiyle evlenen de var. Ama aşklar da yaşanmış tabii. Bana anlatılmadı, ama hazırladığım kitap için “Böyle bir kitap çıksa merak eder miydin” dediğimde Deniz, “Çok merak etmezdim, ama oradaki aşkları yazsan merak ederdim” dedi.
- PKK içinde duygusal ilişkinin geçmişte idama varan cezasının olduğu bilgisi sizce doğru değil mi?
Ben öyle bir şey duymadım.
- Karşı cinsle ilişkinin en azından hoş karşılanmadığı bir yerde eşcinsellikten bahsedilebiliyor mu; bu konuda bir anlatıma denk geldiniz mi?
Bunu onlara sormak lazım. Ben onlarla daha çok dağdan sonraki süreci konuştum.
Dağda kadınlardan saç kesme eylemi
- PKK içindeki cinsiyet eşitsizliğine pratikteki karşı çıkış ne zaman Abdullah Öcalan’ın cümleleri olarak kadınlar lehine kararlara dönüşüyor?
Sanıyorum, en azından görüştüğüm kadınların anlattıklarından bildiğim kadarıyla, PKK’nin kuruluşundan itibaren aslında bu yönde bir mücadele var. Ama esas olarak yoğunluk kazandığı dönem 1986 tarihli 3. kongreyle birlikte başlıyor. Kadın meselesi çok daha yoğun konuşuluyor. Konu ilk önce ‘Kadın ve aile sorunu’, sonra ‘Kadın ve erkek sorunu’ ve daha sonra ‘Toplumsal cinsiyetçilik’ başlığı altında tartışılmaya başlanıyor. Bu dönüşüm yayın organlarında takip edilebiliyor.
- Konunun kadınlar aleyhine konuşulduğu bir başka kongre, PKK’nın olağanüstü toplandığı 2000’deki 7. kongre. Bu kongrede kadınlar neden saçlarını kesiyor, anlatabilir misiniz?
Kadınlara dair kararların merkeze bağlanmasına karşı yapılan bir eylem. Kürt geleneklerinde olan bir eylemin daha bilinçli bir şekilde tekrarlanması aslında. Sembolik bir protesto.
- Konuştuklarınız arasında bu eyleme katılmış kadınlar da var mıydı?
Bunu da konuşmadık. Kendilerini, özel hayatlarını yaşamak istiyorlar artık. Bunları bilinçli olarak konuşmak istemediler.
- Kişilerin örgütte gördükleri olumsuzlukları anlatmaları, örneğin kitabınızda sarf edilen “Gururuma çok dokunan şeyler gördüm” sözünün arka planını açmalarını beklemek PKK’nın askeri bir yapı olmasından dolayı da sizce gerçek dışı mı?
Şöyle bir şey vardı bence; gerçek dışılıktan çok görüştüğüm kadınlar yaşadıkları şeylerin çok da anlaşılmaz olmadığı konusunda hemfikir. Anlatımlarına göre, “Belli bir idealleri var, ama içinde yer aldıkları örgüt, ideolojik duruşu ne olursa olsun, her sınıftan birçok kişiyi barındırıyor ve dolayısıyla bu kadar kişinin genel bir ideolojik doğrultu çerçevesinde bir araya gelmesi belki de en büyük mücadele verilmesi gereken yön oluyor.” Dolayısıyla yaşadıkları kırılmalar ne olursa olsun bunu tartışmak yerine bunun nedenleri üzerine kafa yormayı tercih ediyorlar, etmişler.
- Konuştuğunuz kadınların, dağdaki yıllarına damga vuran olaylar, kırılma noktaları neler olmuş?
Kitabın taslağını, bellek ve yüzleşme çalışmalarıyla ilgili çok güvendiğim bir arkadaşım Necdet İpekyüz’e gönderdim. O kelimelere dikkat etmiş ve en çok kullanılan üç kelimenin şunlar olduğunu söyledi: Vicdan, adalet ve şehadet.
- Açar mısınız?
Görüştüğüm kadınların hepsi en şiddetli çatışmaların yaşandığı ‘90’larda gerillacılık yapmış, en yakın arkadaşlarını kaybetmişler, çok zor koşullarda yaşamışlar. Bugünkü durumlarından geçmişlerine baktıklarında kendi iç sorgulamaları çok yoğun. Vicdanen kendilerini rahat hissetmiyorlar ve kaybettikleri arkadaşları, gördükleri sayısız ölüm onları hâlâ ciddi anlamda zorluyor. Mesela Avrupa’da olanlar sistemin başka başka yüzlerini görüyor. Yine Güney’de yaşayanlar için de durum çok farklı değil. Bu da onlarda adalet kavramını tekrar tekrar sorgulatıyor. Yani düşünsenize, katılalım ya da katılmayalım, bir yanda uğruna ölümü göze aldığınız idealleriniz ve bu uğurda ödediğiniz ciddi bedeller var ve bunları aslında ‘tüm insanlık adına’ yapıyorsunuz ama günün birinde bir bakıyorsunuz ki dünya sizin dışınızda akıp gitmiş ve siz haklılığınıza çok inanırken işte ‘terörist’ olarak görülebiliyorsunuz. Aslında üzerine çok tartışılması gereken bir durum ama kısacası birçok duyguyu iç içe yaşıyorlar.
- “Vicdanen kendilerini rahat hissetmiyorlar” derken nasıl bir rahatsızlıktan bahsediyorsunuz?
PKK’deki yoldaşlarına, arkadaşlarına dair bir vicdani rahatsızlığı da içine alan genel olarak haksızlıkların sebep olduğu bir vicdan sorgulaması.
Medya: 1994’te Gabar’ın Çirav mıntıkasındayız. Pusu atacaktık, meğer onlar da bize pusu atmaya çıkmış. Ben ve Rengîn kopmadan kaldık. Hemen aşağımızda inleyen Zana arkadaşı da aldık, arazide ilerlemeye çalışıyoruz. Sık kayalıkların olduğu bir yerde konumlandık. Zana inliyor ve kan kaybediyor. Ayak bileği parçalanmış, yarası derin ve ağır. Rengîn aşağıdan bir inilti sesi geldiğini, arkadaşlarımızdan biri olabileceğini söylüyor. Dikkatle iniyoruz kayalıkların içine. Yaralı bir asker, kanlar içinde. Sırtını bir kayaya vermiş, boğazından aşağı kanlar akıyor. Gözleri hafif kapalı, belki de bilinci yerinde değil. O anda duraklayıp birbirimize baktık, ama yine de inmeye karar verdik. Rengîn seslenince asker gözlerini açtı ve bizleri görünce hafif yutkundu. Sanırım bizi gördüğüne pişman oldu, ne olsa karşısında iki kadın ‘terörist...' Yaklaştım, “Nasılsın? Bizden korkma” dedim. Türkçe konuşmam onu rahatlattı. Zor duyulur bir sesle “Su istiyorum, çok susadım” dedi. Zana’nın olduğu tarafa taşıdık onu. Zana, bizlerin yaralı bir asker taşıdığını görünce “Kadınların asker olmayacağını hep söylerim, yaralı bir askeri taşımak... Delisiniz!” dedi. Askerin durumu ciddiydi, nefes almakta zorlanıyordu. Rengîn mendilini ıslatarak yüzünü sildi. Yarasını sarmaya başladı, ama gözlerinden anladım ki umutsuz vaka... Asker eliyle cebini işaret etti. Cebinde bir mektup ve fotoğraf vardı. Mavi elbiseli, 3 ya da 4 yaşlarında bir kız çocuğunun fotoğrafı... Sarışın bir şeydi, arkasında ‘Esmanur’ yazılıydı. “Kızın mı” diye sordum. Hafif bir gülümseme sardı çehresini. “Evet” anlamında başını salladı. Mektubu elimde tuttuğumda, biraz bekledi ve sonra “Oku” diyebildi. “Oku” bütün kadim hanların ve tabletlerin üzerinde yazılı olan o sözcük... O gün ise Çirav’ın isimsiz kayalarında söylendi, hem de ayrı dünyaların insanları için. Okumaya başladım; özlem, hasret, kaygı ve iyi dileklerle dolu bir asker eşinin mektubuydu. Daha selamlar bölümüne geçemeden askerin başı yana düştü.
- Bu kadınlar PKK’dan neden ayrıldılar?
Hepsi hemen hemen aynı dönem ayrılmışlar, 2004-2005. O dönem yaşananlara bakmak gerekiyor.
- O dönem ne oldu?
Benim çalışmam içinde değil. 16 yıla varan sürede yorgunluk duymaları normal. Ayrıca kadın hareketine yönelik kararlar, Amerika’nın Irak’a müdahalesi ve örgütte buna dair tartışmalar da etkili olmuş olabilir.
- Okuyucu için hatırlatalım; 1999’daki geri çekilme ardından yaşanan süreçte Osman Öcalan’ın başında olduğu ve Abdullah Öcalan’ın daha sonra ABD ile işbirliği yapmakla suçlayacağı ‘reform’ çıkışı yapan ekip PKK’dan tasfiye edildi. Irak işgaliyle de ilişkili olan bu dönem ayrılanların sayısı bin kişiyi aşarken PKK, ulus-devlete alternatif ‘demokratik konfedarilzm’i somut olarak tartışmaya başladı ve birkaç ay sonra silahlı mücadeleye geri dönüş kararı aldı. Görüştüğünüz kadınların özellikle bu dönemde ayrılmış olmalarının bir tesadüf olmadığını düşünerek tekrar soracağız; bu kadınlar PKK’dan neden ayrıldı? Osman Öcalanların kurduğu PWD kadınlara daha alan açan bir yapı mı öneriyordu?
O dönem kongrelerine bakılması lazım. Ama görüştüğüm kadınlar PWD ile ilgili böyle bir şey belirtmediler.
- Siz yardımcı olmayacak mısınız?
Olmayayım. Çünkü politik konularda bağımsız kalmak istiyorum, yüzleşme çabasının başka bir zemine çekilmesini istemiyorum.
- Geri çekilme gibi kararları kabul etmediği için Öcalan’la PKK’yı ayıran veya infazları görüp sorgulamamayı tercih ettiğini söyleyen kadınlar da var. Bunlar sizce görüştüğünüz kadınlarda nasıl izler bırakmış?
Anlatıldığı kadarını biliyorum. Devamını sormadım çünkü o zaman merak ettiğim duygu kısmı anlatmazlardı.
- Peki kadınlar, ayrılma kararı aldıktan sonra PKK’dan nasıl ayrılıyorlar? Bir kadın, örneğin, “İstifa ettim” ifadesini kullanıyor. Bu süreç nasıl işliyor?
Bu süreç tam olarak nasıl işliyor yine bilmiyorum. Çünkü benim merak ettiğim ayrıldıktan sonra sivil hayata nasıl uyum sağladıkları, bu süreçte yaşadıkları ve süreçteki duyguları.
“Bugün o kadınların çoğu ev kadını, temizlik yapan da var”
- Kadınlar ayrıldıktan sonra ne yapıyorlar?
Çoğu ev kadını oluyor. İlk başta Güney Kürdistan’a gitmek zorundalar. Ya orada kalmak zorunda kalmışlar ya da Avrupa’ya gitmişler.
- Zorunluluğu belirleyen parasızlık mı?
Parasızlık, ilişkiler ve şans. Yakalananlar da var. Avrupa örgütlenmesinde olup orada ayrılmış olan da var.
- Parasız dağdan inen bir kadın hayata nasıl başlıyor?
Özellikle Güney Kürdistan’dakilerin işi çok zor. Mülteci statüsü bile yok. Çok kötü koşullarda çalışanlar da olabiliyor. Ayrıca çocuklarını kimliksiz büyütmek zorundalar.
Şirin: Çok şey biliyoruz, ama akademik olarak bir karşılığı yok. Gerilla olmak bir meslek olarak kabul görmüyor, yani değil mi?
- Ne gibi işlerde çalışıyorlar?
Fırıncılıktan tut, temizliğe, kasiyerliğe kadar pek çok işte çalışıyorlar. Ev kadınları oluyorlar genelde. Kendilerine benzeyen, eski yoldaşlarıyla evleniyorlar. Erkekler çalışırken onlar evde kalmak zorunda kalıyorlar çünkü Güney Kürdistan bir kadının çalışmasına çok uygun bir yer değil.
“Dağda rüştümüzü ispat etmiştik, şimdi erkekler para kazanan oldu”
- Dağda 10 yılı aşkın kalıp sonra örneğin temizlik işi yapmayı kadınlar nasıl duygularla karşılıyor?
Kabullenmek istemiyorlar, rahatsız oluyorlar ama başka şansları yok. Şirin örneğin şu ifadeyi kullanıyor:
“Bir de işin içine para meselesi girdi. Paranın insanlara verdiği bir güven var. Oysa başta erkeklerle aynı koşullardan gelmiştik; aynı silahı, yükü kıyafeti ve eğitimi almıştık. Rüştümüzü ispatlamıştık, ama şimdi onlar para kazanan taraf oldular, dengeler değişti.”
Bunu kabullenmeleri çok zor.
- Eski PKK’lı erkekler topluma kadınlara kıyasla daha hızlı mı adapte oluyorlar?
Evet.
- 28 Şubat sürecinden sonra İslamcı kadınlar, İslamcı erkekler için de benzer ifadeler kullanılıyor: “Erkekler parayla tanıştı, sisteme adapte oldu ve kadınların evde kalmasına göz yumdular.” Siz iki kesim arasında bu açından bir benzerlik olduğunu düşünür müsünüz?
Olabilir.
- Kadınların eşlerine dair kullandıkları bir ifade şu: “Toplumdan birini seçemezdim.” Kendilerini hâlâ ‘toplum dışı’ mı görüyorlar?
Evet, her zaman.
- Dağdayken kafa tutma, kongrelerde eleştirilerini seslendirebilme imkânı varken sivil hayatta bu eşitsizlik içinde bir evlilik nasıl yürüyor, izlenimleriniz ne?
Toplumsal rollere olabildiğince uygun davranmaya çalışıyorlar. Ama geçmişten gelen bir deneyimleri de var, daha özgürler, mücadeleciler ama pratik anlamda ev kadını olmuşlar. Evlilikler bir şekilde yürüyor, ama çok mutlular mı? Hayır.
“Kızlarının dağdan dönüşlerini kabullenmeyen aileler var”
- 16 yıl sonra sivil hayata dönmüş bir kadın, kendi ailesiyle nasıl ilişki kuruyor?
16 yaşında gidiyor, 16 yıl orada kalıyor ve geri döndüğünde yine 16 yaşında başlıyor. Davranışları da öyle. 35-36 yaşını sivil hayatta geçirmiş insanlardan daha farklı davranıyorlar.
- Ne gibi?
Hareketleri, konuşmaları...
- Askeri disipline dair bir katılık mı bahsettiğiniz?
Çalışmaya ilk başladığımda askeri disiplinden geldikleri için hayatlarında bir hiyerarşi olabileceğini düşünmüştüm. Ama bunu çok görmedim. Belki de annelik devreye girince farklılaşma yaşanmış.
- Kendileri çocuk sahibi olunca annelerine bakışta nasıl değişim oluyor?
Annelerini daha iyi anladıklarını söylüyorlar.
- Kendi anneleri dönüşte onları nasıl karşılamış, nasıl bir normalleşme süreci yaşanmış?
Normalleşme olmamış. Kabullenmeyen aileler de var.
Rojda: 16 yıl sonra annemle ilk karşılaştığımda, annem 3 gün boyunca bana hiç yaklaşmadı; sarılmadı, dokunmadı; öyle uzak durdu. Ben gitmişim, yerime hiç alakası olmayan biri gelmiş sanki... İlk geldiğimde 42 kiloydum, iskelet gibi bir şeydim. Gariban anam zaten şok oldu. Ben gitmişim, yerime hiç alakası olmayan biri gelmiş sanki... Ablama Kürtçe “Kürtçe anlamıyor. Başkasıdır. Göndermişler sırf kurtaralım diye, o değil. Bu benim kızım olamaz. Bunun dili değişik, yüzü değişik” dedi. Ablam “Anne o, vallahi o” dese de annem ısrarla “Yok, o değildir. Ben kızımı tanımaz mıyım? Ana yüreğidir, hissetmez miyim?” dedi. Gideceğim son gece bir baktım, biri benim ayağımı okşuyor, öpüyor. Hiç kıpırdamadım. Şöyle bir göz ucuyla baktım, annemdi. Sesimi çıkarmadım, uyuyormuş gibi yaptım. Ağladı; ayağımı öptü; yüzümü öpüp okşadı. Sabaha kadar öyle ağladı. Ben de hiç uyumadım, ama hiç bilmiyormuş gibi davrandım. Dağa gidene kadar babam ile annemin ortasında, elim annemin göğsünde yatmama rağmen, dönünce o duyguyu tam hissedemedim. Ne bileyim, tuhaf geliyorlardı. Onlar değillerdi sanki. Sen her şeyi bıraktığın gibi düşünüyorsun, oysa insanların yüzleri, her şeyi değişik. Abimler filan sarılıyor, öpüyor, bayılıyorlar... “Ya bunlar manyak mı? Bu tepkiler, bu şeyler niye? Gittim, döndüm. Ne var ki bunda?” diyordum kendi kendime. O kopukluk çok ayrı bir şey. Hâlâ ciddi kopukluklarım var...
“Dağdan geldiğimde ‘Niye ölmedin’ dediler”
- “Dönüşlerini kabullenmeyen aileler var” derken kastınız?
Kabullenmiyorlar.
- “Dağdayken övünç kaynağıydık, dönünce utanç kaynağı olduk” diyen bir kadın var örneğin kitabınızda, bunu mu kast ediyorsunuz?
Aileler acımasız olabiliyor. Çünkü onunla da var oluyor. Ayrıca geri gelen gönderdiği çocuk değil, iki taraf da farklı şeyler yaşamış. Ses, tip, tavır değişmiş. Tanımadığın bir şeyi sevemezsin ki...
- Rojbîn’in “Ailemizin bile üzerimizden rant yaptıklarını düşünecek hale geldik” cümlesindeki şüphesinin gerçekte bir karşılığı var mı sizce?
İnsanoğlu, her şeyden bir şekilde faydalanmak isteyebilir. Kürt hareketi için de dağa çıkmak kutsal görülen bir şey.
Zinarîn: Bazıları “Oğlum bu yola gitti, ben oğlumla gurur duyuyorum” diye övünüyor. Özür dilerim, ama o gurur senin oğlunun gururu. Ben dağdan geldiğimde “Niye sen ölmedin? Ölseydin senin ismini çocuklarımıza verirdik” dediler.
- Yine de neden bir aile, örneğin oğlunu kaybetmişken kızı geldiği için sevinmiyor?
Onlar için savaş devam ediyor. Onlar hâlâ sürecin içindeler.
- Bugün görüştüğünüz kadınların hiçbiri annesiyle yaşıyor mu?
Hayır.
- Ayrılık aşamasında Türk Alevi olanlar bir farklılık yaşıyor mu?
Sol gelenekten geldikleri için aileleri daha rahatlar. Onların çocuklarını kabullenmesi daha kolay.
- Kadınlar eşleri dışında sosyal hayatta ne kadar varlar, başka kadınlarla ne kadar iletişim kuruyorlar?
Çok ilişkileri yok.
Rojda: Ayrılınca birden gelip toplumun içine giriyorsun, ama aslında bu hayatı unutmuşsun. İlk altı yıl kadar, toplumdaki diğer insanlarla görüşemedim.
- Büyük bir izolasyondan mı bahsediyorsunuz?
Kendi kendilerini izole ediyorlar. Farklı bir bellekleri olduğu için çok ilişkilenemiyorlar, çok tercih de etmiyorlar. Güney’de daha geleneksel feodal ilişkiler olduğu için zorlanıyorlar, Avrupa’da da bireysel yapı yüzünden...
“Irak’taki kadınlar hâlâ kod adlarını kullanıyorlar”
- Ne tür koşullarda yaşıyorlar?
Avrupa’dakiler Güney’dekilere kıyasla kısmen daha iyi durumdalar. Mülteciler en azından. Dil kursuna gidebiliyorlar, küçük de olsa evleri oluyor. Yoğun bir kolektif hayattan çıkıp içine girdikleri bireysellik onları çok huzursuz ediyor. Güney’dekilerin ise çok ciddi ekonomik sorunları var. Ama işleri iyi gidenler de var. Buradaki kadınlar daha çok birbirleriyle olmak istiyorlar.
- ‘Eski kadın PKK’lılar’ olarak mı?
Evet, hâlâ oradaki kod adlarını kullanarak yaşıyorlar. Hiç kimse bir diğerine gerçek ismini söylemiyor. Güney’dekiler savaşı daha net hissediyorlar ve yaşıyorlar.
- Irak’ta kalmaya devam ettiklerinde orada hayır dedikleri bir PKK da var. PKK’dan ayrılıp Irak’ta yaşamaya devam edenler ne kadar rahatlar?
Orası hâlâ Kürt coğrafyası. Ben özel bir baskı duymadım. Zaten takip ettiğimiz kadarıyla en azından PKK, Avrupa’da da güçlü.
- PKK’lıların, ayrılanlara bakışları nasıl?
Benim gördüğüm ayrılmalarından yaklaşık 10 yıl sonraki dönem. İlk başta ‘ihanet’, ‘hainlik’ olarak görüldüğünü söylüyorlar, ama bunu kendileri de kendilerine söylüyorlar. Bu, çelişkiye de düştükleri bir nokta.
- Kendileriyle tam olarak barışmamış, aileleriyle normalleşememiş, izole bir hayat kurmuş, evlilik içinde de sorunları olan kadınları çocuk doğurmaya iten sizce ne?
Hepsine annelik motivasyonlarının ilk ne zaman oluştuğunu sordum. Çoğu dağdayken öyle bir duygusunun olduğunu söylemedi. Çoğunda şu var; yeni bir hayata başlıyorlar ve onu bir şekilde adlandırmaları lazım. En masumane, en kolay, doğalında olabilecek şey de çocuk. İkinci hayatlarına onunla başlamak istiyorlar.
“Annelikleriyle ilgili bir mahcubiyetleri var”
- Depresyon yaratabilecek koşullara da sahip bu kadınlar, doğurduklarında bebeklerle nasıl bir iletişim kuruyorlar?
Kuramıyorlar. “Biz küçük gitmiştik, küçük gelmiştik” diyen, 15 yaşındaki birinin çocuk sahibi olduğunu düşünün. Çok ciddi travmaları var. Travma yaşayan insanların çok kaygısı vardır. Tehdit algılarını çok uzun dönem yaşadıkları için kaygıları da çok. Örtülü utangaçlıkları olanlar da var.
- Nasıl bir utangaçlık bahsettiğiniz?
Annelikleriyle ilgili bir mahcubiyetleri var.
- “Gerillaya annelik yakışır mı” sorgulaması mı?
Evet. Ama bir taraftan da annelikle gerilla olmayı birbirine benzetiyorlar. Kürtçede anne demek olan ‘dayê’nin vermek anlamına geldiğini, gerillalığın da vermek üzerine kurulu olduğunu söyleyenler var...
- Siz görüştüğünüzde çocukları kaç yaşındalardı?
4-6 arasında, en fazla 8-9.
- Dolayısıyla çocuklarına kendi hikâyelerini henüz anlatamamışlar mı?
Ben bu çalışmayı yaparken yurt dışına gitmek zorunda kalıyordum. Bir ara kızım isyan etti, “Sen ne için çalışıyorsun, neden gidiyorsun” diye. “Anneler üzerine” deyince “Başka anne mi kalmadı, burada anne mi yok” dedi. Ben kızıma anlatamadım. Ben bunu anlatamadıysam onların anlatması ne kadar zordur.
- Fakat masallaştırarak kendi hikâyelerini anlatmaya çalışan da var.
Evet. Veya “Kürt polisiydik” diyen var.
- İçinde insan öldürmenin de olduğu hayatlarının bu geçmişi, kadınlar geri dönüp baktıklarında nasıl değerlendiriyorlar?
Zınarîn, diyor ki:
“Kızım övünüyor, ‘Annem Kürt polisi’ diyor. Ama yarın öbür gün gerçek bir savaş olduğunu öğrenecek. Sormayacak mı ‘Anne kimseyi öldürdün mü?’ diye. Bir sürü insan bana bu soruyu soruyor. Ben bile ne cevap vereceğimi bilmiyorum. Hangi gerçeği söyleyeceğini bilemiyorsun. Keşke bu dünyada gerçekler rahat rahat söylenseydi, içimizde kalmasaydı, her şey su yüzüne çıksaydı... Dine inanmıyorum, arkadaşlarıma diyorum ki ‘Keşke mahşer günü olsaydı.’ Hani diyorlar ya, ‘İnsanlar yüz yüze gelecekler’ diye, işte keşke öyle bir ortam olsaydı da hepsiyle yüz yüze gelseydim...”
Bunun bir sonuç olduğunu düşündükleri için genel olarak böyle yaklaşıyorlar. Ölümü de anlatmak kolay değil.
- Çocuğuna anlatacağı zaman “Denedik ama beceremedik” diyeceğini söyleyen kadınlar da var.
Evet, gerillacılık bir macera olmadığı için.
- Buna ‘gençlik macerası’ olarak bakan bir istisna Hêvîdar’ın yanı sıra Berfîn de şunu söylüyor: “Biz partide insanlarla çok uğraştık, onları yıprattık, bozduk. İnsanlar istemedikleri şeyleri yapmak zorunda kaldılar. Kaba ve düz olacak ama insanları sahtekârlaştırdık.” Berfin’in kast ettiği sahtekârlaştırma sizce ne demek?
“Böyle oturacaksın, böyle kalkacaksın. Bunları yapınca bizden olacaksın” hali için söylüyor. Bazen düşündüklerinden çok dıştan nasıl göründüklerini de önemseyebildikleri için.
“Rüyalarında hem dağ, hem çocukları birbirine karışıyor”
- Bu kadınlar bugün rüyalarında neler görüyorlar?
Bizim belki hiçbir zaman düşünemeyeceğimiz şeyler yaşamışlar. Bunlar ciddi travmalar ve bitmeyen yasları var. Bunların rüyalara yansıması o kadar normal ki. Rüyalarında hem dağ, hem çocukları birbirine karışıyor. Çocuğunu korumak için taşın altına koyuyor...
Rojda: Çocuklarımla hiç oralara gitme hayali kurmadım, ama tek başıma gitmek istiyorum. Keşke bir mucize olsa da gitsem; gezdiğimiz, dolaştığımız yerleri tekrar görsem. Ne bileyim, her bir yerin, her bir taşın bir anısı var bende. Şimdi bile rüyalarımda hep dağdayım, çatışmalardayım. Rüyamda çocuklar da yanımda; onları korumaya çalışıyorum; bir o kayanın altına sokuyorum, bir şuraya saklıyorum... Hep onları kaybetme korkusu var içimde. Her gece kalktığımda su gibiyim, lan ter içindeyim.
- Psikoloğa gidenler var mı?
Avrupa’dakilerden gidenler var.
- Çocuklarının dağa çıkma ihtimaline onlar nasıl bakıyorlar?
Hiç kimsenin istemediği gibi onlar da istemiyorlar.
- Ancak bu kez dağı gören insanlar olarak istemiyor olmaları bir farklılık değil mi?
Orada zor koşullar var. Savunmasız şekilde çocuklarının kendileri gibi yerde yattıklarını düşünüyorlar ve bunu istemiyorlar.
- “Hayal ettiği şeyi orada bulamayacak, biliyorum” diyen eski kadın gerillanın gerekçesi sizce ne?
Oranın koşulu olan çatışmalar sebebiyle.
- Kadınlar bundan sonrası için neler hayal ediyorlar?
Çocukları üzerine kuruyorlar, onlar dışında bir hayallerini görmedim.
- Çocuklarına ilişkin kurdukları hayaller, hayatlar ne?
Sıradan olmasın istiyorlar, çünkü kendine bir statü de vermiş. Hepsine “Çocuğunun heybesine ne koymak istersin” diye sordum. Çoğu ‘vicdan ve adalet’ dedi, somut bir şey söyleyen olmadı.
- Görüştüğünüz kadınların yarınlar için siyasi olarak hayalleri var mı?
Emeklerinin boşa gitmediği duygusunu hissetmek istiyorlar.
- Kitapta dağdaki hedeflerinin ‘bağımsız bir Kürdistan’ olduğunu söyleyenler var. Bugün sizce onların siyasi beklentileri ne? Örneğin Türkiye’ye çocukları ile gelebilmek onların gözünden ‘barış’ için yeterli olur mu?
Özgür bir şekilde çocuklarını buraya getirebilme imkânları olsa zaten birçok şey hallolmuş olacak.
Sorxwîn: “Türkiye’ye yerleşin” diyorlar; diyelim ki gittik, yerleştik; çocuğum okula başladı; orada öldürülen bir subayın çocuğuyla karşılaştı... Çocuğumun güvenliğini nasıl sağlayabilirim? On yıldır buradayım (Duhok), hiçbir komşum benim dağdam geldiğimi bilmez.
“PKK’nın da yüzleşmesi lazım, bu olmak zorunda”
- Toplamında görüştüğünüz kadınlara dair izlenimiz ne oldu?
Yaşadıklarından kopamamışlar, onlarla birlikte. Şirin’in dediği gibi başucundaki sandık gibi geçmişleri yanlarında duruyor. Ve o sandığı açmak istemiyorlar çünkü zamanı olmadığını düşünüyorlar. Sandıklarının içinde öğrendikleri, hayal kırıklıkları var. O bohçaları çocuklarına da açmıyorlar.
- O bohçayı açabilmek için PKK’nın yapabileceği bir şey var mı sizce? PKK içinde de eski-yeni üyeleri arasında bir barış süreci yaşanmalı mı?
Yüzleşmenin her anlamda olması lazım, hem devletle, hem PKK’yle, hem toplumla, hem cinsiyet mücadelesi verdiği yoldaşlarıyla olmalı. Bu yüzleşme bütün olarak düşünülmeli. Örgütün de yüzleşmesi lazım, bu olmak zorunda.