T24 - Cüneyt Özdemir bir grup gazeteciyle birlikte Pensilvanya 'ya gitti.Ve Fethullah Gülen ile bir kahvaltıda buluştu. Çekim yapılmasına izin verilmeyen toplantıda ilginç konular konuşuldu.Cüneyt Özdemir ilk kez Pensilvanyadan farklı bir bakış açısıyla Fethullah Gülenle yaşananları,gördüklerini ve konuştuklarıyla ilgili izlenimlerini paylaştı.
Fethullah Gülen Pensilvanyanın hemen yakınında 110 dönümlük bir çiftlikte yaşıyor. Türkiye’den ayrıldığında cemaatin öğrencilere eğitim amacı ile aldığı bir çiftliğe gelmiş yerleşmiş. Çiftliğin girişinde basit bir kulübe var. Arazinin içinde yaklaşık 10-15 müstakil ahşap bina dağılmış. En büyüğü üç katlı kahverengi bir bina. Bugün Gülen Cemaatine evsahipliği yapan bu çiftlik eskiden bir hristiyan okulunun yaz kampı olarak kullanılıyormuş. Ağaçların arasında yürürken karşınıza araziye ait bir göl çıkıyor. Şaşırıyorsunuz. Fethullah Gülen cemaatinden bize refakat eden bir isim “Belediye sık sık gelip burada ölçüm yapar su kirli çıkarsa hemen burayı boşaltmamızı isteyebilirler o yüzden çok dikkat ediyoruz” diyor. Nitekim binaların içindeki tüm tuvaletlerde suyun tasarruflu kullanılması yönünde uyarıcı levhalar asılmış.
Arazinin içinde büyük yeni bir bina daha var. Aslında böyle bir binayı buraya yapmak yasak . Arazideki diğer pastoral ahşap binalarla kıyaslandığında sanki buraya büyükşehirlerin içinden ışınlanmış gibi duruyor. Yapımı için bin bir güçlükle izin alınmış. İçinde ilahiyat öğrencilerinin kalabilecekleri odalar ve büyük bir ‘sohbet’ salonu yer alıyor. Ancak kullanılmıyor. Neden kullanılmadığını öğrendiğimde şaşırıyorum.
“Hocaefendi şu anda kaldığı evin kirasını emekli maaşı ile vakfa ödüyor. Alıştığı odasındaki eşyalardan ayrılmak istemiyor. Kendisi eşyaların da onu gördüğünü bildiğini düşünüyor bu yüzden tuvaletteki ibriğini bile yıllardır değiştirmez.” diyor yetkin bir cemaat mensubu.
Pensilvanya’daki çiftlikten içeri girer girmez 3 katlı en büyük binanın kapısının önüne gidiyoruz. Binanın dışında oturma grubu ve bir yürüyüş bandı var.
İçeri giriyoruz 30’lu yaşlarında takım elbise giymiş –daha sonradan ilahiyat öğrencileri olduğunu öğreneceğim- gençler karşılıyor. Fethullah Gülen de bizi karşılayanlar arasında. Aniden kapıda görünce hepimiz şaşırıyoruz. Hepimize tek tek hoşgeldin diyor. Ayakkabılarımızı çıkartıp bize verilen terlikleri giyip salona geçiyoruz.
20-30 kişinin oturabileceği çok geniş bir salon. Sağ tarafta bir yemek masası var üzerine kahvaltı hazırlanmış. Ortadaki geniş beyaz deri koltuklara oturuyoruz. Fethullah Gülen karşımızdaki tek kişilik koltuğa oturuyor.
Salonda, uzun bir sessizlik ve karşılıklı bir tedirginlik havada asılı duruyor. Sessizce birbirimizi inceliyoruz. Başında beyaz bir namaz takkesi var. Gözlerinin altı şiş , elinde ise sağ başparmağında bir alçı duruyor.
“Geçmiş olsun” diyerek sözü açıyoruz. Hepimiz ne olduğunu merakla soruyoruz.
Fethullah Gülen günlerdir ağrıdan uyku uyuyamadığını ama doktora gitmeyi de düşünmediğini söylüyor.
Sonra bir sessizlik daha odayı kaplıyor.
Odanın sağ tarafında bir kütüphane var. Pek çok kitap üst üste dizilmiş uzaktan neler olduğunu göremiyorum. Sol tarafta ise Türkiye’nin farklı yerlerinden getirilen hediyelerin bulunduğu bir dolap duruyor. Duvarda denizcilik düğümlerinin örneklerinin asılı olduğu bir çerçeve duruyor. Acaba Gülen’in denizciliğe ilgisi var mı diye aklımdan geçiriyorum. Çerçevenin hemen yanında Gülen’in bir sözü asılmış. Büyük harflerle yazılı metnin özetinde “Aktüalite konuşmak yerine ibadetin önemi” vurgulanıyor.
Özellikle etrafındaki insanların oluşturduğu hava tuhaf bir mesafeyi de bize dayatıyor. Karşılıklı doğru sözcükleri bulmaya çabalıyoruz. Sessizlik uzadıkça uzuyor…
Bir gün once New York’dan yaptığım yayını seyretmiş. ‘Arasıra arkadaşlar internet üzerinden gösteriyorlar yayınlarınızı takip ediyorum’ diyor. Şaşırıyorum…
Gülen’in “Buyrun kahvaltıya geçelim arzu ederseniz” çıkışı ile hep beraber karşılıklı oturacağımız kahvaltı masasına geçiyoruz. Masada bir Türk kahvaltısı bizi bekliyor. İnce belli çay bardakları birazdan dolacak ama yanında ev yapımı börek ve poğaçaların durduğu bir tabak, hemen onun yanında kuru kayısı ve bademlerle dolu küçük bir tabak ve ortada da peynir ve domates, salatalık söğüşün bulunduğu başka bir tabak var.
Havadan sudan konuşarak sohbete başlıyoruz. Gülen bir ara askerliğini 1963’de darbe girişiminden yargılanan Talat Aydemir’in emrinde yaptığını söyleyince Serdar Turgut “darbeciydiniz yani..” diye patlatıyor espriyi. Hep beraber gülüyoruz.
Bu espri ile havadaki görünmeyen sessizlik kristali bir anda tuzla buz oluyor. Artık sözcüklerimizle birbirimize daha kolay ulaşabilecek bir mesafedeyiz.
Söze ilk olarak dünyadaki Gülen okullarını konuşarak başlıyoruz. Fethullah Gülen ağır bir tempoda kısık bir sesle Osmanlı ruhunu anlatıyor. Gülen’e gore yaşadığımız çağda dünyada Osmanlı ruhunu canlandırmanın en doğru yolu ‘eğitim’ ve ‘kültürel değerler’. Karşımızda namaz takkesi ile oturan ve bize kısık sesle dünya vizyonunu anlatan bu ihtiyar ve yorgun adamın gerçekten büyük hayalleri var. Osmanlı ruhundan ve geleceğe yönelik hayallerinden bahsederken gözlerinin içi parıldıyor. Yola ilk çıktığı günleri anlatırken ‘Ben sadece camide duran bir insan değildim gittiğim her yerde kahvelere kadar gidip, oyun oynayan insanlara bile bunları o zamanlar anlatırdım. Sovyetler Birliğinin dağılması fırsatların açıldığı anlamına geliyordu. İlkokullarımızı da orada gönüllülük üzerine açtık zaten…” diyor. Bir anda kulak kesenlerin kulak kesildiği
Eşrefpaşalılar fragmanı gözümde canlanıyor.
Neydi o klişe? Sanat mı hayatı taklit ediyordu, hayat mı sanatı...!
Sözünü bitirdiğinde araya girip “Bugün bu okullarınızın yaygınlığı ve gücü ortada ama acaba Türkiye Devleti ile ortak bir yapılanmaya gitseydiniz daha yaygın ve güçlü olmaz mıydı? Türkiye için de daha faydalı bir hal almaz mıydı?” diye soruyorum.
Şu anda diplomatik ilişkilerin kriz halini aldığı Özbekistan örneğini veriyor. Kimi zaman devletler arasındaki çatışmaların kendi çalışmalarını engelleyebilmesinden endişeli. “Biz devletlerin giremediği yerlere girmeyi ve tutunmayı başardık” diyor. Yani okulların yapılanmasını özellikle devlet ile ayrı tutuyor.
Kırmızı kravatlı, önü ilikli bir genç ara sıra ince belli bardaklarımızda boşalan çayları tazeliyor. Fethullah Gülen şeker yerine sakarin atıyor çayına. Yüksek tansiyon hastası olduğunu vurguluyor. 11 yıldır yaşadığı bu evden en fazla 2 ya da 3 kez çıkıp aşağıda gözüken göle kadar yürümüş. Bir kez de tedavi için New York’ta bir doktora gitmiş. Bırakın evden çıkmayı odasından bile çıkmıyor. Buna rağmen hayli yorgun bir hali var.
Dünyanın yükünü sırtında taşıyormuş gibi bir hal...
Sanki bizlerin göremediği bir başka dünyanın içinden bizimle konuşuyor gibi… Sözlerinden emin ama kesinlikle mesafeli.
İçten ama korunaklı.
Anlatmayı istiyor ama kendi kendisini susturuyor.
Daha sonra müritlerinden Pensilvanya’daki çiftlikteki rutin hayatı öğrendiğimde biraz daha anlayabiliyorum bu ruh halini. Çiftliktekiler genelde gece yarısı 2.30’da uyanıp sabah namazına kadar çeşitli ibadet ve sohbetlerde bulunuyorlar. Zikir yapılıyor. Namaz kılınıyor. Ardından sabah namazı kılınması ile uykuya yatılıyor ve kahvaltı bu yüzden geç yapılıyor.
Öğleden sonraları ise bize de kahvaltı servisi yapan ilahiyatçı gençlerden oluşan ‘seçkin’ bir grupla Hocaefendinin eğitim sohbetleri oluyormuş. Daha once defalarca çiftlikte kalmış bir isim “Dini konular inan o kadar derinlemesine konuşuluyor ki benim bile birşey anlamadan dinlediğim oldu…” diyor.
Bir nevi adı konulmamış bir medrese diyebiliriz.
Bizim bir türlü içine giremediğimiz bu ruhani hava göremesek de her yerde.
Sohbetimiz sırasında konu İsrail ve Mavi Marmara gemisine geliyor. Fethullah Gülen Mavi Marmara’da pek çok gönüllünün sürekli tekrar ettiği “şehit olmaya gidiyoruz” retoriğine şiddetle karşı çıkıyor. Böylesine bir şeyin şehitlik bile kabul edilemeyeceğini söylüyor. BM görüşmeleri için aynı günlerde New York’da bulunan Abdullah Gül’ün İsrail devlet başkanı ile görüşme ihtimali hakkında ne düşündüğünü soruyoruz. Temkinli bir şekilde böyle bir görüşme olursa Ak Partinin içinde kurumsal bir kriz yaratibileceğine inanıyor. ABD ve İsrail’in küresel ve bölgesel gücünü ise önemsiyor. Belki zamanla sarsılabileceğini şimdi ise tartışılmaz bir askeri üstünlüğünün olduğunu vurguluyor. ABD’nin çeşitli ülkelerdeki donanmasının gücünden örnekler veriyor.
Fethullah Gülen ile konuşmamız sırasında bir yandan kahvaltımızı yapıyoruz. “Bu yiyecekler Türkiye’den mi getiriliyor?” diye soruyorum. “Bir kısmı…” diyor. Türkiye’nin her köşesini ayrı özlediğini söylemekten çekinmiyor.
“Dönmeyi düşünüyor musunuz?” diye soruyorum.
Hayır, henüz gündeminde böyle bir durum söz konusu değil.
Zira ‘ortam uygun değil’.
ABD’de görüştüğüm pek çok cemaat mensubuna bu soruyu sordum. Pek çoğu Türkiye’de şartların demokratik anlamda ve iyi yönde değiştiğini ancak Gülen’in dönmesinin ardından Fethullah Gülen’in herhangi bir nedenle ya da bahaneyle adliyede çekilebilecek tek kare elleri kelepçeli resminin dünya çapındaki okul organizasyonlarının geleceği için bir felaket olabileceğini vurguluyorlar. En azından dışarıya yansıtılan en büyük neden bu…
Nitekim Fethullah Gülen de Türkiye’de kendisi için ‘demokratik’ şartların geleceğinden pek de emin değil gibi gözüküyor.
Anayasa referandum oylamasında ve seçimlerde en çok kırmızı hadi açık yazalım CHP oyu çıkartan İzmirlilere Fethullah Gülen’in bir sürprizi var; Fethullah Gülen günün birinde Türkiye’ye dönerse en çok yaşamak istediği yer yıllarca görev yaptığı İzmir olacak.
Bir ara konu STV’de yayınlanan Tek Türkiye dizisine geliyor. Hatırlayacaksınız bu dizi Stv’nin Kurtlar Vadisine alternatif olarak çektiği bir dizi. Gülen’in daha önce İsrail ile Türkiye arasında çeşitli diplomatik krizlere neden olan bu dizinin sıkı bir takipçisi olduğunu anlattıklarından anlıyoruz. Hatta dizinin içindeki kimi radikal bölümlerinin bizzat değiştirilmesini istediğini de söylüyor. Kurtlar Vadisinin başarısını ise takdir ediyor.
“Tek Türkiye dizisinde geçen kürtçe konuşmalar sayesinde tek tük kürtçe de öğrendik” diyor gülümseyerek.
Kürt sorununun çözümü için Fethullah Gülen’in iki önerisi var.
Diyalog ve Bürokratik açılım.
Daha once Emniyet İstihbarat’da Önemli İşler Dairesi kitabımı yayına hazırlarken görüştüğüm kimi emniyetçilerin görüşlerinin nerede ise birebir aynını benzer kelimelerle tekrar ediyor.
Bölgede kürtçe bilen imamlar, polisler, bürokratların olması ve bu insanların bölge halkını kucaklamasından yana. Benim anladığım kadarı ile Gülen’in Güneydoğu için kafasından geçen bir demokratik açılımdan çok bürokratik açılım. ‘Diyanet işleri ile aslında biraz bu başarıldı, bölgeye kürtçe bilen imamlar gönderildi ya da hutbelerde kürtçe bilmeseler de bir kaç kelime de olsa kürtçe söylemeye başladılar. Ama bu polisinden hakimine bölgeyi tam kucaklayan şefkat gösteren devlet memurları ile tamamlanmalı” diyor.
Sohbet ilerledikçe Fethullah Gülen daha rahat konuşuyor. O konuştukça biz de rahatlayıp sorularımızı daha net bir şekilde sormaya başlıyoruz. Lafı hiç dolandırmadan soruyorum.
“Türkiye’da çok tartışılan konulardan bir tanesi cemaatin içindeki yöntemler. Sizin rahatsız olduğunuz olmuyor mu? Siz cemaat adına cemaatçilerin yaptıkları herşeyin farkında mısınız? Rahatsız olduğunuz var mı?” diye kafadan soruyorum.
Hafif bir sessizlik oluyor ama Fethullah Gülen kendinden emin. Bazen kendi iradesine rağmen aşırı davrananlar olabileceğini söylüyor. ‘Bana rağmen benden daha çok uğraşanlar olabilir” diyor. Onlara uyarıları direk ‘Şunu neden böyle yaptın?’ ya da ‘Bunu böyle yapma!’ şeklinde değil sohbet toplantılarında telkinlerle bildirdiklerini söylüyor.
Söyler söylemez de rahatsızlığı nedeni ile içeriye gitmesi gerektiğini söylüyor. Masadan kalktığında yardımcıları tatlı tatlı da olsa net bir şekilde ‘Daha fazla siyaset konuşulmamaması gerektiğini ve başka soru sorulmaması gerektiğini’ vurguluyorlar.
Aramızda Fethullah Gülen’in söylediklerinin çok önemli olduğunu ve bu tür soru cevapların herkes adına faydalı olabileceğini tartışmaya başlamışken Fethullah Gülen geliyor. Cemaat mensupları saygıyla toparlanıyorlar. Gülen yerine oturduktan bir kaç dakika sonra bize eşlik eden isimler Fethullah Gülen’e bize zaman ayırdığı için teşekkür ediyorlar. Oysa ona ve bize kalsa bu sohbet daha devam edebilir.
Fethullah Gülen her birimizin elini sıkıp ayrılıyor.
Biz de bahçeye çıkıyoruz. Görüşmemizi sağlayan cemaatin önde gelen isimlerinden biriyle büyük çınar ağaçlarının arasındaki yoldan çiftliğin içinde yürümeye başlıyoruz.
“Hocaefendi senin yayınları takip ediyor…” diyor.
“Madem takip ediyor neden doğru dürüst soru sormamıza izin vermeden alelacele bu konuşmayı bitirdiniz?” diyorum. “Üstelik görüntü almamıza da izin vermiyorsunuz…” diye sitem ediyorum.
“Bu bir tanışma toplantısıydı. 2 ay boyunca gündemde kalmak istemiyor. Üstelik buraya kimlerin geldiğini ve gelmek istediğini bilseydin bunun da çok önemli bir tanışma olduğunu anlardın…” diyor. Fethullah Gülen’in söylediklerinin yanlış anlaşılabilme ihtimalinden çekiniyor. “Mesela senin sorduğun soruyu başkaları alıp ‘Bakın Gülen kendi cemaatini bile kontrol edemiyor’ diye aleyhimize kullanabilirler. Oysa böyle bir durum yok. Bunlara dikkat etmemiz gerekiyor.Biz hepimiz gönlümüzle çalışmaya devam ediyoruz, edeceğiz de…” diyor.
Bir sonbahar gününde Pensilvanya’da herşey huzurlu gözüküyor. Gülen’in yardımcılarından biri göldeki balıkları gösteriyor. Gülen geldiğinde yavru olarak atılan kırmızı beyaz balıklar koskocaman olmuşlar. Sessizce gölün içinde turluyorlar.
Gitme vaktimizin geldiğini yanımızda duran arabayla anlıyoruz.
Arabaya binip geri dönüş yoluna geçtiğimizde özellikle Serdar Turgut ve ben sürekli homurdanıyoruz. Yine de görüntü çekemediğimiz ve daha sorulacak çok soru olmasına rağmen böylesine bir tanışıklık bana oldukça ilginç geliyor. Cebimden gazeteci defterimi çıkartıp aklımda kalanları tek tek not almaya başlıyorum. Arabayı derin bir sessizlik kaplıyor.
Cüneyt Özdemir