Kanal D Anchorman’i, gazeteci Cüneyt Özdemir, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile röportaj yapamadığını söyleyerek, “Sürekli irtibattayız ama sıra bize gelmiyor bir türlü. İleteceğiz diyorlar. O kadar çok sorum var ki” dedi.
Zaman gazetesinden Reyhan Gül’e konuşan Cüneyt Özdemir yeni yayın döneminde Kanal D Ana Haber Bülteni’ni sunmasını, 5N1K programını, dergi çalışmalarını ve yeni projelerini anlattı. Gül’ün “Cüneyt Özdemir: Erdoğan'a çok sorum var ama bir türlü röportaj yapamıyoruz” başlığıyla yayımlanan (9 Kasım 2014) söyleşisi şöyle:
Cüneyt Özdemir: Erdoğan'a çok sorum var ama bir türlü röportaj yapamıyoruz
Cüneyt Özdemir, artık Kanal D ana haber bültenini hazırlayıp sunuyor. 5N1K programı da sanıldığı gibi bitmedi, haftada bir yayınlanacak. Özdemir'in bir de yeni kitabı çıktı: Eğlencesini Yitiren Ülke. Özdemir’e göre bu dönemde değerli olan referans noktası olabilmek: “Gazeteciliği bir tarafa bırakıp bir görüşü savunmaya başladığınız zaman bir kesimin ‘kahramanı’ diğer tarafın da ‘düşmanı’ oluyorsunuz."
Malum, Türkiye’de sular hiç durulmuyor. Kanal D’nin çiçeği burnunda anchorman’i Cüneyt Özdemir’i bulmuşken gündem değerlendirmesi yaptırmamak olmazdı. Özetle: Eğlencemizi kaybettik, hukuk sistemimizde büyük kaos var ama hâlâ işleyen bir demokrasimiz olduğu için şükretmeliyiz.
‘Eğlencesini Yitiren Ülke’ sadece adıyla bile büyük beklentiyi beraberinde getirdi ama Radikal’deki yazılarınızın derlemesi olması hayal kırıklığı oluşturdu sanki...
Yeni bir kitap aslında. Hayal kırıklığı oluşturduğunu düşünmüyorum zira şunu fark ediyorsunuz ki o yazıların birçoğunu pek çok kişi okumamış ya da çoğu hayatında ilk kez okuyor.
Kalıcı olsun diye mi kitaplaştırıldı yazılar?
Evet, çünkü gazete günlük tüketilen bir mecra. Oysa kitap farklı zamanlarda da okunabiliyor. Seçki yaparken günlük tüketilenleri değil, farklı içerikte ve kalıcı olacak yazıları aldık. Onları da zamana yayan bir formata getirip revize ettik. Sonuçta biz gazeteciler biraz da yazdıklarımızla var oluyoruz. Ama bu yazıların ne kadar kalıcı oldukları önemli. İleride referans olabilecek bir arşiv niteliğinde bir kaynak. Şuana kadar gelen geri dönüşlerde bir başarı olduğunu görüyorum.
Türkiye eğlencesini ne zaman kaybetti, kırılma noktası ne oldu?
Türkiye’nin Avrupa Birliği macerasından vazgeçmesiyle, hayal kırıklığına uğramasıyla başladı diye düşünüyorum. 2009’da Avrupa Birliği sevdası bir tarafa bırakıldı. Konsantrasyon, Ortadoğu’ya ve meselelerine kaymaya başlayınca aksaklıklar da başladı. Çünkü Avrupa Birliği sadece gidilecek bir birlik değildi. Bir idealler, yaşam biçimi, demokrasinin tarifi, standartlar manzumesiydi. Bunların hepsini bırakıp tamamen kendi hikâyemizi yazmaya başlayınca… Daha doğrusu hükümeti yönetenler, hükümetin hedeflerini değiştirip farklı bir biçimde hayatı okuyup bütün toplumu formatlamaya kalktığında eğlencemizi de yavaş yavaş yitirdik.
17 Aralık’ın bu sürece katkısı ne oldu?
Polisler, savcılar, büyük yolsuzluklar var, alın bunlar da fezlekesi, fotoğrafları, ses kayıtları derken, hükümet bana darbe yapıyorlar diyor. İşte Avrupa Birliği standartları olsaydı ortaya çıkarılanlar kanuni mi değil mi diye bakılırdı. Hukuka uygunsa üzerine gidilirdi. Evrensel hukuk standartlarında bir ülkede yaşıyor olsaydık bunu hayata geçirenler üzerinden bir dava açılırdı.
Aradan neredeyse bir yıl geçti. Ne dava açıldı ne de yolsuzluk soruşturmalarının üzerine giden var. Hatta Ankara, siyaseten davaların üzerini kapattı gibi...
Kapatılmadıysa da belli değil. Türkiye’de beş dakikada değişiyor işler. Hukuk ve eğitim politikaları dünyada eşi benzeri olmayacak değişkenlikte. Böyle bir ülkede yaşıyoruz. Mesele darbe ya da yolsuzluk yapıldı’dan öte ortada hukuk kalmadı. Referansımız nedir, şu an bilmiyorum. Kanunlar altı ayda bir değişiyor. Sonra bu değişen kanunlar Anayasa Mahkemesi’ne gidiyor, orada da değişiyor. Türkiye’deki hukuk sistemine baktığımda büyük bir kaos görüyorum.
O zaman eğlenceden dem vurmak bile lüks kaçıyor desenize...
Bırakın eğlenceyi bu kadar tedirginliğin olduğu bir ülkede bunun günlük hayatımıza yansıması da var. Şu anda bir TIR Boğaz Köprüsü’ne ters yönden girse, son gaz gitse, polis durdursa, şoför de annem hastanede oraya yetişmeye çalışıyorum gibi bir gerekçe sunsa ya da başka bir şey gerçekten bırakırlar. Çünkü hiçbir standart yok. Öte yandan kendi şeridinde giden bir araç keyfi bir sebepten trafikten men edilebilir.
Kitabınız ‘Bir hayalim var’ yazısıyla bitiyor. O hayalinizde de hep daha demokratik bir ülkeye atıfta bulunuyorsunuz. Bu hayale ne kadar uzaktayız?
Çok yakın değiliz ama hâlâ şükredeceğimiz bazı şeyler var. Mesela eskisi kadar askerler siyasetin içinde değil, barış süreci devam ediyor ki ilk günden beri destekliyorum. Gençlerimiz dağlarda birbirini vurmuyor, öldürmüyor. Umarım bu süreç sonuca da ulaşır.
Dağlarda değil ama şehrin ortasında öldürüyor.
Her şeye rağmen çözüm süreci devam ediyor ama. Ve bence Öcalan bırakıncaya kadar da devam edecek gibi görünüyor. Ayrıca ekonomimiz orta gelir tuzağı denecek bir yerde tıkanıp kalsa da neyse ki kötü değil. Yani bir felaket yaşamıyoruz. Bu üç meseleyi göz önünde tutarak söyleyebilirim ki iyi durumdayız. Ama elbette biz özgürlükler üzerine kurulu bir ülke olmalıyız. Demokrasiye, hukuka referanslarımız sağlam olmalı. Her şeye rağmen umutsuz değilim. Eğlencesini yitiren ülke derken de bitti gitti kül olduk değil. Çünkü hâlâ iyi kötü işleyen bir demokrasimiz var. Hâlâ sandığa gidip oy kullanıyoruz.
Bunlarla yetinmeli miyiz?
Hayır ama şükretmeliyiz, yok gibi davranmaya hakkımız yok. Çünkü bu noktalara kolay gelinmedi.
Doğru karar verdim mi diye düşünmeye başladım
Sizin eğlence durumunuz nasıl peki?
Kanal D’ye geçtiğimden beri hayatımda olmadığı kadar çok çalışıyorum. Tüm gün binadayım, eğlenceye vakit yok şu sıralar.
Haber bültenleri facia, trafik kazaları, cinnet haberlerinden geçilmiyor. Sanki ülkede güzel hiçbir şey olmuyor gibi. Çiçeği burnunda haber direktörü olarak ne düşünüyorsunuz?
Geçen günlerde dünyaca ünlü piyanist Lang Lang’ı yayında ağırladım. Yayın öncesi anlamıyor ama öylece haberlere baktı. Dehşete kapıldı. Gördüğü her haber sonrası aman Allah’ım, deyip durdu. Öyle bir haber sırası var ki IŞİD, Kobani, maden kazası, üniversitede öğrenci çatışmaları... Şimdi bu kadar üzücü, can sıkıcı haberden sonra vur patlasın çal oynasın mı diyelim? Diyemiyoruz. Son yıllarda belki de en az eğlence programının yayınlandığı bir dönemden geçiyoruz. Bir sürü mafya, derin devlet, töre, dram ağırlıklı diziler var. Komedi gözden düştü.
Bir ülkede bir senede gerçekleşecek gündem bizde bir günde gerçekleşince doğal tabii...
Aynen. Geçen haber seçkisine bakıyorum. Ülker Grubu dünyada üçüncülüğe yükselmiş. Binlerce insana iş veriyor, istihdam sağlıyor. İngiltere’nin en büyük ulusal bisküvi markasını satın almış. Fakat ana haberlerde bir satır yer bulamıyor kendisine. Ülkenin geldiği durumu görüyor musun? Kimse artık iyi, mutlu, güzel haber talep etmiyor. Ne kadar çok cinayet, kan o kadar çok reyting. Böyle kısır döngünün içine hapis olduk. Bu memleketteki genel atmosferin bir yansıması sadece. İnsanların güzel haber duyma konusunda tercihleri azaldı.
AK Parti hükümetinin iktidara geldiği ilk yıllarda özellikle ulusalcı kesim tarafından ‘Türkiye İranlaşacak’ yaygarası koparılmış, bu konuda topluma ciddi bir korku yayılmıştı. Son dönemde yaşanan özgürlükler, insan hakları ihlallerinden sonra ‘Biz demiştik ama inanmamıştınız’ söylemleri arttı. Bu açıdan değerlendirseniz Türkiye İranlaşıyor mu hakikaten?
Türkiye hiçbir zaman İranlaşmadı, böyle bir tehlike de hiç olmadı. Bu, derin devletin bir umacısıydı. Kitleler bununla kandırıldı, politikaya alet edildi. Bunun sonucu olarak ne yazık ki biz koskoca profesörlerin özel kamusal alan diyerek kadınların başörtüsünü tartıştığını gördük bu ülkede. Yıllarca bu konu bizim ‘büyük meselemiz’ oldu. Meclis’e kapalı diye milletvekillerini sokmadık. Türkiye yıkılacak, bilmem ne olacak. Ne oldu? Hiçbir şey. Bence biz doğru tespitlerde bulunmuyoruz. Hep birilerinin gösterdiği umacıları korku nesnesi olarak yayıyoruz. Bizim burada tek ihtiyacımız olan demokrasi. Bu açından İranlaşmıyoruz ama ne yazık ki Rusyalaşıyoruz.
Rusyalaşıyoruz derken?
Daha otoriter, hesap soramayan, içine kapalı bir topluma dönüşüyoruz. Dünyayla ilişkilerimiz minimuma indi. Adı Türkiye olan bir uzay gemisine binmişiz sanki, camlarımız da sıkı sıkıya kapalı ve bunun içinde kendimizi yemekle meşgulüz. Oysa büyük bir dünya var etrafımızda. O sosyal, psikolojik bağlar her geçen gün biraz daha azalıyor gibi geliyor bana. Gerçeklikten de kopuyoruz haliyle.
5N1K gibi marka olmuş bir program tam olgunlaştı ve siz bir anda Kanal D’ye geçtiniz.
Herkes bıraktığımı düşünüyor. Moda deyimiyle bir algı operasyonu. Halbuki izleyici kitlesi CNN Türk’ün 10 katı fazlası ve arkasında büyük bir haber merkezinin desteklediği bir kanala transfer oldu. Tek farkı eskiden haftada dört gün yayınlanıyordu, şimdi dosyaların ve muhabirlerin olduğu bir formatla haftada bir gün yayınlanacak.
Teklif mi geldi, nasıl oldu?
Yıllardır farklı dönemlerde, farklı kanallardan bu tarz teklifler geliyordu. Ben de böylesi bir tempoya girmek istemediğimi söylüyordum. Tekrar böyle bir teklif gelince deneyeyim dedim. 15 yıldır aynı formatta gidiyorum, hayatımda değişiklik olur, renk katar dedim.
Henüz çok erken ama renk kattı mı?
Açıkçası şu anda kara kara düşünüyorum acaba doğru mu yaptım diye. Çünkü sabah 8’den akşam 9’a kadar kanalda olup, her haberle harfi harfine ilgileneceğimi düşünmemiştim. Daha kolay olur diye düşünmüştüm ama öyle olmadı. Bakalım, deniyoruz. Bir işe başladığımda sonuna kadar elimden geleni yaparım. Umarım bu da öyle olur.
Yeni stüdyonuz fazla kasvetli sanki...
Haklısın, biraz daha aydınlatılmalı diye ben de düşünüyorum.
Hükümetin size ‘gıcık’ olduğu, tabiri caizse kellenizin istendiği söylentilerinin ortaya atıldığı ve Doğan Grubu’na ciddi vergi denetimleri olduğu bir dönemde Kanal D Haber’in başına geçtiniz. Şimdi spotlar daha bir üzerinizde…
(Gülüyor) Ekrana çıkmışsanız CNN Türk ya da Kanal D’de fark etmez. Ayrıca benim sosyal medyada 2 buçuk milyon takipçim var. Orada yazdığım bir cümle de benim kariyerimi bir anda bitirebilir ki. Artık multimedya kullanılıyor. Sitem var, yazı yazıyorum, haber programı yapıyorum, haber sunuyorum ve tüm kimliklerim iç içe geçmiş durumda. Bu açıdan mecranın büyüklüğü önemli değil. Önemli olan kim olduğunuz ve ağzınızdan çıkan sözlere, duruşunuza dikkat edip etmediğiniz.
Kanal D’de dik duruşumu devam ettirebilirim diyorsunuz yani...
Kanal D Haber’in en büyük özelliği herkese eşit mesafede durması, objektif olması. Bu açıdan Mehmet Ali Birand’dan ve Serdar Cebe’den taşınan ciddi bir haber kimliği var. Benim buraya gelirkenki amacım bu objektif kimliği özellikle şu dönemde altını çizerek devam ettirmekti. Bu açıdan bunu gerçekleştireceğim konusunda bende hiçbir tedirginlik yok, tam tersi bir güven var.
Radikal’deki yazılarınız sona erdi, başka bir yerde yazacak mısınız?
Birkaç farklı gazeteden -sağ olsunlar- teklif geldi ama şu anda işime konsantre olmaya çalışıyorum. Bu yüzden bir süre yazmayı düşünmüyorum.
Merhum Birand, Kanal D Haber’i devraldığında ciddi bir magazin ortamı vardı. Siz nasıl bir Kanal D devraldınız?
Şimdi de ana haber bültenlerinde müthiş bir ajans, demeç haberciliği söz konusu. Ayrıca büyük bir şiddet kol geziyor, kan gövdeyi götürüyor. Benim ilk günden yaptığım şey şiddet haberlerini minimuma indirmek, Türkiye’de iyi şeyler de oluyor duygusunu vermek, haberi ve detaycı haberciliği ortaya çıkarmak oldu. Biz ajansların değil, ajanların bizim haberlerimizi kullanmasını sağlamak ki pazartesi gününden itibaren bunu başardık.
İlk yayınınızda sahaya ineceğinizi, izleyiciyi habere dahil edeceğinizi, muhabire önem vereceğinizi söylediniz. Haber, maliyetli bir iş. Reyting kaygısı yaşıyor musunuz? Bu iş tutar mı sizce?
Yüzde 100 reyting kaygısı güdüyorum ama reytinge mahkum olmayacak kadar mesleğime saygım var, gazeteciliğe inanıyorum.
Nasıl bir haber direktörüsünüz peki?
Bu işin orgenerallerinin muhabirler olduğuna inanıyorum. Bu yüzden bütün muhabir arkadaşlarım sabah toplantılarında beni görüyor. Birlikte haber akışına bakıyoruz. Onların fikirlerini alıyorum, değer veriyorum. Önümüzdeki günlerde yönetime de katacağım onları. Zaten varlar ama onları parlatmak istiyorum. Star muhabirler göreceksiniz yakın zamanda. Yıllar boyunca beraber olan arkadaşlar arasında kırgınlıklar, küskünlükler olmuş. Çeşitli kast sistemleri kurulmuş. Bunları kırmaya çalışıyorum. Muhabir sadece muhabirlik yapar, editör sadece bilmem ne yapar algısını yıkmaya çalışıyorum.
Büyük bir lider var, bir türlü röportaj yapamıyoruz!
Dipnot TV nasıl gidiyor, vakit ayırabiliyor musunuz?
Tabii. Orada apayrı bir ekip çalışıyor. Şu anda hâlâ en çok okunan dergi. Aksiyon dergisiyle yarışıyoruz. Aksiyon bayide satılıyor, biz download ediliyoruz. En çok satan Aksiyon diye biliyorum. 55-60 bandında ama biz de aynı banttayız. Hatta 100 bine dayandığımız oluyor.
Yeni projeleriniz olacak mı peki?
Şu an için ana haberi yapayım yetecek bana. Ama bir iki projem var. Adını söylemeyeyim, çok sürpriz bir şey üzerine çalışıyorum.
Kafayı taktığınız, sürekli eleştirdiğiniz İstanbul’un kaldırımları ya da restoranlardaki bebe sandalyeleri üzerine mi yoksa?
(Gülüyor) Hayır. Çok alakasız bir alan. Haberle, dijital dünyayla alakası yok. Çok çok sürpriz bir proje. Altı aydır çalışıyoruz. Şubat ya da martta hiç aklınıza gelmeyecek bir konumda göreceksiniz beni.
Magazin programı mı yapacaksınız, ne?
Söylemem, başka bir şey.
Çok merak ettim biraz ipucu verseniz...
İpucu vermeyeyim ama başlayacağı zaman ilk sana söyleyeyim.
‘17 Aralık’tan beri her gün birinci sayfasında ‘paraleller’ kelimesi yer alan gazeteler var. Hayatın akışına aykırı bu’ diye bir açıklamanız oldu. Sizi de paralelci ilan etmesinler...
Böyle saçma bir ülkede yaşıyoruz işte. Ben bunu söyledim de bu yanlış mı, kafadan mı uyduruyorum?
Şu süreçte aydınlar bile objektif bir yorumda bulunurken ‘ben paralelci değilim’ açıklaması yapma ihtiyacı hissediyor.
(Gülüyor) Benim cemaate duruşum sekiz yıl önce neredeyse şimdi de orada. O zaman da söylemek istediklerimi söylemekten korkmuyordum şimdi de korkmuyorum. Ana akım medyada bir gazetenin manşeti 18 Aralık’tan beri paralel diye çıkıyor. Bu hayatın akışına aykırı. İki şey olabilir. Hadi bir ay, iki ay manşet yap. Ama bir yıl boyunca bir gazetenin manşeti aynı konuyla çıkıyorsa burada artık hedef gazetecilik değildir, başka bir misyonu vardır. Herhalde çok ‘ciddi’ bir durum var ki böyle manşetler atıyorlar. E yani bunu da söylemekten korkmamamız gerekiyor.
Mesleki kariyeriniz boyunca dünyaca önemli isimlerle röportajlar yaptınız. Ulaşamadığınız biri kaldı mı?
Evet büyük bir lider var. Bir türlü röportaj yapamıyoruz.
Kim?
Recep Tayyip Erdoğan. (Gülüyor) Sürekli irtibattayız ama sıra bize gelmiyor bir türlü. İleteceğiz diyorlar.
Kabul etse ne sorardınız, sorabilir miydiniz ya da? Malum başbakana, cumhurbaşkanına soru sormanın başarı sayıldığı bir dönemdeyiz.
Sorardım tabii. Vallahi her şeyi sorardım. O kadar çok sorum var ki...