Cumhuriyet yazarı Ali Sirmen, yeni dönemin ne başkanlık ne de parlamenter tanıma uymadığını söyleyerek, "Kendine uygun bir sistemdir" ifadesini kullandı. İspanyolların 1939 – 1975 arasında ülkeyi sınırsız güç ve yetkiyle yöneten Fransisco Franco’ya “Caudillo” (reis) dediğini hatırlatan Sirmen, "Bizde de tek muktedir rejiminin başı için en uygun olarak, Tayyip Bey’in yandaşlarının kendisi için zaten daha önce çeşitli vesilelerde kullandıkları 'Reis' deyimi geliyor akla. Siyasetin bütün gücünü 'Riyaset'e teslim eden bir sistem için galiba en uygunu bu. En doğrusu galiba ‘Reis’ demek" diye yazdı.
Sirmen, "Oysa bizdeki sistem açıkça ifade edildiği üzere artık parlamenter olmadığı gibi ne türden olursa olsun, “Başkanlık” sistemleriyle bile uzaktan yakından ilgisi olmayan kendine özgü bir uygulamadır" diyerek bugünkü (13 Temmuz 2018) yazısının devamında şunları kaydetti:
Yeni dönem başladı. Hayırlı olsun! Yeni dönemin gereklerini yerine getirmek üzere yasalar, tüzükler düzenlemeler değişti, gerekli yerlere gereken atamalar yapıldı, eski rejimden yeni rejime geçer ayak, atamalardan önce gerekli görülen son “atmalar” da yapıldı. Son olarak bir kalemde 18 bin kişi işten atıldı, içeri atılanların sayısı ise gün be gün değişiyor. Bildiğim son olarak Tayyip Erdoğan ile ilgili karikatürlü pankart taşıyan dört ODTÜ öğrencisi atıldı içeri.
Bütün her şey tamam da bir tek nokta açıklığa kavuşmadı. Sınırsız yeni yetkileriyle Devlet Başkanlığı makamını ve rejimi nasıl adlandıracağız.
Cumhurbaşkanı desek o parlamanter rejimlere özgü, yetkileri biraz da sembolik olan, asıl işlevi ülkenin birliği ve bütünlüğünü temsil ile devletin organlarının uyumlu çalışmasını sağlamak olan bir makam. Yürütmenin başı değil.
Oysa şimdiki Devlet Başkanı yürütmenin başı.
O zaman akla Tayyip Bey’in de önerdiği gibi “Başkan” sıfatı geliyor.
Ama biraz düşününce onun da durumu tam olarak belirtmeye yetmediğini göreceğiz. Çünkü ABD örneğinde görüldüğü gibi, “Başkanlık Sistemi”nin başındaki kişiye Başkan deniyor.
***
Oysa bizdeki sistem açıkça ifade edildiği üzere artık parlamenter olmadığı gibi ne türden olursa olsun, “Başkanlık” sistemleriyle bile uzaktan yakından ilgisi olmayan kendine özgü bir uygulamadır.
Demokrasinin temeli kuvvetler ayrılığı ilkesidir. Sistem ister parlamenter olsun, ister Başkanlık, bu kural geçerlidir.
Ülkemiz insanlarında “seçimle gelen kral” çağırışımı yapan “Başkanlık” sistemlerinde de yasama, yürütme ve yargı erkleri güdüm altında olmayıp, hepsini birbirlerinin sultasından koruyacak denge ve denetim mekanizmaları gelişmiştir.
Eski Anayasa Mahkemesi üyesi, Prof. Dr. Fazıl Sağlam’ın “Devlet Güçlerinin OHAL KHK leri ve 2017 Anayasa Değişikliğinden Sonraki Görünümü” adlı makalesinde belirttiği gibi “16 Nisan halkoylamasından sonra yürütme gücü Cumhurbaşkanı’na verilmiş, yasama Cumhurbaşkanı’nın vesayeti altına alınmıştır. Yargı ise yoğunlaştırılmış yürütme gücüne bağımlı duruma getirilmiş, hak ve özgürlükleri koruyucu bir gücü ve etkisi kalmamıştır”.
Güçler ayrılığı ilkesi ayaklar altına alınırken her türlü denge ve denetim mekanizmasından da özenle kaçınılmıştır.
Türkiye’de yeni uygulamanın sonucunda ismi var cismi yok parlamentonun işlevsizleştirilmesi girişimi, Devlet Başkanını, Latin Amerika’daki “Başkancı” sistemlerin hiç değilse görünüşü kurtarmak kaygısıyla “Başkan Baba”ya vermediği yetkilerle donatmaya kadar varmıştır.
Partili Cumhurbaşkanı’nın ayrıca parti genel başkanı olabilmesi, Siyasi Partiler Kanunu’muzun da Özal öncülüğünde gerçekleştirilen değişikliğinden sonra, yasama meclisi adaylarının saptanması yoluyla, Cumhurbaşkanlığı’na adeta yasamanın bir bölümünü atama yetkisini de vermektedir.
Yine Prof. Dr. Sağlam’ın da belirttiği gibi anayasa değişikliğinden sonra, bütçeyi yapmak da yine pratikte Cumhurbaşkanlığı’nın yetkisindedir.
Yargının Devlet Başkanı’nın karşısındaki hali ise cümle âlemin malumudur.
***
Kısacası yeni düzenimiz ne Başkanlık ne de parlamenter tanımına uyan ne kuş ne de deve kendine özgü bir sistemdir.
Hatta Fazıl Sağlam’ın, Kemal Gözler’in “Elveda Kuvvetler Ayrılığı, Elveda Anayasa” makalesine atıf yaparak belirttiği gibi, bir “anayasasızlaştırma” girişimi olduğu da söylenebilir.
Durum böyle olunca hukuki değil de filli durumun özüne yakışır başka bir deyim bulmak gerekiyor.
İspanyollar 1939 – 1975 arasında ülkeyi sınırsız güç ve yetkiyle yöneten Fransisco Franco’ya “Caudillo” (reis) diyorlardı.
Bizde de tek muktedir rejiminin başı için en uygun olarak, Tayyip Bey’in yandaşlarının kendisi için zaten daha önce çeşitli vesilelerde kullandıkları “Reis” deyimi geliyor akla.
Siyasetin bütün gücünü “Riyaset”e teslim eden bir sistem için galiba en uygunu bu.