13 Şubat'ta işlenen Özgecan Aslan cinayetinden bir gün sonra, 14 Şubat'ta "One Billion Rising" etkinliği kapsamında dans eden CHP'li Aylin Nazlıaka'yı ve etkinliğe katılan diğer kadınları eleştiren Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, "Hunharca katledilen Özgecanımızın öldüğü gün dans ediyorlar. Ya sen biliyorsan bir Fatiha oku, bilmiyorsan rahmet dile. Ölüm karşısında, acı karşısında dans etmek nedir bizim kültürümüzde. Belli, tabi ateş düştüğü yeri yakar" dedi.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Ankara Sheraton Otel’de, Türkiye Müteahhitler Birliği Yurtdışı Müteahhitlik Hizmetleri Ödül Töreni'nde konuştu.
Erdoğan'ın konuşmasından satırbaşları şöyle:
Müteahhitlerimizin yaptığı işlere bakıldığında firmalarımızın kardeş ülkelerde daha çok iş yaptığı görülüyor. Bize ''Afrika'da, Ortadoğu'da ne işiniz var'' diye sataşıyorlar. Biz oralara gitmezsek bu bağlantılar nasıl sağlancak. Dikkat ederseniz gittiğimiz her yere işadamları ile gidiyoruz. Bazen 2 bazen 3 uçakla gidiyor gittiğimiz her yerde mutlakam bir iş konseyi yapamaya çalışıyoruz. Bu toplantılarda bağlantılar kuruluyor, anlaşmalar imzalanıyor.
Birileri bize ''Turistik gezi yapıyorsunuz'' diyorlar, kendileri bu tarz geziler yapabilir ama biz inanın gezilerimiz gezmek için değil iş bağlamak ülkemizi geliştirmek için yapıyoruz.
Oturdukları yerden siyaset yapmaya alışmış olanlar bizim tavrımızı yadırgıyorlar. Vizyon desen vizyon yok hayal desen hayal yok, çalışma gayret desen o zaten hç yok. O zaman bu millet size niye itibar etsin. Sizlerin şantiyenize bekçi dahi yapmayacağınız kişiler var.
En son gittiğimiz 3 ülkede başkanlık sistemi var. Seçimlerden sonra ön açıcı bir sisteme ihtiyacımız var. Bu benm şahsi görüşüm. Ama ayrıca da deneyimlerimin de 40 yıllık sonucudur.
Dünyanın her yerinde gidilmedik ülke el atılmadık iş bırakmayacağız. Gittiğimizde gördüğümüz manzaralar Türkiye'nin hangi noktada olduğunu çok iyi bizlere gösteriyor.
Son ziyareti yaptığımız Güney Amerika… Bize ne kadar uzak, bizimle ne kadar ilgisiz gözüküyor değil mi? Non stop 14 saat uçuşla ulaştık Kolombiya’ya. Halbuki tam tersi… Amerika kıtasının tamamı gibi Güney Amerika’da da 1800’lü yıllardan itibaren bu coğrafyadan göçüp oralara yerleşmiş yüzbinlerce kardeşimiz var. Belki milyonlarca… Bu insanlar üzerinden oluşturacağımız ünsiyet bile tek başımıza orada var olmamızı sağlayacak.
'Osmanlı Güney Asya'yla ilişkiler geliştirdi'
Aynı şekilde Güney Asya… Oysa Osmanlı döneminde oralarda çok önemli ilişkiler tesis etmişiz. Kısa süre önce Etiyopya, Cibuti ve Somali’ye gittik. Buralara dünyanın en güçlü ülkeleri gitmiyor, biz gidiyoruz. Gittiğimiz yer bizimle farklı bir ilişki içine girecektir ama gitmediğimiz yerde olmayacaktır. Balkanlar, Orta Asya, Ortadoğu bir parçamız. Gönül sınırlarımızın kapsama alanı çok geniş. Yeter ki oralara ulaşalım, gerisi gerçekten çok kolay.
'Emek ve kaynakları sömürmeye
dayalı medeniyet inşa edemeyiz'
Merhametini yitirmiş bir dönemde bizler aynı zamanda merhametin temsilcisi, vicdanın sesi olmak zorundayız. Bizim farkımız bu. Batı ülkeleri zenginlik, refah bakımından çok ileri düzeydeler. Afrika’da bambaşka bir manzara… Biz asla garibin, mazlumun, masumun, mağdurun, ezilmişin sırtından bir refah düzeni kurmayız, kuramayız. Ne inancımız, ne kültürümüz, ne de tarihimiz izin verir.
Biz başkalarının emeğini ve kaynağını sömürmek üzerine kurulu bir medeniyet inşa etmeyiz, edemeyiz. Gözyaşıyla ıslanmış ekmek bizim boğazımızdan geçemez. Kan bulaşmış para bize mutluluk getirmez.
Biz gittiğimiz her yere sadece para için sadece diplomatik ilişkiler için gitmiyoruz. Biz oradakileri kardeşimiz olarak görüyor bir kardeş bir kardeşine nasıl giderse biz de o amaçla oralara gidiyoruz. Kan bulaşmış para bize mutluluk getirmez. O yüzden Filistin, Suriye ve Myanmar diyoruz...
Böyle özgürlük dünyası olabilir mi?
"Dünyadaki Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun diğer 191 üyesi, bunların iki dudağının arasına mahkum. Öyle bir adalet düzeni olabilir mi? Böyle bir haklar düzeni olabilir mi? Böyle bir özgürlük dünyası olabilir mi? Olamaz ve olmuyor da... İşte bunun için uluslararası sistemin çarpıklıkları, yanlışları, eksikleri her platformda insanlığı eziyor ama biz de bunu yüksek sesle ifade ediyoruz.
'Neredesin Başkan' derken...'
Davos'ta 'one minute' dediysek bundan dolayı dedik. Sadece İsrail'e değil, dünyadaki tüm zalimlere tüm mazlumlara sahip çıkma adına bunu yaptık. Amerika'da evlerinin içinde alçakça katledilen, Suriye Türkmeni kardeşlerimiz için sayın Obama'ya 'Neredesin Başkan?' derken aslında tüm dünyanın vicdanına sesleniyorduk. Derdimiz buydu.
'12 kişi için dünyayı ayağa kaldırdınız'
Biz insan değerinin inançla, ülkeyle, ırkla, renkle ilgili olmadığına inanıyoruz. Yaratılmışların en şereflisi olan insanoğlunun her bir ferdinin canı, hayatı aynı şekilde değerlidir, aynı şekilde azizdir. Paris'te öldürülen 12 kişi için dünyayı ayağa kaldıranların, Suriye'de katledilen 350 bin mazlum karşısında üç maymunu oynaması bizim kabullenebileceğimiz bir durum değildir. Bunu da görmemiz lazım. Sesleri çıkıyor mu? Çıkmıyor. Niye susuyorlar? Fransa'da yürüyorsun, ama 350 bin kişi öldüğü zaman Avrupa Birliğinin sesi çıkmıyor. Amerika havadan geliyor bombalıyor o kadar... Şöyle başımızı iki elimizin arasına alıp düşünmemiz lazım. Bu millete yakışan budur. Esasen aynı çarpıklık ülkemizdeki bir takım çevreler için de geçerlidir."
'Dansedeceğine...'
Evine gitmek için bindiği otobüste yakılan kızımız karşısında susanlar, eylem sırasında ölenler için Türkiye'yi ayağa kaldırmaya çalıştılar. Hunharca katledilen Özgecan'ımızın ölümünü dans ederek güya protesto ediyorlar. Bu ne biçim iştir ya, sen biliyorsan bir fatiha oku. Ailesine bir başsağlığı dile. Dans ediyor. bunun bizim kültürümüzdeki yeri nedir, adeta bu ölümden zevk alıyor. Ölüm karşısında dans etmek nedir bizim kültürümüzde? Belli, tabi ateş düştüğü yeri yakar. Özgecan kızımıza ben bir kez daha rahmet, bütün milletimize başsağlığı diliyorum.
'Davanın takipçisi olacağım'
Bu canice vahşice yapılan bu katlin failleri yakalandılar. İnşallah hak ettikleri cezayı da en ağır şekilde almaları için bizzat davanın takipçisi olacağım. Şu anda da zaten takip ediyorum.
'Osmanlı'yı anarken Hayme Ana'yı...'
Kadına şiddet konusunun Türkiye'nin kanayan bir yarası olduğunu belirten Erdoğan, "Bizim inancımızda insan, eşref-i mahlukattır, yani yaratılmışların en şereflisidir. Dikkatinizi çekiyorum, erkek denmiyor, kadın denmiyor, çocuk denmiyor, ya? İnsan deniyor. Bizim kültürümüzde de kadının ayrı ve özel bir yeri vardır. Selçuklu'yu anarken, Terken Hatun'u, Osmanlı'yı anarken, Hayme Ana'yı, Bala Hatun'u, Nilüfer Hatun'u anmadan geçemeyiz. Annesi Hafsa Valide Sultan'ı zikretmeden Kanuni Sultan Süleymanı'ı anlatamayız. Zübeyde Hanım'ı anmadan Gazi Mustafa Kemal'i anlayamayız. Cumhuriyetin kuruluşunda da kadınlarımız çok önemli roller üstlenmiş ve çok büyük fedakarlıklar yapmışlardır."
50 TL'lik banknotlarda Fatma Aliye Hanım
Erdoğan, 50 TL'lik banknot hazırlanırken, "Bir de tarihimizde başarılı hanımlarımız var. Onlardan bir tanesinin resmini de buraya koyalım" dediğini aktararak, Osmanlı'nın son döneminin ve Cumhuriyetin ilk döneminin önemli romancılarından Fatma Aliye Hanım'ın resminin konulduğunu anlattı.
Buna rağmen kimi zaman töre denilerek kadının şahsiyetinin yok edildiğine, kimi zaman çağdaşlık denilerek kadının metalaştırıldığına şahit olunduğuna işaret eden Erdoğan, "Buradan açıkça ifade ediyorum: Kadını zayıf görerek, kadını korunmasız görerek, kadını aciz görerek ona şiddet uygulayan her kim olursa olsun alçaktır, zavallıdır. Kadına şiddet uygulamak, Allah'ın emanetine ihanet etmektir. Cahiliye döneminde kız çocuklarını cinsiyetlerinden dolayı diri diri toprağa gömenle, üstünlüğünü göstermek için kadına şiddet uygulayan arasında bizim nazarımızda hiçbir fark yoktur. Cahiliye döneminde kadını bir eşya gibi alıp satanla; bugün medyada, sokakta, işyerinde onu bir meta gibi pazarlayan arasında biçim nazarımızda yine hiçbir fark yoktur" değerlendirmesinde bulundu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bütün siyasi hayatı boyunca kadınları her alanda hak ettikleri konuma getirmenin çabası, mücadelesi içerisinde olduğunu, kadına şiddete karşı da metalaştırılmaya karşı da korumak için onlarla birlikte mücadele ettiğini, etmeye devam edeceğini vurguladı.
Kurucusu olduğu siyasi partide kadınların siyasette erkeklerle eş değer düzeyde temsili için her türlü çabayı gösterdiğini, Türkiye'nin en yaygın, en aktif, en iyi çalışan kadın teşkilatlanmasını gerçekleştirdiklerini ifade eden Erdoğan, buna rağmen, kadınların henüz yeterli siyasi temsil düzeyine ulaşamadıklarını bildiğini belirterek, "Ama bu konuda geçmişle mukayese edilemeyecek bir mesafe katedildiğini de teslim etmeliyiz" dedi.
Başbakanlığı döneminde, kadınların ekonomik ve sosyal hayattaki durumlarını düzeltmek, ileriye taşımak için pek çok çalışma yürüttüklerini anlatan Erdoğan, Anayasa'da, kanunlarda, yönetmeliklerde yaptıkları değişikliklerle her alanda kadınları maruz kaldıkları cinsiyet eşitsizliğinden kurtarmanın çabası içinde olduklarına işaret etti.
'Hepimizin kızı olabilirdi'
2009 yılında kurulan TBMM Kadın- Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ile bu konunun Mecliste sürekli denetim ve izleme altında olmasını temin ettiklerini, 2012'de çıkarılan Ailenin Korunması ve Kadına Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun'un, bu alanda gerçek bir devrim niteliğinde olduğunun altını çizen Erdoğan, aynı çerçevede yürütülen pek çok çalışmayla bu hususta Türkiye'de yeni bir dönemin başladığına inandığını dile getirdi. Eğitimde ve istihdamda kadınlara pozitif ayrımcılık uygulayan pek çok projeyi, pek çok uygulamayı hayata geçirdiklerini, son olarak kadın istihdamını teşvik edecek bir dizi kanun değişikliğini gerçekleştiklerini bildiren Erdoğan, "Tüm bunlar elbette önemli ama daha önemlisi bütün bu yasal değişikliklerin uygulamasındaki eksiklikleri gidermek için ek tedbir ve müeyyide mekanizmaları geliştirilmektir. Ancak böylelikle uzun vadede zihinlerdeki, kafalardaki anlayış da değişecektir. Özellikle karar mekanizmalarının büyük çoğunluğunu oluşturan siz beyefendilere sesleniyorum: Bu olay hepimizin kızının başına gelebilirdi. Bu konuyu bu hassasiyetle sizler, bizler sahiplenmedikçe gerçek bir iyileşme mümkün olmayacaktır" diye konuştu.
Erdoğan, Özgecan Aslan'ın vefatıyla ortaya çıkan hassasiyetin bu yönde yeni bir dönemin başlangıcı olmasını istedi.
Bu olayı günlük siyasete alet etmek isteyenleri kınayan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Biraz önce başkalarının emeğini sömürmekten, gözyaşıyla ıslanmış ekmekten bahsettim. Bu hassasiyetimiz uluslararası düzenle sınırlı değildir, olmamalıdır. Yaptığımız işlerde de aynı titizliği göstermek mecburiyetindeyiz. Sizler, iş yaptığınız yerlerde aynı zamanda ülkemizi temsil ediyorsunuz. Sadece ticari bir şirket olarak değil, bu milletin somut tezahürü ve adeta aklanmış bir yüzü olarak oralarda bulunuyorsunuz. Biz, insanı en değerli, en kutsal varlık olarak gören bir milletiz. İnsanın bu vasfı, her yerde, her durumda geçerlidir. Elbette yaptığınız işlerden kar edeceksiniz, para kazanacaksınız. Kimsenin buna itirazı olamaz. Bununla birlikte üstlendiğiniz misyonun da bilinciyle hareket etmek durumundasınız. Sizlerden çalıştırdığınız işçilerden, mal aldığınız, iş yaptırdığınız alt yüklenicilere kadar herkesle ilişkilerinizi bu bakış açısıyla kurmanızı bekliyorum. Aynı sektörde faaliyet gösteren diğer ülke şirketlerinden farkınızı daha kaliteli, daha hesaplı iş yapmanın yanında insan odaklı, hak temelli bir anlayışı ortaya koyarak da gösterebilirsiniz."
Ortaklık kültürünün de çok daha farklı şekilde ileriye taşınabileceğini ifade eden Erdoğan, "Rekabet belki dönemimiz içinde faydalı gibi görünse de aynı zamanda birinin bir diğerini sömürme aracı olarak görüyorum" dedi.
Türklerin paylaşımcı, dayanışmacı, ahilik kültürüne sahip bir millet olduğunu aktaran Erdoğan, şöyle devam etti:
"Öyleyse bu paylaşım kültürü içinde bunu sürdürecek olursak, bu projeyi gel beraber yürütelim. Diğer projeyi de gene beraber yürütelim. Bir üçüncü projeyi de diğer iki arkadaşımız yürütsün. Bunu dediğimiz gün, inanın Türk milletinin önünde kimse duramaz. Biz bunu başarır, aşabiliriz. İster doğrudan kendi elinizle, ister bu konuda çalışan kamu ve sivil toplum kuruluşları vasıtasıyla bulunduğunuz ülkelerde mutlaka yardım faaliyetleri de gerçekleştirin. Oradaki işiniz bittiğinde geride sadece inşa edilmiş binalar, köprüler, yollar değil, aynı zamanda kazanılmış gönüller bırakın. İnanın bu şekilde davrandığınızda çok daha el üstünde tutulduğunuzu, çok daha fazla tercih edildiğinizi göreceksiniz. Aynı şekilde ülke içindeki çalışmalarınızda da bu anlayışı güçlendirmelisiniz. Ülkemizin hem mali ve teknik kapasite hem insan gücü hem hukuki altyapı olarak geldiği yer, geçmişle mukayese edilemeyecek derecede ileri bir yerdir. Açıkçası ben artık insanca çalışma şartlarına sahip olmayan, işçi sağlığı ve iş güvenliği standartlarına uygun olmayan hiçbir şantiye, hiçbir iş yeri görmek istemiyorum. Sadece kendinizin değil, iş yaptırdığınız herkesin, taşeronlarınızın da aynı şartları sağlamasını teminle mükellefsiniz. İstihdamı arttırmaya ne kadar önem veriyorsak, çalışma şartlarını iyileştirmeye de o kadar önem veriyoruz. Bu mevzuat değil, zihniyet meselesidir. Bunu çözmemiz lazım. Büyüyeceğiz, güçleneceğiz, kazanacağız ama kimsenin ahını almadan, kimsenin hakkına girmeden bunu yapacağız. Medeniyet iddiamıza halel getirmeden, inancımıza, tarihimize, kültürümüze, onurumuza uygun şekilde gelişeceğiz, ilerleyeceğiz."
Merhameti, vicdanı, şefkati olmayan bir ülke ve toplum olarak, refahı arttırmanın asla tercih edecekleri bir yol olmadığını bildiren Erdoğan, "Ben tüm iş adamlarımızın, tüm iş verenlerimizin çalışmalarını hakkaniyete, ahilik ilkelerine bağlı şekilde yürütme konusunda azami hassasiyeti göstereceklerine inanıyorum. Her bir iş adamımızın, yaptığı işteki başarısını iyi ahlakla, doğrulukla, yardımseverlikle taçlandıracağına yürükten inanıyorum" dedi.