Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Avukat Özlem Zengin, referandum sürecine ve anayasa değişiklik teklifine karşı "Otoriter bir tek adam yönetimine geçeceğiz" söylemlerine ilişkin olarak, "Türkiye’de şu an, ne otoriterleşme ne de gündelik hayatı aksatan bir baskı var. Ama bir grup insan böyle bir kaygı taşıyorsa, gerçek ya da değil, o kaygıyı anlamayı ve gidermeyi de anlamlı buluyorum" dedi. "Bir kere şunu kabul edeceğiz; 'Hayır' diyenler de 'Evet' diyenler de vatanını seviyor" diyen Zengin, “Hayır, diyenler de 'Evet' diyenler de Atatürk’ü seviyor" diye konuştu.
Zengin, yönetimine kayyım atanan Mardin Büyükşehir Belediye Eş Başkanı HDP'li Ahmet Türk'ün tutukluluğuna dair, "Hukukta esas olan, elbette tutuksuz yargılamadır. Ben de Ahmet Türk’ün tutuksuz yargılanmasından yanayım. Fakat bu kararı ne ben verebilirim ne de hükümet... Bazen yargının yükü gereğinden fazla siyasete yükleniyor" görüşünü dile getirdi.
"AKP tabanında da başkanlık sistemine sıcak bakmayanlar olduğu" görüşüne katıldığını söyleyen Zengin, "Dediğinize katılıyorum. AK Parti seçmeni de AK Parti içinde çalışanlar da her olay karşısında 'Evet' diyen bir kitle değil. Özellikle kadınlardan o kadar ilginç sorular geliyor ki... Öncelikli mesele, bütün bu sorulara cevap verebilmektir. Kendi teşkilatınızı ikna ederseniz onlar da muhataplarını ikna eder" ifadesini kullandı.
Üniversite yıllarında başörtüsü takma kararı aldığını söyleyen Zengin, ailesinin bu duruma karşı çıktığını belirterek, yaşadıklarını şöyle anlatıyor:
“Annem duyunca telefonda o kadar ağladı ki dayanamayıp o gece otobüsle Tokat’taki evimize gittim ve kendimi gösterip ‘Bak hiçbir şey değişmedi, ben aynı benim’ dedim. Babamsa hiç unutmadığım bir konuşma yaptı. ‘Yanlış yapıyorsun, hayatını yakıyorsun. Ama bugüne kadar sana hep kendi kararlarını kendin vermen gerektiğini öğrettim. Kendimle çelişmeyeceğim. ‘Yapma’ demeyeceğim’ dedi. Zamanla bu konu aramızda sorun olmaktan çıktı. Milletvekili seçildiğimde babam yemin törenime geldi. ‘Seni takdir ediyorum, ısrar ettin ve başardın’ dedi."
Habertürk gazetesinden Kübra Par'ın sorularını yanıtlayan (29 Ocak 2017) Özlem Zengin'in açıklamalarından bazı bölümler şöyle:
15 Temmuz sonrası, Türkiye zor bir dönemden geçiyor. Darbeye karıştığı düşünülenlerin yanı sıra gazetecilerin, yazarların, siyasi parti liderlerinin tutuklu yargılanması, gösteri yürüyüşlerinin yasaklanması gibi uygulamalar yüzünden ülkede otoriter bir hava estiğini düşünen bir kesim var. Tam da bu ortamda başkanlık sisteminin tartışmaya açılması, halkın bir bölümünde “Daha da otoriter bir tek adam yönetimine mi geçiyoruz?” kaygısı yarattı. Bir hukukçu olarak bu kaygılar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Doğrusunu söylemek gerekirse, Türkiye’de bu tip kaygıları dillendirenler, AK Parti kurulduğundan itibaren kaygıları dillendirdiler. Şahsen 20 yıl başörtüsü yasağı nedeniyle baskı yaşamış bir insan olarak, gerçek baskının ne olduğunu biliyorum. Türkiye’de şu an, ne otoriterleşme ne de gündelik hayatı aksatan bir baskı var. Ama bir grup insan böyle bir kaygı taşıyorsa, gerçek ya da değil, o kaygıyı anlamayı ve gidermeyi de anlamlı buluyorum. Ama dediğim gibi bunlar gerçek değil, sadece kaygı...
"Ahmet Türk tutuksuz yargılanmalı"
Bazı somut uygulamalar, baskı atmosferi olduğu hissi yaratmıyor mu? Örneğin Devlet Bahçeli bile “Ahmet Türk tutuksuz yargılanmalı” demesine rağmen, önceki gün askerlerin kollarından sıkıca tuttuğu fotoğraf yansıdı kameralara...
Hukukta esas olan, elbette tutuksuz yargılamadır. Ben de Ahmet Türk’ün tutuksuz yargılanmasından yanayım. Fakat bu kararı ne ben verebilirim ne de hükümet... Bazen yargının yükü gereğinden fazla siyasete yükleniyor. Bir taraftan yargının bağımsız bir güç olduğunu söylüyoruz, diğer taraftan yargının verdiği kararlardan hem hükümet hem Cumhurbaşkanı sorumlu tutuluyor. Biz ancak kanaat belirtebiliriz. Şunu da görmek lazım, şu an tutuklu yargılanan siyasilerin hiçbiri OHAL süreciyle alakalı olarak tutuklanmadı. 15 Temmuz’dan önce başlamış bir süreç vardı ve dokunulmazlıkların kaldırılmasına Meclis karar verdi.
AK Parti tabanında da başkanlık sistemine sıcak bakmayanlar olduğu söyleniyor. Nasıl ikna edeceksiniz?
Dediğinize katılıyorum. AK Parti seçmeni de AK Parti içinde çalışanlar da her olay karşısında “Evet” diyen bir kitle değil. AK Parti, bütün tartışmaları kendi içinde yapan, cevaplar üreten ve dışarıya anlatan bir parti. 2010 referandumunda da böyleydi. Ben zaman zaman teşkilatlarda konuşmalar yapıyorum. Özellikle kadınlardan o kadar ilginç sorular geliyor ki... Öncelikli mesele, bütün bu sorulara cevap verebilmektir. Kendi teşkilatınızı ikna ederseniz onlar da muhataplarını ikna eder.
AK Parti tabanının aklında bu sisteme dair ne tür soru işaretleri var?
Her şeyi soruyor insanlar... “Yasama-yürütme-yargı nasıl konumlanacak? Özgür yargı nasıl olacak? Cumhurbaşkanı’nın görevleri neler olacak? Erdoğan sonrası nasıl şekillenecek?” İnsanlar haberleri farklı kanallardan izliyor, araştırıyorlar. Kafalarında bir sürü soru var ve bu sorulara sloganik cevaplar istemiyorlar. Özellikle muhalefetin yanıldığı şey bu. Artık ‘rejim’, ‘laiklik’ gibi kavramlarla bir hareketi yönlendirme imkânınız kalmadı. Aynı şey “Evet” diyenler için de geçerli. Somut sorular soruyorlar ve içeriğin özüne dair net cevaplar istiyorlar. Ve şunu görüyorsunuz, bu toplumda bir tarafın kaygı duyduğu şeylerden diğer taraf da kaygı duyuyor. O kaygıları giderebilirseniz sizinle beraber olacaklar.
"Kadınların vapurda
şarkı söylemesini yaratıcı buldum"
Geçtiğimiz günlerde Kadıköy vapurunda, ‘Referanduma hayır’ şarkısı söyledikleri için bir grup kadını polis Cumhurbaşkanı’na hakaret gerekçesiyle gözaltına almak istemiş. Sedat Peker çıkıp “Hayır diyenler sokağa çıkarsa onları sokaklarda bekleyeceğiz” dedi. “Hayır” diyenlerin kendilerini rahatça ifade edecekleri bir ortam oluşmayacak kaygısı doğdu. Ne dersiniz?
“Hayır” da “Evet” de kampanyasını hukuk içinde yapacak. “Hayır” diyenlere farklı tepkiler göstermek olmaz. Kadınların vapurdaki eylemi beni tebessüm ettirdi, çok yaratıcı buldum! (Gülüyor) Elbette “Hayır” kampanyası da olacak. Bunlar siyasetin renkli halleri.
Futbol ve sanat dünyasından bilinen yüzler bir “Evet” kampanyası başlattı. “Evet” diyenler için vatanını satmaktan, vatana ihanetten, Atatürk düşmanlığından söz ediliyor. Böyle bir şey olabilir mi?
Bir kere şunu kabul edeceğiz; “Hayır” diyenler de “Evet” diyenler de vatanını seviyor. “Hayır” diyenler de “Evet” diyenler de Atatürk’ü seviyor. “Hayır” diyenler de “Evet” diyenler de Anayasa’daki ilk 3 maddenin korunmasından yana. Bunlar ortak zeminimiz. Lütfen iki taraf da birbirini ‘vatanını satmak’ gibi suçlamalara maruz bırakmasın.
Referandum kampanyası sürecinde nasıl bir strateji izleyeceksiniz?
Daha tam netleşmedi ama bana göre öncelikle bu sistemin ne olduğu anlatılmalı. Bugüne kadar hep bunun ne olmadığı tartışıldı. İçeriği fazla anlatamadık. Herkesi ikna etmeliyiz. Toplumun farklı kesimleri için ayrı söylemler geliştirmek yerine; dürüstçe, ne getireceğini anlatmak, kaygıları gidermek lazım. Büyük konferanslar yerine, soru sorulabilen dar toplantılar yapmalıyız. Üniversitelere konuşmaya gittiğimde çok ilginç sorularla karşılıyorum. Bazen küçük protestolar da oluyor. Onlar da hoşuma gidiyor. Biz de gençken öyleydik. Hayat “Evet”lerle değil, itirazlarla şekillenir. Şunu çok önemsiyorum; konjonktür gereği değil, kötünün iyisi olarak gördüğü için değil, korku yaratıldığı için değil, içine sinerek, inanarak “Evet” desin... Verdiği oyu helal etsin. Gerçekten demokratik bir ortamda, sorulabilecek her soruyu sorarak, kafasındaki korkuları gidererek, ikna olarak oy versinler isterim...
"Evet oranı yüzde 50'yi geçmek üzere"
Peki, şu an AK Parti tabanı başkanlık sistemine ne kadar ikna olmuş durumda?
Bence çok yol aldık. Bu konuyu konuşmaya başladığımızda daha çok soru işareti vardı. Şu an “Evet” diyenlerin oranı yüzde 50’yi geçmek üzere. Her bir oy anlamlı.
Hükümete yakın kimi isimler, “Evet” oranının yüzde 60-70 civarında olduğunu söylüyor.
Yok, ben öyle bakmıyorum. Net oran vermek doğru değil ama ben şu anda yüzde 50 bandına yaklaştığı kanaatindeyim. Anlattıkça insanlar ikna oluyor. Anayasa değişikliği diğer seçimler gibi değil, çok detaylı şeyler var. Sloganlarla konuşmak yerine içerikle ilgili detayların tartışılmasından yanayım. Bunlar konuşuldukça insanlar rahatlıyor, “Evet’çilerin oranı artıyor.
"Başımı örtmeye karar verdiğimde
annem ve babam karşı çıkmıştı"
Özlem Zengin kimdir?
Özlem Zengin, avukat. Uzun yılar gazetecilik ve televizyonculuk yapmış. KADEM’in kurucu üyelerinden. Aslen Tokatlı. Cumhuriyet değerlerine bağlı, idealist bir öğretmen çiftin kızı. Başını örtmeye üniversitede karar vermiş. Ailesi bu duruma karşı çıkmış. “Annem duyunca telefonda o kadar ağladı ki dayanamayıp o gece otobüsle Tokat’taki evimize gittim ve kendimi gösterip ‘Bak hiçbir şey değişmedi, ben aynı benim’ dedim. Babamsa hiç unutmadığım bir konuşma yaptı. ‘Yanlış yapıyorsun, hayatını yakıyorsun. Ama bugüne kadar sana hep kendi kararlarını kendin vermen gerektiğini öğrettim. Kendimle çelişmeyeceğim. ‘Yapma’ demeyeceğim’ dedi. Zamanla bu konu aramızda sorun olmaktan çıktı. Milletvekili seçildiğimde babam yemin törenime geldi. ‘Seni takdir ediyorum, ısrar ettin ve başardın’ dedi” diye anlatıyor.