Yeni Şafak Gazetesi Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi, çözüm sürecinde hükümetin “şartlı müzakere” dönemine geçeceğini belirterek, “Başbakan çözüm süreci açısından güçlü bir irade ortaya koyuyor. Ama kamu otoritesinin sağlanması noktasında da uyarılarda bulunuyor. Çıkan tabloyu tam ifade edebilir mi bilemiyorum ama 'Şartlı müzakere' dönemine geçiliyor demek daha doğru olur. 28 Şubat sürecinde demokrasi karşıtı olarak kullanıldığı için sevimsiz bir yanı var ama yaşananlardan sonra çözüm sürecine balans ayarı yapılıyor” dedi.
Abdülkadir Selvi’nin Yeni Şafak’ta “Çözüm süreci stres testinde” başlığıyla yayımlanan (3 Kasım 2014) şöyle:
Çözüm süreci stres testinde
Bankacılık deyimiyle anlatacak olursak çözüm süreci stres testinden geçiyor.
Kobani'deki gelişmeler, Kandil'in ABD ile girdiği işbirliği süreci burada olumsuz faktörlerin başında geliyor.
Buna 6-8 Ekim olayları sırasında HDP'nin sergilediği kötü performansı da eklemek mümkün.
Ancak iktidar açısından belirleyici olan bir nokta var ki çok önemli. O da çözüm sürecinin oluşturduğu iklimi fırsat bilerek PKK'nın şehirlerde otorite haline gelmesi. Dilimize pelesenk olan kamu otoritesiyle anlatılmak istenen bu.
PKK'nın bölgede otorite haline gelme çabası.
Bu durum çözüm denilince bölgeyi PKK'ya mı terk ettiniz ya da çözümden maksadınız dağdaki PKK'yı şehirlere indirmek miydi şeklinde sorunlara yol açıyor. Kürt sorununu çözelim derken Türk sorunu üretmek gibi bir eğilim taşıyor.
AK Parti'nin Afyon kampında en çok tartışılan konuların başında çözüm sürecinin gelmesi şaşırtıcı değil.
Yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen Başbakan Davutoğlu'nun çözüm yönünde güçlü bir irade ortaya koyması yararlı.
Çözüm sürecinden sorumlu isimlerden biri olan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın 'Her şeye rağmen süreç devam etmeli. Süreç çökerse devlet de, HDP de zarar görür' tespiti önemli.
Çözüm süreçlerinin çöktüğü dönemler yaşandı bu ülkede. Hatırlamak bile istemiyorum. Terör ve şiddet eskisinden daha güçlü bir şekilde geldi. Ve uzun süre kimse çözümü ağzına alamaz oldu. Özal'ın başlattığı süreç, Bingöl katliamı ile kesintiye uğradıktan sonra Türkiye'nin içine girdiği 90'lı yıllar cehennemi her şeyi anlatıyor.
AK Parti döneminde başlatılan birinci çözüm sürecinden sonra yaşananlar hafızamızdaki tazeliğini koruyor. Silvan baskını ile birlikte Türkiye tekrar olumsuz bir iklime teslim olmuş, BDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması ve Öcalan'ın idamı konuşulur olmuştu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, 'Sabrın sınırı var diyorum. O sınır aşılırsa, olabilecekleri aklımın ucundan bile geçirmek istemem' uyarısı önemli.
Çözüm süreci sırat köprüsünden geçiyor. Bıçak sırtı bir durum söz konusu.
Bu konuyu biraz daha açmak istiyorum.
Sinir uçları açık dokunulduğunda zıplatıyor.
Diyarbakır Valiliği döneminde tek başına çözümün simgesi haline gelen İçişleri Bakanı Efkan Ala, sürecin karşı karşıya olduğu zorlukları net bir şekilde ortaya koydu. Efkan Ala'nın tespitleri çözüm karşıtlığı değil. Tam tersine çözüm sürecine en büyük katkısı olan bir kaç ismi sayın derseniz Efkan Ala ilk sıralarda gelir. Ama romantik bir çözümcülükle olmuyor bu işler. Gerçekçi olmakta yarar var.
Efkan Ala ayrıca bir tespitte bulunuyor ki bence çok önemli bir tespit. 'Sorun PKK'dan kaynaklanıyor. Oslo'da anlaşmıştık. Oslo'yu PKK bozdu.'
Efkan Ala, 'Kamu otoritesini sağlamakta kararlıyız' diye bitiriyor sözlerini. Çözüm sürecinden sorumlu Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ise çözüm sürecinden PKK'nın isteklerinin yapılıyor gibi bir algının oluşmaya başladığına vurgu yapıyor. 'Bu doğru değil' diyor.
Gelinen noktada çözüm süreci açısından bir hasar tespitinde yarar var.
Öyle ki parti içerisinde önemli görevlerde bulunmuş bir milletvekili, 'Ben şu saatten sonra çözüm sürecine karşıyım' diye bir çıkış yapıyor. Bununla birlikte bölge milletvekilleri de 'Ne yapıp edip çözüm sürecini devam ettirmemiz lazım' diyerek, çözüm yönünde güçlü bir irade ortaya koyuyorlar. Olumsuz bir hava yansıttığımın farkındayım. Ama tablo bu. İlk günkü olumsuz hava son gün Başbakan Davutoğlu'nun başkanlığında yapılan toplantıda daha sağlam bir zemine kavuşuyor. Başbakan çözüm süreci açısından güçlü bir irade ortaya koyuyor. Ama kamu otoritesinin sağlanması noktasında da uyarılarda bulunuyor. Çıkan tabloyu tam ifade edebilir mi bilemiyorum ama 'Şartlı müzakere' dönemine geçiliyor demek daha doğru olur.
28 Şubat sürecinde demokrasi karşıtı olarak kullanıldığı için sevimsiz bir yanı var ama yaşananlardan sonra çözüm sürecine balans ayarı yapılıyor.
Çözüm süreci başladıktan kısa bir süre sonra ülkemize gelen IRA sürecinin mimarlarından Jonathan Povvel'in önemli bir uyarısı olmuştu.
'Makas açılmamalı.'
Gezi sürecini fırsat olarak görüp geri çekilmeyi durduran bir Kandil, 17-25 Aralık darbe girişimleri karşısında Erdoğan gidecek mi diye pusuya yatan PKK yönetimi, Kobani bahane edilerek yapılan şiddet çağrısı bu sürece kan ve zaman kaybettirdi.
Gezi ile devrilmek istenen 17 ve 25 Aralık darbesiyle bileğine kelepçe vurulmaya çalışılan, 30 Mart yerel seçimleri ile 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle birlikte küllerinden yeniden doğan Erdoğan ve AK Parti'nin bu süreçte yeterince enerjik olmadıkları eleştirisi yapılabilir. Ama durum ortada. AK Parti Gezi'den bu yana feleğin çemberinden geçti. Buna rağmen çözüm süreci ilk kez bir yasal düzenlemede yer aldı. Çözümün kurumsal ayakları oluşturulup, yol haritası hazırlandı.
Tam 2015'in ilk çeyreğinde silahların bırakılmasını konuşurken 6-8 Ekim depremi yaşandı.
Çözüm süreci açısından stres testinin biraz daha devam edeceği anlaşılıyor. Çözüm sürecinden bu denli kısa sürede ve bu denli bir keskin dönüş umut verici bir tablo ortaya koymuyor.
Tüm çekincelere rağmen edindiğim izlenim çözüm süreci bir stres testinden geçiyor. Ama sürece ilişkin inanç güçlü bir şekilde devam ediyor. Ben çözüm sürecinin bu testi de geçeceğine inanıyorum. Tünelin ucunda ışık var. Dilerim bu üzerimize gelen kamyonun farları olmaz. Çözümün ışığı olur.