Söyleşi

“Çocuklarınıza kendi hikayesini yazma şansı verin”

Prof. Selçuk Şirin: Çocuğunuza yapacağınız en büyük kötülük onu bir sosyal fanus içinde yetiştirmektir

06 Nisan 2019 16:13
Metin Kaan Kurtuluş

T24
Metin Kaan Kurtuluş

New York Üniversitesi’nde (NYU) Profesör olarak davranış bilimi ve istatistik dersleri veren Selçuk Şirin, T24’ün Türkiye’de çocuk yetiştirmek, eğitim yasaları ve yeni kitabı “Yetişin Çocuklar” hakkındaki sorularını yanıtladı.

Çocuk yetiştirmenin kolektif bir çaba gerektirdiğini belirten Şirin, “Anne ya da babalar tek başlarına bir çocuğu yetiştirecek donanımdan yoksundur. Çekirdek aile içinde çocuk yetiştirme pratiğinin tarihi bir iki yüzyılı geçmez. Çok sevdiğim bir Afrika atasözü der ki bir çocuğu yetiştirmek için koca bir köy gerekir. Yani siz tek başınıza anne baba olarak çocuğunuzu yetiştirmeye yetemezsiniz. Çocuğunuza yapacağınız en büyük kötülük onu bir sosyal fanusta yetiştirmektir. Hayat en iyi öğretmendir” dedi.

Türkiye’de bir grup anne babanın işi gücü bırakıp kendi hikayesini çocuğu üzerinde tamamlamaya çalıştığını, çocuğu yerine kararlar alıp, onun yerine sevinçler yaşadığını belirten Şirin, “Bir çocuğa kendi hikayesini yazma şansını vermiyorsanız, diğer verdiklerinizin kıymeti yok” diye konuştu.

Selçuk Şirin'in T24'ün sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

"Daha iyisini yapabiliriz!"

Selçuk Hocam, bize biraz yeni kitabınızdan bahsedebilir misiniz ?

Bu Türkçe çıkan 3. kitabım ama bir nevi diğerlerinin devamı niteliğinde. Her üç kitabın da derdi ortak: Daha iyisini yapabiliriz! Hem ülkede hem kendi hayatımızda hem de çocuklarımızın hayatında. İlk kitabım Yol Ayrımındaki Türkiye: Ya Özgürlük Ya Sefalet karar vericiler için yazılmış bir reform paketiydi. İkinci kitabım Bir Türkiye Hayali hayatı bulduğu gibi bırakmayan yetişkinleri eyleme çağıran bir deneme idi. Bu üçüncü kitabımda ise çocuklarımızın geleceğine odaklandım. Onları nasıl daha mutlu, başarılı ve sağlıklı birer birey olarak yetiştirebiliriz? Zor bir soru, o nedenle

yazması kolay olmayan bir kitap oldu bu. Doğumdan ergenliğe kadar her bir döneme ayrı bir bölüm ayırdım ve her gelişim evresinde anne babalar ile eğitimcilerin yapabilecekleri üzerine odaklandım. Bebeklerle ilk diyaloğu nasıl kurmalıyız, erken yaşta zihinsel gelişimi desteklemek için neler yapabiliriz, gençleri zirveye taşıyacak adımlar nelerdir gibi soruları cevaplayan, bir bireyin yetişmesinde rol oynayan herkesin kılavuzu olacak pragmatik bir kitap bu...

Bunun gecikmiş bir kitap olduğundan bahsetmişsiniz. Sebep olarak da “pratik teoriyi terbiye eder” diyorsunuz. Biraz açıklar mısınız bunu? Baba olduktan sonra bildiklerinizi pratiğe geçirmek neden daha zor?

Evet, bu kitap biraz değil epey gecikti. 20 yıl evvel yaptığım ilk bilimsel yayının başlığı ‘Child Rearing Styles’ yani Çocuk Yetiştirme Tarzları idi. O çalışmadan sonra onlarca makale yazdım, bu konuda ABD Bilimler Akademisi dahil pek çok prestijli platformda görev aldım. Tüm bu süreç boyunca sürekli aklımın köşesinde pratik, anlaşılır ama bilimsel çerçeveden ayrılmayan bir kılavuz yazma fikri vardı. Fakat çocuklarım olunca fark ettim ki teori tek başına yetmiyor. Pratik de şart. O nedenle iki çocuğumu da belli bir yaşa getirdikten sonra hem kendi hayatımda hem okullarda hem de başka ortamlarda yaptığım gözlemlerin ardından yazabildim bu kitabı. O yüzden içim rahat. Bu kitapta önerdiğim her şey bilimsel ve özellikle bizim ülke pratiğinde anlamlı bulduğum uygulanabilir somut çözümler.

"Bir çocuğu yetiştirmek için koca bir köy gerekir"

Sizce neden çocuk yetiştirmek kolektif bir çaba gerektiriyor?

İki nedenle. İlk olarak anne ya da babalar tek başlarına bir çocuğu yetiştirecek donanımdan yoksundur. Çekirdek aile içinde çocuk yetiştirme pratiğinin tarihi bir iki yüzyılı geçmez. Çok sevdiğim bir Afrika atasözü der ki bir çocuğu yetiştirmek için koca bir köy gerekir. Yani siz tek başınıza anne baba olarak çocuğunuzu yetiştirmeye yetemezsiniz. 20li 30lu yaşlarda bir ebeveyn daha henüz kendi gelişim aşamalarını doğru dürüst tamamlayamadan başka bir insanı nasıl tek başına yetiştirebilir? Temel bilgileri edinseniz bile sosyal olarak çocuğun başkalarına ihtiyacı olacaktır. O nedenle bizdeki dede nene bağlarını çok önemsiyorum. Yaz tatillerinde köy ziyaretlerini çok önemsiyorum. Mahalle ortasındaki parkları çok önemsiyorum. Çocuğunuza yapacağınız en büyük kötülük onu bir sosyal fanusta yetiştirmektir. Hayat en iyi öğretmendir.

Kitabınızda ebeveynlik krizinin Türkiye’nin tarım toplumundan sanayi toplumuna hızlandırılmış şekilde geçmesiyle ülkemizde daha derin hissedildiğinden bahsediyorsunuz. Sizce bu hızlı geçiş ebeveynlik yapısını nasıl etkiledi?

Geleneği bitirdi. Şimdiki kentli, genç anne babaların gelenekten gelen ciddi bir çocuk yetiştirme pratiği yok. Çoğu kalabalık aile ortamının dışında yetiştiriyor çocuğunu. Öyle olunca da ortaya ciddi bir boşluk çıkıyor. İşte o boşluğu bir taraftan popüler televizyon figürleri bir taraftan uzmanlar bir taraftan da fenomen anne ve babalar dolduruyor. Bu son grup, yani sosyal medyada fenomen olmuş anneleri ben çok önemsiyorum zira onlar olmasa bizde hala çocuktaki her şeyi anneye fatura eden anlayış egemen olacak. Bu anneler benim gözümde erkek egemen çocuk yetiştirme söylemine feminist bir isyanı temsil ediyor. Vaktim olsa işi gücü bırakıp bu isyan hareketini araştırırdım zira bu kadar etkin bir grup üzerine maalesef çok ciddi çalışma yok bizde.

"Bir çocuğa kendi hikayesini yazma şansını vermiyorsanız, diğer verdiklerinizin kıymeti yok"

Uzun yıllardır ABD’de yaşıyorsunuz. İki ülkeyi mukayese ettiğinizde Türk aile yapısı ve ABD aile yapısında, çocuk yetiştirme şekillerinde ne gibi farklar ve benzerlikler var?

Kitapta da yazdığım gibi bizde her şeyi anneden bekleyen bir yaklaşım var. Dünyada bu anlayış çoktan terk edildi. Bir de bizde kıyaslama hastalığı var. Bu kıyaslamanın çocukları nasıl yaraladığını kitapta uzun uzun anlattım. Bunun ötesinde benzerlikler, farklardan daha çoktur elbette. Sonuçta aynı dünyaya çocuk yetiştiriyoruz.

Günümüzde Türk ebeveynler daha ziyade “helikopter ebeveyn” olarak tanımlanıyor. Bu kültürün getirdiği bir şey mi? Bunun çocuk üzerindeki avantaj ve dezavantajları nelerdir?

Bence bu biraz da hayatın başka alanlarına müdahale etme şansı elinden alınmış kuşağın dramıdır. Hakikaten Türkiye’de öyle alt kültürler var ki anne baba işi gücü bırakmış kendi hikayesini çocuğunda tamamlamaya çalışıyor. Onun yerine kararlar alıyor, onun yerine sevinçler yaşıyor. Bir çocuğa kendi hikayesini yazma şansını vermiyorsanız, diğer verdiklerinizin kıymeti yok.

"Doğumda, ilk yıllarda anne doğal olarak başroldedir ama babaya her zaman yer var"

Genel olarak baktığımızda anneler çocuklarla daha çok vakit geçiriyor.  Anne çocuk yetiştirmede çok büyük rol oynuyor. Siz de genelde hep anneye vurgu yapıyorsunuz kitapta. Bu içgüdüsel bir davranış mı yoksa anneye tanımlanmış bir rol mü?

Aslında kitapta babaya da çok vurgu yapıyorum. Hatta anne yerine babalar için özel bölüm bile yazdım. Ebeveynlik rolleri bakımından anne ve babayı hiçbir yerde ayırmadım. Babalık çocuk bakımıyla başlar. Çocuk yetiştirme sorumluluğunu anneye tahvil etmek benim gözümde cinsiyetçi bir yaklaşımdır. Bunu biyolojiye açıklamak içgüdülerle meşrulaştırmak sonucu değiştirmez. Evet doğumda, ilk yıllarda anne doğal olarak başroldedir ama babaya her zaman yer var. İsterse baş rol de var. Kitapta bu rollerin neler olduğu ve neden ihtiyaç olduğunu anlattım uzun uzun.

"Çocuklar sünger gibidir"

Kitapta ısrarla altını çizdiğiniz, olmazsa olmazlar okul öncesi eğitim, etkin diyalog ve çocuğu tanıma. Bu üç tavsiyeye aslında iyi çocuk yetiştirme için başlangıç kılavuzu diyebilir miyiz?

Çok iyi özetlediniz. Çocuğu tanımayı ve tabii kendini tanımayı ilk sıraya koyardım.

Ekranların ve sosyal medyanın zararlarından da bahsediyorsunuz. Ama ekranlardan tamamen uzak tutmanın da çocuğu yeni dünyadan koparmak olduğunu söylüyorsunuz. Bunu çocuklara öğretmeden önce bizim öğrenmemiz gerekmiyor mu?

Evet zaten evde çocuğunuza ne öğretirseniz öğretin; eğer bunun kendi hayatınızda yeri yoksa çocuk sizin öğrettiğinizi değil, gösterdiğinizi öğrenir. Çocuklar sünger gibidir. O nedenle kitap oku deyip, siz okumuyorsanız onlardan okumasını beklemeyin.

‘’Ödül ve ceza’’ sistemi çocuk yetiştirirken kullanılmalı mı?

Tabii ki. Davranış biliminin temel kurallarının başında şu gelir: Bir davranışın devam edip etmeyeceğine sonucu karar verir. Sonuçta ödüllendirilen davranış artarak devam eder. Bunun dozu, kuralı var elbette. Her ödül her çocukta işlemez. Ceza daha sorunlu bir kavram ama mola vermek bazı çocuklarda işe yarayabilir. Sonuçta sebep sonuç ilişkisini doğru kurup tutarlı bir şekilde çocuklara davranışlarının bir sonucu olduğunu öğretmekten sözediyoruz.  Detayları kitapta bulabilirsiniz.

"Ebeveynlik sadece evde olup biten bir şey değil"

Ülkemizde eğitim politikalarının belirlenmesinde ebeveynlerin bir katkısı olduğunu düşünüyor musunuz?

Maalesef düşünmüyorum. Ebeveynlik sadece evde olup biten bir şey değil. Çocuk okula başlayınca devreye öğretmenler, müfredat, devlet giriyor. O nedenle ebeveynlere kitapta çağrım var. Çocuğunuzu seviyorsanız, siyasetle akılcı bir şekilde uğraşın. Stratejik seçmenlerin çoğu genç anne babalardır gelişmiş demokrasilerde. Bizde öyle olsaydı eğitim bu derece sorunlu olmazdı.

"Kaynakların akılcı projelere aktarımı ve liyakat sorunu yaşıyoruz"

Eğitime ayrılan bütçe ile PISA verileri ters orantılı. Bütçe artmasına rağmen başarı düşüyor. Bu durumu nasıl açıklayabiliriz? 

Demek ki parayı yanlış yere harcıyoruz. Fen liseleri gibi, öğretmen okulları gibi, köy enstitüleri gibi devrinden evvel yenilikçi çözümler bulmuş sonra hepsini bir kenara atmışız. Yazık. Eğitimde sorun kaynak sorunu değil. Kaynakların akılcı projelere aktarımı ve liyakat sorunu yaşıyoruz.

Sizce kaliteli bir okul öncesi eğitim çok sayıda üniversiteden daha mı faydalı olacaktır?

Kesinlikle. Kitabın bir bölümünü okul öncesine ayırmam başta beyin gelişimi olmak üzere pek çok gelişim evresinin bu dönemde yüzde 90 oranında tamamlanıyor olmasından. Bir fidanın en hızlı geliştiği dönemde ona su vermediğinizi düşünün... Bakın eğer bugün okulları sıfırdan tasarlıyor olsaydık eğitime başlama yaşı 3-4 olurdu. Üniversite herkes için gerekli bir aşama olmaktan çıkardı.

"Gençler toplumun aynasıdır"

Gençlerimizin mutsuz olma nedenleri aile içi yetiştirilme tarzları mı? Ülke koşulları mı? Onlar için bir hayal yaratılamaması mı?

Ülke koşulları. Gelecek kaygısı. Gençler toplumun aynasıdır. Eğer bir toplumda bir sıkıntı varsa bunu ilk gören kesim gençlerdir.

Gençlere ülkeyi kalkındırmaya çalışmazlarsa ne olacağından bahsetmek yerine çalışıp uğraşırlarsa, her düştüklerinde tekrar ayağa kalkarlarsa neler başarabileceklerini anlatarak başlayabilir miyiz?

Çalışmak işin kolay kısmı. Bir hedef olmadan çalışsanız da bir yere gitmiyorsunuz. Tıpkı delirmiş atlar gibi kendi etrafınızda dönüp durursunuz. O nedenle ben vizyonu, yani hayal kurmayı, yaşadığımız realitenin ötesinde bir realite tasavvurunu çok önemsiyorum. Varsa bir iddianız, bir büyük hayaliniz, düşseniz de kalkar devam edersiniz.

Yeni kitap projeleri var mı? Ne üzerine bir çalışma yapmayı planlıyorsunuz?

Bir süredir üzerinde çalıştığım ve çok önemsediğim bir proje var. Türkiye’de senede 1.2 milyon çocuk doğuyor. Bu çocukların 1 milyonu hastaneden eve vardığında evde bir kitaplık bulamıyor. Beyinlerinin en hızlı geliştiği ilk 3 yılda bu çocuklara kimse kitap okumuyor. Ben bunu değiştirmek istiyorum. Bu amaçla birkaç yıldır 1 Milyon Kitap projesi üzerinde çalışıyorum. Hayalim Türkiye’de doğan her bebeğe ilk kitaplığını hediye etmek. Bunu da ücretsiz yapmak. 6 kitaplık bir set hazırladım. Her 6 aya bir kitap düşüyor. Bir yolunu bulup bu projeyi hayata geçirmek istiyorum. Bakalım.