Gündem

Çocuğunu ve kendisini kurtarmak isteyen Eylem'in çığlığı: Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı devreye girmeli

03 Haziran 2020 12:36
Gökçer Tahincioğlu

Eylem Çatakçın, sevdiği adamla bir hayat sürdürmek için Türkiye’den İsviçre’ye gittiğinde beklentileri bambaşkaydı. Yeni bir hayatı olacak, sevdiği insanla evlenecek, bir çocuk büyütecek ve birlikte yeni bir dünya inşa edeceklerdi.

İsviçre’de devam eden yargı sürecinde verilen ifadeler, evraklar ve raporlar Eylem Çakatçın’ın yaşadıklarını ortaya koyuyor. Hayalleri vardı ama hayal ettiği gibi olmadı. Kızı Olida doğmadan önce başlayan anlaşmazlıklar zamanla baskıya dönüştü. Henüz dil bilmiyordu, çalışma, sosyalleşme imkânı yoktu. Eve kapalı bir hayat yaşamaya başladı. Kızı doğduktan sonra da bu hayatı devam etti. Fazla itirazı da yoktu ancak iddiasına göre zamanla baş göstermeye başlayan şiddet, hayatını çekilmez hale getirdi. O şiddet, henüz sütten bile kesilmemiş kızına yönelmeye başladığında ise susmamaya karar verdi.
Ancak dünyanın neresinde olursanız olun, pratikler çok da fazla değişmiyor. Şiddet gördüğünü belirterek aradığı polisten, hiçbir yanıt alamadığında umutsuzluğa düştü. Sesi duyulmuyordu. Bir başka seferinde de yine kendisinin ve çocuğunun şiddet gördüğünü belirterek polisi aramış ve sonuç alamamıştı. Ne yapacağını bilmiyordu artık.

Kendisinden önce İsviçre’ye gelen, dil bilen, vatandaş olmak için kurslara giden eşinin ise ciddi avantajları vardı. Zamanla, eşi ve ailesi, devlet kurumları dahil herkese, Eylem’in ciddi psikolojik sorunları olduğunu yaymaya başladı.

Kurtulmak için bir yol arıyordu. Kendisinin ve kızının huzurla yaşayacağı bir hayat istiyordu. Eşiyle yeniden iletişim kurabilmek dahil her yolu denedi. Sosyal danışma merkezine gitti. Eşinin, “Senin için deli raporu alırım. Türkiye’ye dönersin, kızını da göremezsin” sözleri dahil, yaşadıklarını anlattı. Ancak danışma merkezindekiler, birkaç gün sonra eşini arayıp, “Eylem’le aranız nasıl?” diye sormaktan öte bir şey yapmadılar.

Evin içinde ne yapacağını bilmeden, kızıyla kalmayı sürdürüyordu. Kreşe kızını götürdüğü bir gün, cebine yaşadıklarını yazdığı bir not kağıdını koydu. Kreşteki öğretmenlere gösterse, bir çare bulunabileceğini geçiriyordu aklından. Sonra vazgeçti. Ancak kızıyla ilgilenirken kağıt cebinden düşmüştü. Bulan öğretmenler, kağıdı Eylem’in danışanına iletti. Danışan, Eylem’le görüşmesinde isterse isterse eşini sosyal danışmaya, psikolojik tedaviye yönlendirebileceklerini söylediler ancak o yol zaten kapanmıştı. Bunun dönüşünün daha sert olacağını düşünen Eylem istemedi. Birkaç hafta sonra eşi yeniden sosyal danışmadan arandı, Eylem ile aralarının iyi olduğu bilgisini verdi ve konu kapandı.

Eylem, ‘anne danışmanı’ olan görevli dışında artık yardım isteyebileceği kimsenin kalmadığını düşünüyordu. Ancak bebeği götürdükleri bir gün, gözlerinin ağlamaktan şiştiğini gören danışman, neler olduğunu sorduğunda, eşi devreye girdi ve Eylem’in psikolojik sorunlarının olduğunu, kendisine bıçak çektiğini iddia etti. Danışman, Eylem’i dinlemedi ve bu dönemde böyle bir eşin zor bulunacağını söyleyerek, kapıyı kapattı.

Eylem, artık iyice yalnız hissediyordu. Distoni rahatsızlığından dolayı, boyun kaslarını kontrol edemiyordu. Doktoru hem dinlenmesi hem de tedavi için kliniğe yatmayı isteyip istemediğini sordu Eylem’e. İyice umutsuzluğa düşen Eylem, kızıyla birlikte kliniğe kabul edilecekse, istediği yanıtı verdi. Şartı kabul edilmiş görünüyordu. Ancak eve gelen davet mektubunda, kızını getiremeyeceğini görünce reddetti. Ancak eşi de durumu öğrenmişti. Eylem’e, kliniğe yatıp, hastalığına dair rapor alırsa emekli olacağını söyleyerek baskı yapmaya başladı. Klinikten çıktıktan sonra anlaşmalı boşanacaklarına dair de söz verdi. Eylem, bunun üzerine kabul etti kliniğe yatmayı. Kızını bırakmak zorunda kalacaktı ancak emeklilik hakkı alıp, boşanmayı başarabilirse yeni bir hayatları olacaktı.

İzinli geldiği bir gün kızını mutsuz görünce, endişeleri arttı ancak kliniğe dönmek zorundaydı. Günlerini, kızının videolarını izleyerek geçirdi. Kızını mutsuz gördüğü bir gün, tedaviyi bırakıp eve dönmeye çalıştı. Hastanedekiler ısrarla eşini aramak istedi. İstemediğini söylemesine rağmen aradılar. Eve gittiğinde, kızını iyi görmedi. Artık aklı bütünüyle kızındaydı, geri dönmek istemiyordu ama eşinin baskısıyla yine döndü. Tedavisi bitip de eve geldiğinde ise kızını bütünüyle bakımsız buldu. Banyo yaptırmak istediğinde cinsel bölgesinde kızarıklıklar görünce, hemen hastaneye koştu. Aklını yitirmiş gibiydi. Hastanede, bebeğin istismar edilmiş olabileceğine yönelik konuşmalar yapılınca kendini kaybetti. Zorla, ters kelepçelenerek psikiyatri kliniğine yatırıldı. Bir iki hafta da akli dengesinin yerinde olduğu anlaşılınca evine dönmesine izin verildi.

Ancak kızı korumaya alınmıştı. Artık kızını izinle görebilmeye başladı. Hem yaşadıklarından dolayı ceza davası başvurusunda bulundu, hem kızının velayeti için dava açtı.

Adli tıptan gelen raporlar, küçük kızın istismar edilmiş olma ihtimali üzerinde duruyor ancak net bir bulgu yok. Babasının açtığı velayet davası da sürüyor. Eylem ise sadece kızıyla yeni bir hayat kurabilmek için çıktığı yolda artık umutları tükenmiş halde bekliyor. Eşinin, ısrarla psikolojik sorunları olduğunu söylemesinin ve yaşadıklarının yol açtıklarının etkisiyle, bu yargıyla yaşıyor. Gittiği tüm kapılar yüzüne kapanıyor. Büyükelçilik görevlilerinden, İsviçre’de yaşayan hemşerilerine, derneklerden, İsviçre makamlarına kadar hiçbir yerden sonuç alamıyor. Türkiye’den hangi kuruma nasıl bir başvuru yaparsa yardım görebileceğini de bilemiyor. Tek umudu, istediği oranda yardım alamadığı büyükelçiliğin harekete geçmesi için Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın devreye girmesi…