CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, TBMM’de bir gün sonra yapılacak hükümet programı görüşmelerinde kürsüden yapacağı konuşma metnini Diyarbakır'da tek kurşunla öldürülen Tahir Elçi ile hazırladı. Yıllarca omuz omuza mücadele veren iki arkadaşın bu hazırlıkları Elçi’nin öldürülmesiyle gerçekleşmedi. Tanrıkulu, Genel Kurulda konuşabilseydi sokağa çıkma yasaklarının ‘ilçeleri toplama kampına’ nasıl çevirdiğini anlatacak ve şunları söyleyecekti:
“Sivil halkın üzerine saldığınız o ne idüğü belli 'Esedullah Timleri' duvar duvar hakaretler yağdırıyor sivil halka. 'Türksen övün, değilsen itaat et' yazılarını bu halk 12 Eylül’ün Diyarbakır Cezaevi’nden çok iyi biliyor! AKP şimdi tüm bölgeyi Diyarbakır Cezaevine çevirmeye çalışıyor. 1990’larda JİTEM vardı, şimdi 'Esedullah Timi' var. Bu halkı size yedirmeyiz, yedirmeyiz, yedirmeyiz!"
Tanrıkulu'nun Elçi ile birlikte hazırladığı konuşma metninin tamamı şöyle:
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri,
Bu konuşmamı karnındaki bebeğiyle birlikte 16 Kasım’da öldürülen Nusaybinli Selamet Yeşilmen’e ve dünya yüzü göremeyen bebeğine adıyorum.
Bir siyasetçi olarak, bir insan hakları savunucusu olarak Selamet Yeşilmen ve doğmamış bebeğini koruyamadığım için şahsım adına özür diliyorum.
Biliyorum, bu özür, esas özür dilemesi gerekenlerin, er veya geç hesap verecek olanların yüzünü kızartmayacak. Ama ben insanlık onurunu hiçe sayan bir iktidardan bu halkı koruyamadığımız için özür diiyorum zaten!
Nusaybin’de sokağa çıkma yasağının 3. gününde infaz edilen Selamet Yeşilmen’in 14 ile 15 yaşlarındaki iki çocuğu, Fikret ve Sevcan da yaralanmıştı. Küçük yaşta annelerinin ölümüne tanık olan o çocukların içindeki yarayı ne yazık ki hiçbir hekim iyileştiremez.
O yara ancak biz siyasetçiler bu ülkeyi dikta heveslilerinden kurtarıp demokratikleştirdiğimizde, çocuklar için mutlu bir gelecek yarattığımızda kapanmaya başlayabilir. O yara, Yeşilmen’in ağır yaralı iki çocuğu Sevcan ve Fikret’in çocukları savaşa değil barışa doğduklarında kapanmaya başlayabilir!
Selamet Yeşilmen’in evinin merdivenlerindeki cansız bedenini görmeyeniniz varsa, lütfen bir bakın o fotoğrafa.
O fotoğrafta tarihin, zamanın, mekanın donduğunu, insanlığın bittiğini göreceksiniz!
O fotoğrafta “anaların gözyaşlarını dindireceğiz” diyenlerin sahte yüzünü göreceksiniz!
O fotoğrafta demokratik hukukun değil, düşman hukukunun nüvelerini göreceksiniz!
O fotoğraf Kürtlere Halepçe Katliamı sonrası çekilmiş meşhur fotoğrafı çağrıştırıyor: Bir dedenin torununa sarıldığı, hâlâ insanın tüylerini diken diken eden o fotoğrafın bir benzerini Türkiye’de çektirenler asla ama asla bunun insani sorumluluğundan kaçamayacaktır!
Sayın Milletvekilleri,
Özellikle de bu Meclis'e yeni dahil olan vekil arkadaşlar, bu ülkede bir çocuğun burnu bile kanasa bizler vicdanen bundaki sorumluluğumuzu kabul etmeliyiz.
Elbette temel insan haklarının en başı olan yaşam hakkını korumakla yükümlü olan siyasi iktidar hukuken de sorumludur.
Ama ne yazık ki biz artık kendi yurttaşına karşı namlu doğrultmaktan en ufak bir tereddüt duymayan bir iktidarla karşı karşıyayız. Adalet bu iktidarın umurunda değil, hukuk ise zaten emrinde.
Bunu, önceki gün sırf haber yaptıkları için Türkiye’nin yüz akı iki gazetecinin tutuklanmasında gördük. Bu vesileyle buradan sevgili Can Dündar ve Erdem Gül’e sesleniyorum: Siz o hapisten çıktığınızda başınız dik, alnınız ak olacak. Sizi o hapse sokanlar iktidara değil hukuka, insan haklarına, adalete saygı duyan yargıçlar karşısında hesap verecek!
Değerli arkadaşlar,
Ağustos ayından beridir Varto’dan başlamak üzere sistematik olarak bölgedeki ilçeler ablukaya alınıyor ve burada kimden emir aldığı belli olmayan silahlı güçler devlet terörü estiriyor! Çocuklara, kadınlara travma yaşatıyorlar. Hastalara hastane yollarını kapatıyorlar!
Bu ülkenin bir grup yurttaşı, hastaneye gidebilmek için elinde beyaz bayraklarla sokağa çıkmaya çalışıyor!
Hiçbir hukuksuzluk soruşturulmuyor. Sokağa çıkma yasakları süresince en az 67 kişi hayatını kaybetti. Bunların içinde örgüt üyeleri de var ama çoğunluğu sivil yurttaş. 7’den 70’e kadar kadını, çocuğu, yaşlısı, erkeğiyle… Fakat bunlarla ilgili tek bir soruşturma, tek bir kovuşturma yapılmış değil!
Şimdi iktidar partisi çıkmış bu insanlık dışı uygulamaların gerekçesi olarak bölgede kazılan hendekleri gösteriyor. Biz de eleştiriyoruz, biz de hendeklerle barışın yolunun açılamayacağını söylüyoruz. Ama hendekler, hükümet emriyle kamu görevlilerince uygulanan şiddeti, hak ihlallerini meşrulaştırmaz! Devleti devlet yapan, meşru kılan, meşru gücü gayr-ı meşru güç de ayıran, gerekçe ne olursa olsun, şartlar ne olursa olsun tek bir masumun dahi hukukuna tecavüz etmemek, kurunun yanında tek bir yaşı dahi yakmamaktır. Eğer bir hükümet kendi vatandaşlarının temel haklarını ihlal edip, bu ihlale gerekçe üretmeye başlamışsa orada söz bitmiş demektir.
Günlerce yaşlı, hasta, çocuk demeden ilçeleri toplama kampına çevirmenin hiçbir haklı gerekçesi olamaz!
Size açık söyleyeyim, son zamanlarda sokağa çıkma yasağı ilan edilen her yerde kendi yurttaşlarımızın bu meclise olan inancını, bu ülkenin siyasetine olan güvenini, bu ülkeye olan aidiyetini ve kader birliğini kaybetiyoruz!
Sizin korumasın sivil halkın üzerine saldığınız o ne idüğü belli “Esedullah Timleri” duvar duvar hakaretler yağdırıyor sivil halka. “Türksen övün, değilsen itaat et” yazılarını bu halk 12 Eylül’ün Diyarbakır Cezaevi’nden çok iyi biliyor! AKP şimdi tüm bölgeyi Diyarbakır Cezaevine çevirmeye çalışıyor.
Tayyip Erdoğan bir Diyarbakır mitingi sırasında bölge halkına “modern cezaevi” vaat etmişti. Meğer modern cezaevi dedikleri buymuş! Tüm şehri, tüm bölgeyi komple hapishaneye çevirmek! Buradan huzurlarınızda açıkça soruyorum; halkı tehdit eden, kışkırtan, düşman hukuku uygulayan bu silahlı kişiler kimdir? Bunlar kamu görevlisi midir? Kamu görevlisiyse bu hakkı nereden bulmaktadır? Hukuk dışına çıkan bu görevliler hakkında neden bir işlem yapılmamaktadır? Bu sorulara cevap veremeyen bir hükümet, ne insan haklarından, ne demokrasiden, ne de meşruiyetten söz edebilir!
Değerli Arkadaşlar,
Bir ülkeyi ayakta tutan yegâne güçlerden biri adalet sistemidir. Devleti, diğer organizasyonlardan ayıran, kamunun güç kullanımını meşru kılan tek unsur hukukdur! Ne yazık ki artık bu sistemden mahrumuz! Türkiye’de hukuk veya adalet sistemi bitmiş, yerine tek adamın emirleri gelmiştir.
Bir hukukçu olarak çok üzülerek ifade ediyorum, bunu tespiti yapmaktan gerçekten hicap duyuyorum ancak Türkiye’de artık savcı ve yargıçların çok önemli bir bölümü birer emir eri gibi davranmaktadır! Çünkü AKP iktidarı yargıdan adalet dağıtmasını değil, kendi sopası olmasını talep etmekte ve bunu yapmaya onurlu hukukçuları sistematik biçimde yıldırma yoluna gitmektedir.
Bu manzara Türkiye için ilk değil; benzer tabloyu 1990’larda faili meçhul cinayetlere karıştıkları, bu cinayetleri tertipledikleri net olarak bilindiği halde faillerin beraat ettirilmesinde gördük.
Gazete ve televizyonları korsanvari bir biçimde basıp yayınların karartılmasında gördük.
Doğu ve Güneydoğu’da aylardır ilçeleri ablukaya, hak ve hukuku, insanlığa dair ne varsa her türlü değeri askıya alan mülki amirliklerin uygulamalarında ve ona bu emri veren AKP iktidarında gördük.
Değerli arkadaşlar,
Tablo nettir. Herşey ortadadır.
AKP’nin birkaç yıl önce Beşar Esad için ne söylüyorsa, şimdi kendisi aynısını yapıyor!
Bu iktidar Temmuz ayından bu yana özellikle Kürt vatandaşlara alenen zulmediyor. 1990’larda köyler boşaltılıyordu, AKP artık şehirleri boşaltıyor. Kalanlara da o şehri, sokağa çıkma yasağıyla zindanı yaşatıyor.
1990’larda JİTEM vardı, şimdi “Esedullah Timi” var.
1990’larda ne varsa, AKP dönemi onu ikiye katlamış olarak karşısına çıkıyor halkın. Zulümse iki katı, hukuksuzluksa, iki katı, OHAL’le, zorla yerinden etmeyse, sivil infazlarıysa daha yeni başlıyor anlaşılan!
Sayın Başbakan, Sayın Cumhurbaşkanı her seferinde çıkıp “bu mücadele uzun sürecek” diyorlar. Yani diyorlar ki, bu zulüm daha başlangıç!
Ben de size açık söyleyeyim: Siz zulmün başındaysanız, biz de hak, hukuk, adalet ve insanlık onuru mücadelesinin daha başındayız!
Bu halkı size
yedirmeyiz,
yedirmeyiz,
yedirmeyiz!