Gündem

CHP'li Altay: Erdoğan, sen Meclis’in iradesini bir imzayla ortadan kaldıracak adam değilsin

"Bu hukuk ihlalinin Danıştay tarafından tescillenmesi; çay tarlasının bu maçı şimdilik aldığının göstergesi"

20 Temmuz 2022 17:57

CHP Grup Başkanvekili Engin Altay; Danıştay 10. Dairesi’nin, İstanbul Sözleşmesi’nin feshine ilişkin Cumhurbaşkanı Kararı’nın iptali talebini reddetmesine tepki gösterdi. Altay, “Erdoğan, sen Meclis’in iradesini bir imzayla ortadan kaldıracak adam değilsin. Utanç ve ibret verici bir durum. Hukuk adamlarının, orta yerdeki Anayasa’nın çiğnenmesine göz yummaları; hukukla bağdaştırılamaz, hukukla izah edilemez. İstanbul Sözleşmesi noktasında Türkiye'de rahatsız olan bütün toplum kesimlerine sesleniyorum. Bu sadece kadınlarla ilgili bir mesele değil, hepimizin meselesi. Medeniyet meselesi. Sayın Genel Başkanımızın da dün beyan ettiği gibi, devleti teslim aldığımız andan itibaren 24 saat içinde yapacağımız ilk iş İstanbul Sözleşmesi ile ilgili yapılan yanlışlığı ortadan kaldırmak” dedi.  

TBMM’de basın toplantısı düzenleyen CHP Grup Başkanvekili Engin Altay şunları söyledi: 

"TBMM İçtüzüğü’nün 90. ve Anayasa’nın 90. maddesinde; 'Yürütme organınca imzalanan uluslararası anlaşmalar, TBMM’de uygun bulunmasıyla ilgili bir kanunla ve tekrar Cumhurbaşkanı'nın onayıyla yürürlüğe girer' hükümleri çok açık iken, bilindiği gibi Cumhurbaşkanı, tek imzayla İstanbul Sözleşmesi'nden Türkiye'nin çekildiğini ilan etti. Bunun açık bir 'kanunu yok sayma', 'kanunu çiğneme' olduğunu hepimiz biliyoruz. Zaten Danıştay'da karşı oy yazan iki üye de bunun çok açık bir hukuk devletinin ihlali sonucunu doğurduğunu ve Medeni Kanun’u da açık çiğnemek olduğunu; Anayasa’ya aykırı olduğunu belirtiyor. Erdoğan, sen Meclis’in iradesini bir imzayla ortadan kaldıracak adam değilsin. Bu hukuk ihlalinin, bu kanun hukuk tanımazlığın, bu Anayasa tanımazlığın; Danıştay tarafından tescillenmesi de çay tarlasının bu maçı şimdilik aldığının göstergesi. Utanç ve ibret verici bir durum.

"Bu sadece kadınlarla ilgili bir mesele değil"

Hukuk adamlarının, orta yerdeki Anayasa’nın çiğnenmesine göz yummaları hukukla bağdaştırılamaz, hukukla izah edilemez. Bunların nasıl hukuk adamı olduğu ile ilgili de hep bir soru işareti kalacaktır. Ancak, İstanbul Sözleşmesi noktasında Türkiye'de rahatsız olan bütün toplum kesimlerinin sesleniyorum; bu sadece kadınlarla ilgili bir mesele değil, hepimizin meselesi. Kadınlar bu konuda daha yüksek refleks gösteriyor ama İstanbul Sözleşmesi hepimizin. Medeniyet meselesi. Ve CHP iktidarında sayın Genel Başkanımızın da dün beyan ettiği gibi bırakın bir haftayı 24 saat içinde; devleti teslim aldığımız andan itibaren yapacağımız ilk iş; İstanbul Sözleşmesi ile ilgili yapılan yanlışlığı ortadan kaldırmak. Ve Türkiye’yi tekrar İstanbul Sözleşmesi’nin tarafı olan bir ülke haline getirmektir. Herkesin bundan emin olmasını istiyoruz.

"Öğretmenliğin kendisi zaten uzmanlık mesleğidir"

Milli Eğitim Bakanı'na bir çağrı yapmak istiyorum; öğretmenlerden telefon alıyoruz. Ne diyor öğretmenlerimiz? Bir öğretmen bilgi ağı kuruldu; 'ÖBA'. Şu anda yaz tatilinde 60 bin öğretmen, uzman öğretmen olmak için 180 saat bu programa katılmak zorunda. Milli Eğitim Bakanı’nın şunu bilmesi lazım; öğretmenliğin kendisi bizatihi zaten uzmanlık mesleğidir. Bu eskiden 1739 sayılı Türk Milli Eğitim Temel Kanunu’nda var olan öğretmenlik zaten bir uzmanlık mesleğidir. Öğretmenin rütbeye ihtiyacı yok. Uzman öğretmen, başöğretmen… 

"Türkiye'nin bir tane başöğretmeni var, o hepimize yeter"

Buradan öğretmenlere sesleniyorum; hiç kendinizi yormayın. Bu programa katılmak için yaz tatilinizi, kendinizi heder etmeyin. Biz iktidara geldiğimizde uzman öğretmenlik, başöğretmenlik gibi bu ucubeyi kaldıracağız. Ne yapacağız? Eğitim öğretim tazminatını artıracağız. Türkiye'nin bir tane baş öğretmeni var, o hepimize yeter. Milli Eğitim Bakanı’na çağrım şu: 10 ay sonra zaten çöp olacak bir sistem için öğretmenleri 180 saatlik kurslarda yorma. Zaten Anayasa Mahkemesi’ne de götürdük konuyu. Boşuna kendinizi helak etmeyin.

"Bilim kurulu nerede?"

Sağlık Bakanı’na da bir çağrı yapalım, vakalar artıyor. Üç gün üst üste vaka sayısı binin altında ‘Otobüslerde bile maskeyi kaldıracağız’ diyen Bakanlık, şimdi 40 bini görmüşüz; en ufak bir tedbir yok. Sabah danışmanım hastaneye gitti. Hastanede kimse maske takmıyor. Kimi kısmi tedbirlere ihtiyaç var, bu görülüyor. Tekrar karamsar bir tablo çizmek, milleti paniğe sevk etmek istemeyiz. Ama kimi küçük tedbirlerin, çok büyük faydaları olacağını Sağlık Bakanı sanıyorum biliyor.

Ayrıca Bilim Kurulu nerede? Neden bir açıklama yapmaz? Tedbiri elden bırakmamak lazım. Evet aşı var. Ne kadar var, aşı? Üç doz aşı yapı kaç kişi vardır? Üç doz aşısını tamamlamış insan sayımız 28 milyon. Yani, 56 milyon insanımız; iki doz ya da bir dozda. Küçük tedbirlerle bir kişinin bile hayatı kurtulacaksa, bu tedbirleri almalıyız. Geçiştiremeyiz. 

"Venezuela’da toprak bakmaya gitmek akıl dışılığın ötesi bir şeydir"

Tarım Bakanlığı’na da bir çağrı yapalım; Venezuela ile iş birliği yaparak, bu ülkede buğday ekimi konusunda görüşmeler yapacağını açıklayan Tarım ve Orman Bakanımız Sayın Vahit Kirişci, Venezuela’ya toprak bakmaya gitmiş. Güler misin, ağlar mısın? Dışarıdan buğday ithal etmekle; dışarıda tarla kiralayıp buğday yetiştirip, Türkiye'ye onu taşımak aynı şeydir, Sayın Bakan.

Türkiye’de toplam tarım alanımız nasıl küçüldü? Bakan bunu bir araştırmalı. Çiftçinin büyük kısmı artık traktörün deposuna mazot koyamıyor. Tamamı tarlasına gübre serpemiyor, ilaç alamıyor, tohum alınmıyor. Venezuela’da arsa toprak kiralayıp buğday yetiştirmek, akıl dışılığın ötesi bir şeydir, beceriksizlik üstü bir şeydir. Gıda krizi çok daha büyüyecek ve öyle görünüyor ki Türkiye göç, sığınmacı, göçmen, mülteci, geçici koruma altındaki sığınmacı adına ne derseniz deyin; boğuşmaya devam edecek. Türkiye'nin huzuru kaçmaya devam edecek. Bunlar olabilir ve kabul edilebilir şeyler değil.

"Erdoğan'ın şimdiki durumu, bal yapmayan arı misali"

İçeride manzara tatsız, dışarıda da temaslar var; gitmeler var, gelmeler var. Aile boyu gidişler, gelişler var ama yine beyefendi şimdi uçakta, İran'da 16 maddelik bir bildiri de yayınlandı. Benim İran'daki üçlü zirveden anladığım şu; herkes kendi türküsünü söylemiş. Bir mutabakat yok, 16 maddelik bir bildiri var ama Türkiye’nin elini rahatlatan, terörle mücadelesi noktasında elini güçlendiren bir manzara dönmüyor. Mesela İran diyor ki, ‘Suriye'nin toprak bütünlüğü konusunda biz yüksek hassasiyet gösteriyoruz'. Mantık olarak yanlış demiyorum. Mesela Rusya diyor ki, ‘Fırat'ın doğusu Suriye merkezi yönetiminin kontrolünde olmalı’. Fırat'ın doğusu Suriye merkezi yönetiminin kontrolünde olacak. Peki nasıl biz orada terörle mücadele yapacağız? Türkiye ne diyor? ‘Her an operasyon yaparız, destek bekliyoruz’, Ne desteği bekliyoruz? Sonuç önemli sonuç.

Erdoğan'ın şimdiki durumu tam bal yapmayan arı misali. Rahmetli Ecevit, rahmetli Erbakan, Amerika'ya posta koydu. Evet ambargoya maruz kaldık. Ama Amerika'ya rağmen Avrupa'ya rağmen dünyaya rağmen Kıbrıs semalarında uçaklarımız korku sardı. Sen şimdi F16 alacaksın, Ege'de uçmayacaksın. Bu, Türkiye'nin onurunu inciten bir meseledir ve kabulü mümkün değildir. Biz Erdoğan'a kızarız, eleştiririz ama sevelim sevmeyelim bu adam Türkiye’nin Cumhurbaşkanı. Türkiye’nin itibarını şan ve şerefini korumak, herkesten önce bunun işi.

"Bilal Erdoğan’ı oraya götürmek, görgüsüzlüktür"

MİT Müsteşarı elbette gidecek. Milli Savunma Bakanı elbette. Dışişleri Bakanı elbette. İbrahim Kalın'ı görüyorum elbette. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü. Arkaya bakıyorum, Sayın Bilal Erdoğan... Hoppala. Hani okullar tatile çıkınca aileler çocukları bazen mecburen yanında taşır. Bunun gibi bir şey. Okullar kapalı, çocuğu bırakacak yer bulamamışlar. İran'da resmi toplantıya götürür. Ya ayıp, bu hoş değil.

Erdoğan, bunun adı görgüsüzlük, görgüsüzlük. Böyle bir şey olabilir mi? Ben hep derdim ki; parti devleti eş, dost devleti, aile devleti yaptılar. Türkiye hakikaten öyle. Bir gün bakıyorsun, devlet işleri beşli çete ile konuşuyor. Bir gün bakıyorsun devlet, AK Parti Genel Merkezi’nden devlet kararları alınıyor. Bilal Erdoğan’ı oraya götürmek, görgüsüzlüktür. Ayrıca buna Berat Bey de kızabilir. Damat bey de alınabilir. 

TBMM, Türkiye’nin ta kendisidir. Gelelim rapora; Rapor yok değil, var. Bu rapor, muhalefet şerhleri hariç 600 sayfa. Tabii bu rapor yazılırken, asıl dinlenmesi gereken kişilerin hiçbiri de komisyona gelip dinlenmedi, onları komisyona çağırmaya cesaret edemediler. Mesela Hakan Fidan, mesela Hulusi Akar. Hakan Fidan ve Hulusi Akar’ın bilgi vermediği bir rapor, rapor da sayılmaz aslında. Ama velev ki bir rapor, parlamentoda oluşan siyasi partilerin tamamının üyelerinin yazdığı bir rapor var. Rapor yazılır sonra usül şudur; muhalefet şerhi yazılır. Bu bizim muhalefet şerhimiz, 300 sayfa. Rapor 600 sayfa, muhalefet şerhi de 300. Olabilir, eksik görmüşüz, yanlış görmüşüz. Buraya yazılmayanları biz buraya yazmışız ama normalde ne olacak?  Bunlar birleşecek, tek kitap olacak. Buraya kadar sorun yok. Sonra şu oldu; dönemin Komisyon Başkanı Reşat Petek, iki buçuk sayfalık bir ek koyuyor bu rapora, koyamaz. Komisyon dağıldıktan sonra iki buçuk sayfa.

"Bunun adı AK Parti- FETÖ kardeşliği"

Güya Fetullah Gülen ile CHP ilişkisini belgeleyen bir sahte makbuzu da görüntülü olarak buraya koymak suretiyle. Komisyon üyemiz Zeynel Emre, Meclis Başkanlığı'na başvuruyor; ‘Bunu çıkarın'  diye. Dönemin Meclis Başkanı İsmail Kahraman, ‘Tamam’ diyor. CHP, 70 sayfalık ek şerh koyuyor. Bunun adı şu ‘AK Parti- FETÖ kardeşliği.’ Sonra bu 70 sayfalık muhalefet şerhi, Tayyip Bey'i çok rahatsız eder ve bu işlem durdu. Bizim bu 70 sayfayı koymadan bunu basmaya kalktılar. Komisyon ocakta çalışmalarını bitirdi. Meclis Başkanı, kamuoyuna basın açıklaması yapmış; 'Aşağıdaki internet adresi üzerinden kamuoyunun erişebilmesi mümkün bulunmaktadır'. Tutanaklara erişmek mümkün, ama rapora değil.” (ANKA)